Türk Yapısal Çelik Derneği (TUCSA) tarafından 2005 yılında gerçekleştirilen Çelik Yapı Projesi Öğrenci Yarışması’nda (PROSteel) Jüri Başkanlığı görevi yürütmüş ve TUCSA tarafından23 yıldır yayımlanan Çelik Yapılar dergimiz için söyleşi vermiş olan Yüksek Mühendis ve Mimar Doğal Hasol, beklenen İstanbul depremi ile ilgili mimarlık, işlev ve estetik açılarından görüşlerini aktardı.
62 yıllık mimarlık geçmişine sahip, 25 bin kelimeden oluşan İngilizce - Fransızca Mimarlık Sözlüğü’nü kaleme alan Doğan Hasol, deprem ile ilgili şu konuların altını çizdi;
“Bir doğa olayı olan depremin kendisi var; onun büyüklüğü var. Fay hatlarının geçtiği yerler, riskli yerler. Bunlar ayrı mesleki konular. Bu nedenle de binaların olabildiğince sağlam yapılması lazım. Bir binanın doğru olabilmesi için önce kentsel planlama gerekli. Bu planlama yapılırken deprem bölgeleri, yeşil alanlara ayrılır, genel olarak oralara bina yerleşmesi konmaz. Ondan sonra kentsel tasarım geliyor; ama o biraz daha mimariyle ilgili bir konu. Önce yapılacak yapıların her durumda çok iyi denetlenmesi ve de doğru proje lazım. Sadece mimari açıdan değil, projenin her açıdan da doğru olması lazım. Zaten mimarlığın bir temel formülü vardır. Yüzyıllardan beri gelen o formül şöyledir: Mimarlık = İşlev x (strüktür+konstrüksiyon) x estetik. Bu çarpanlardan biri sıfırsa yapılan binanın mimari değeri de sıfır olur. Üç unsurun da olması gerekir.
Bu noktada çok afaki bilgiler vermemek gerekir; ama üçünün bir arada olduğu çok sayıda yapı olduğunu sanmıyorum. Estetiğinden vazgeçtik dersek de sağlam olmasından vazgeçilemez. Hafif bir sarsıntıda bile binanın ayakta kalması gerekir. Binanın iskeleti, en sağlam olması gereken bölümüdür. Vaktiyle yığma yapılar vardı. Ama onların da doğru yapılmış olması lazımdı. Son deprem felaketinde Hatay’da Mimar Sinan’ın 450 yıl önce yaptığı Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi sapasağlam ayakta kaldı ve depremzedelere sığınak oldu. Mimar Sinan iyi bir mimar, çok iyi bir mühendis ve tanrı vergisi büyük bir yeteneğe sahip.”
Sulak Alanların Çevresine Siteler Yaparsanız Kent Zorlanır
Yüksek Mühendis ve Mimar Doğan Hasol, İstanbul sakinlerinin şehrin kuzeyine taşınma düşüncesiyle ilgili ise Finans Gündemde'ye şu açıklamaları yaptı;
“İstanbul’un kuzeyinde farklı sıkıntılar vardır. ‘İstanbul kuzeye kaymamalı’ denir. Bu, ilke olarak konmuştur. Kuzey için ‘İstanbul’un akciğerleridir’ denir. Niçin? Yeşil alanlar orada, sulak alanlar orada. Bu yıl bile İstanbul da su sıkıntısı bekleniyor. Sulak alanların çevresine siteler yaparsanız, kent zorlanır. Önce, ekolojiyi de dikkate almış kentsel planlama. Fay hatlarına yakın yerlere de çok güvenli binalar yapılabilir ama bu çok masraflıdır, çok pahalıdır. Japonya yapıyor ama onlar hem bu işi çok iyi biliyorlar, hem de paradan kaçınmıyorlar. Ne harcanması gerekiyorsa o harcanıyor. Bizde öyle değil. İnşaatlarda genellikle tasarrufa gidiliyor. Örneğin, malzemeden tasarruf edenler var. Ama iyi bir mimari yapıda bütün girdilerin iyi olması gerekir. Zaten iyi mimarlıkta binanın yıkılmaması ön şarttır. Bunun için projesi doğru olacak, yerleşmesi doğru olacak. Zemin sağlam olacak. Demir, kum, çimento, çelik eksiksiz ve doğru kullanılacak. Her şeyden önce inşaat doğru olacak.
Önce bina yaptıran ya da binadan bir bölüm satın alan kişinin doğru bir teknik danışmanı olması lazım. Bitmiş hazır bir bina ise onu da uzmanına gösterecek, inceletecek. Başka yolu yok. Teknik danışmanlık lazım. Bakın biz Japonya’da eşimle beraber bir deprem yaşadık. Tokyo’da bir otelde kalıyoruz. Sanırım 19’uncu kattaydık. Gece deprem oldu. Sarsıldık, hissettik onu. Ben hemen yataktan fırladım, dışarıya baktım bir şey yok, bir hareket yok. Binalar olduğu yerde duruyor. Bir şey olmaz burada dedim, uyumaya devam ettik. Ertesi sabah İstanbul’dan telefonlar yağıyor, deprem olmuş, ne yaptınız, hayatta mısınız diye sorular… Oldukça şiddetli bir deprem Türkiye’de televizyon göstermiş, spikerin masası darmadağın olmuş.
Her şeyden önce doğru proje, doğru uygulama gerekir. Yüksek bina yapılmaz da denilemez, doğru projeyle o da depreme dayanıklı yapılabilir. Projede mimarinin yanı sıra strüktür yani iskelet de çok önemli. Yapının çağdaş koşullara uygun olarak yapılması çok önemli. Zemine uygun temel yapılmalı ama bunlar bilgi işi. Ülkemizde maalesef çok sıkıntılar var. Öncelikle eğitimden başlamak gerekir. Mimarlık ve Mühendislik okullarını YÖK dört yıla indirdi. Dünyanın hiçbir ülkesinde dört yıl okumuş adam mimar sayılmıyor, mimar olmuyor. Dört artı bir veya üç artı iki sene olmalı, örneğin İtalya’da öyle. Beş yıl artı birtakım zorunlu stajlar söz konusu. Sonra da yetkinlik sınavlarında başarı gerekiyor.
Mühendisler için de sorun aynı, inşaat mühendisliği de dört yıla indirilmiş durumda ama dünyada bunun benzeri yok. Uzmanlık şart ve insanların buna göre yetişmiş olması gerekli. Artık bilişim çağında yaşıyoruz. Ne var ki çağın yeni olanakları var. Bizde “Selçuklu, Osmanlı tarzı bina yapın” şeklinde dayatmalar var. Bunun hiçbir mantığı yok. O dönemin mimarisi Tarım Çağı’nın mimarlığıydı. Yüksek yapılar, gökdelenler Sanayi Çağı’nın yapılarıydı.
Gökdelen nasıl başladı? Önce beton, sonra betonun çelikle takviyesi devreye girdi. Betonarme geldi, yapısal çelik geldi. Bütün bunlar kullanılır oldu. Bu olanaklar büyük avantaj sağladı. Bunlarla gökdelen yapılır oldu. Evet, gökdelen yapılır ama yetmez. 40’ıncı kata nasıl çıkacaksınız? Asansörün olması lazım. Asansör teknolojisi geldi. Ondan sonra suyu üst katlara nasıl çıkaracaksınız? Pompalama sistemleri geldi. Sonra yangına karşı koruma önlemleri devreye girdi. Bütün bunlar sanayi çağına uygun düştü. Ayrıca, Sanayi Çağı’nda bütün beyaz yakalıların tek bir binada toplanması öngörülüyordu. Şimdi Bilişim Çağı’na geldik. Önce bilgisayar destekli hesap geldi, peşinden bilgisayar destekli çizim. Daha sonra bilgisayar destekli tasarım geldi. Bilgisayar destekli teknik hesaplama programları geldi.
Bilişim Çağı’nda haberleşme gelişti. Biz Amerikalı bir firmayla ortak proje yaptık. Akşam altıya kadar biz İstanbul’da çalışıyorduk, yapılanları saat altıda bilgisayar yoluyla Kaliforniya’ya gönderiyorduk. Ertesi sabah onların yaptıkları geliyordu bize. Saat farkından yararlanıyorduk. Bu şekilde biz projemizi erken bitirdik. İzmir’deki Büyük Efes Oteli yenilenirken böyle çalıştık. Sürenin bitimine çok az kala bize telefon geldi otelin sahibi yönetimden. Bize proje teslim tarihini hatırlatıyorlar, diğer çalıştıkları firmaların süre uzatma talepleri olduğunu söylüyorlar. Biz zamanında bitireceğimizi ve süre istemediğimizi söyledik ve zamanında teslim ettik. Biz günde 20 saat çalışmıştık. 10 saat İstanbul’da 10 saat Amerika’da… Gökdelenler, Sanayi Çağı’nda kaldı, bu devirde artık Bilişim Çağı’nı yaşıyoruz. Bilgi + İletişim en önemlisi.
Şimdi gökdelen yaparsınız ama ne gereği var ki? Bugün ülkedeki bazı gökdelenlerin yarısı boş. Microsoft’un Amerika’daki merkezi dört katlı yapılardan oluşan bir kampüste. Bugün bilgisayarla haberleşebiliyorsunuz, proje gönderebiliyorsunuz. Yapının bazı elemanlarını bilgisayar denetiminde otomatik olarak üretebiliyorsunuz. Makinalara talimat vererek onları yapıyorsunuz. Kısaca, bilgisayar destekli inşaat.
Hangi Bilgiyle Müteahhitlik Yapıyorlar?
Bizde uygulayıcı ekibinde de sıkıntılar var. Gelelim müteahhitlere… Bizdeki müteahhit sayısı bütün Avrupa’dan fazla. Nasıl müteahhit olunuyor? Ticaret odasına gidip ben müteahhitlik yapacağım diyen müteahhitlik belgesini alabiliyor. Bu kadar basit. Meslek örgütleriyle falan hiç ilgisi yok. Onu alıyor ve müteahhitlik yapıyor.
Hangi bilgiyle yapıyor? O bilgi yok. Bir mimara, bir mühendise gidiyor. Soru sormak için de bilmek gerekir. Aynı müteahhitlik ayağı gibi denetim ayağı da çok önemli bu işin depreme dayanıklı olması için ve izin ayağı da çok önemli. Belediyelerin verdiği izinler ya da imar planlarındaki kararlar da öyle… Bu konuda ben şöyle diyorum, İstanbul’da teorik olarak kaçak yapı yoktur. Çünkü ihbar olsa da kaçak yapı var diye daha sonra bir şekilde raporda düzelir.”
Suriye Türkiye’deki Mimarlık Diplomasını Kabul Etmiyor
Yüksek Mühendis ve Mimar Doğan Hasol, Türkiye’deki eğitim sistemi ile ilgili ise şu noktalara değindi;
“Vaktiyle vardı bizim mezun olduğumuz dönemlerde bazı arkadaşlarımız Almanya’ya gittiler. Almanya savaştan çıkmıştı, çok fazla mimar ihtiyacı vardı. Orada çalışan arkadaşlarımız oldu. Hatta yerleşti bazıları. Ama o tarihte teknik üniversite beş yılda mezun ederdi. Şimdi dört yılda bir mimar yetişmiyor. Bir devlet üniversitemizden bir mimar Suriye’ye gitmiş, diplomasını ibraz etmiş. ‘Bu diploma geçerli değil.’ demişler. Niçin geçerli değil? Dört yıllık okul, dört yıllık okuldan mimar çıkmaz. Suriyeliden alınan cevap. Bizim zamanımızdan gidenlerden yarışma kazananlar oldu. Ama o dönemde teknik üniversitenin mezunları aranıyordu Almanya’da da tanınıyordu.”
“İstanbul Azman Şehir”
Yüksek Mühendis ve Mimar Doğan Hasol, çok tartışılan zemin konusunda şunları söyledi;
“Arazinin iklim ve zemin durumu baştan etüt edilir. Onlara cevap verecek şekilde inşaat yapılır. Japonların yaptığı da bu zaten. Binanın depreme karşı bütün girdileri doğru oluyor. Arsayı doğru seçiyorlar. Ancak, onların da yapamadığı bazı şeyler var. Örneğin, nüfusu kontrol edemediler Tokyo çok kalabalık bir şehir oldu. Bu büyüklükte şehir olmaması lazım, şehir nüfusu arttıkça depremle mücadele de zorlaşıyor. İstanbul da bugün 20 milyonluk bir şehir. Ben “azman şehir” diye tarif ediyorum. Bu nedenle de depreme karşı gerekli tedbirleri alabilmek oldukça güç.”
Yüksek Mühendis ve Mimar Doğan Hasol’un Çelik Yapılar dergisinin önceki sayılarında yayımlanmış olan söyleşisini linke tıklayarak okuyabilirsiniz…
https://www.tucsa.org/tr/celik_yapilar_yazi.aspx?yazi=560