TR|EN
Güncel
Steelorbis
Depreme Dayanıklı Binalar
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 87 - Mart - Nisan 2024

Yapısal Çelik Günü


YAPISAL ÇELİK ve MODÜLER YAPILAR İLE ÜLKEMİZİN DEPREME DAYANIKLI KONUT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ MÜMKÜN

Akkon Çelik Yapılar A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı, Consera Modüler kurucusu ve Türk Yapısal Çelik Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İnş. Müh. Melih Şimşek, 24. Yapısal Çelik Günü’nde gerçekleştirdiği sunumda yapısal çelik ve modüler yapıların ülkemize sağlayacağı kazanımları aktardı.

Rasyonel sonuçları olan çelik ile güvenli yapılar mümkünken neden bu işler bizim ülkemizde olmuyor?

Yener Bey, İran’da çelik yapıların genel yapı stokunda %50’lere ulaştığını söyledi. Diğer taraftan yıllık 50 milyon ton çelik kapasitemiz olduğu da belirtildi. Fakat bizde, çelik yapılar genel yapı stokunun hâlâ %5’i mertebelerinde ve ancak %1’i konutları ifade ediyor. Dolayısıyla 20 - 25 yıldır bu konuların içerisinde yer alan, çelik malzeme kullanarak yapılar inşa eden bir firmanın mensubu olarak neden bizde çelik kullanılmadığını çok düşündüm. “Alışkanlıkların Gücü” isimli bir kitap var. Farklı platformlarda da bu kitabın içeriğinden bahsettim. Sunumumda da gördüğünüz gibi “Alışkanlıkların Gücü”nde işaretler, rutinler ve ödüller olarak bir sınıflandırma söz konusu.

Örneğin; sigara içen insanlara kanser veya koah teşhisi konulur, bunlar işaretlerdir. Sonra rutinleri vardır bu işin, bir şeyler yapılır. Gerçekten de sigarayı bıraktığınız zaman konforunuz artar, spor yaparsınız, kendinizi daha iyi ve mutlu hissedersiniz. Rutininizi değiştirdiğiniz zaman bir ödül oluşur. “Kahve içerken yanında mutlaka sigara içilmelidir.” şeklinde bir motto vardır. Yoksa kahveden tat alınamayacağı düşünülür. Bu rutinimizdir ama rutini bıraktığımız zaman hayatımız muazzam olur. Peki bu aforizmadan sonra kendi meselemize döndüğümüzde bizim işaretlerimiz neler? Depremler, afetler ve iklim değişiklikleri bizim işaretlerimiz. Bunların karşısında da rutinlerimiz var; geleneksel yöntemler ve bu yöntemleri uygularken de doğayı dikkate almamak. Hâlâ ülkenin toplam yapı kapasitesinin %85’i geleneksel iken bizim doğayı ne kadar dikkate aldığımız da tartışılır.

Bu rutinleri değiştirmediğiniz zaman bir ödül olmuyor. Doğa olayları nedeniyle can kayıpları ve ciddi ekonomik kayıplar oluşuyor. İşaretleri değiştiremiyoruz. “Depremler, kasırgalar, sel baskınları keşke olmasa.” diyemeyiz. Değiştirebileceğimiz şey aslında rutinimiz. Yapısal çelik ile modüler çelik yapıları rutinimizi değiştirmek adına kullansak ve doğayı dikkate alsak ne olur? Bu cezalar ödüle dönüşür mü? Yani dirençli yapılar, doğaya saygılı yapılar ve ekonomik kazanımlar elde edebiliyor muyuz? Tabii biz mühendislik dünyası olarak spekülatif konuşmalar yerine rasyonel konuşmaları tercih ederiz. Dolayısıyla bu girizgâhtan sonra bu işi mümkün olduğu kadar en basit şekilde anlatmaya çalışacağım.

İşaretlerin içerisine biraz daha girelim. 1500’lü yıllardan itibaren ülkemizde 7 büyüklüğünün üzerinde, sonuncusuyla beraber 25 - 26 deprem olmuş. Dünyada da son 10 yılda iklim kaynaklı 2355 felaket yaşanmış ve 400 binin üzerinde insan ölmüş. Bunların içerisinde bizim yaşadığımız sel felaketleri gibi felaketler de var. Sadece deprem değil bu konu.

TÜRKONFED, Kahramanmaraş Depremi sonrası normale dönmek için 100 milyar dolardan fazla bir rakamın harcanması gerektiğini öngörüyor. Yanılmıyorsam bu sene gayrisafi millî hasılamız 1,1 trilyon dolar olacak. Yani %10’u gibi bir bedel bu iş için harcanacak. Can kaybının haricinde böyle büyük bir ekonomik ceza söz konusu.

Önceki konuşmacılar da söyledi. Kahramanmaraş bölgesinde yapıların sadece %2,4’ü çelik. İstanbul’da 6,8 milyon konut var. 1999 Depremi öncesi bu rakam 4,5 milyondu. Bu 4,5 milyondan sonra kentsel dönüşüm başlığı altında %16’sı dönüştürülebilmiş. 2000’den sonra inşa edilen tüm yapıları güçlü, doğru yapılmış kabul etsek dahi biz sadece %16’sına bir çare oluşturabilmişiz. İstanbul’da konut yapısı olarak, ticari yapılardan bahsetmiyorum. Ele alınması gereken 3,8 milyon adet deprem riski taşıyan konut var hâlâ. Türkiye’de 40 milyona yakın konut var. Yani buradaki oranı Türkiye’ye oranlarsak ve Türkiye nüfusunun %60’ının deprem bölgelerinde yaşadığını düşünürsek ortaya hiç iç acıcı bir tablo çıkmıyor.

Bizim şu tespiti yapmamız gerekiyor; depremlerde yıkılmayacak yapılar inşa etsek can kaybı olmayacak, ekonomik büyük buhranlar yaşamayacağız, bunun için doğru bir yapı malzemesi seçmek zorundayız. Bu noktada özellikle İstanbul’u ele alırsak önümüzdeki 7 yılda depremin gelme olasılığı %95. Yer bilimciler böyle söylüyor. O zaman bize hız da lazım. Yani hem güvenli yapı hem de hıza ihtiyaç var. Bir de bunları yaparken dünyamıza da zarar vermemiz lazım. Aynı zamanda sürdürülebilir olması gerekiyor. Biraz önce bahsettiğimiz iklim değişikliklerinin en büyük sebeplerinden bir tanesinin maalesef yapı sektörü olduğunu biliyoruz. Hafif çelik yapılar, geleneksel yapılardan 7 - 8 kat daha hafif. Bizim yapılarımızı hafif yapmamız gerekiyor. Çok beylik bir laf olacak ama kütle ne kadar azsa depremin şiddetini o kadar az alırsınız. Biz 7 - 8 kat daha az alıyoruz. Sadece bunun için bile hafif yapı malzemelerini tercih etmemiz gerekiyor. Ayrıca hıza ihtiyacımız var, 2 hatta 3 kata kadar çıkabiliyor yapım hızı. Ciddi bir enerji problemimiz var. Memlekette yaptığımız yapıların mutlaka enerji tasarruflu olması lazım. Dünyanın en pahalı enerjisini ithal eden ülkelerin başında geliyoruz. Dolayısıyla bu noktada yaptığımız şey gelenekselden daha iyi. Tabii biraz önce sürdürülebilirlikten bahsettik. Dünyadaki karbon salımının %38’ini maalesef yapı sektörü oluşturuyor. Bu çok büyük bir oran. Özellikle çeliğin geri dönüşüm özelliği sürdürülebilirlik konusunda da ciddi bir avantaj sağlıyor.

Çelik Pahalı Değil Ekonomiktir
“Çelik pahalıdır” diye çok ciddi bir yanlış önyargı var. Tam tersi ekonomiktir. Tabii memleketimizde çok önemli bir sorunumuz daha var; inşaatı çok seviyoruz, inşaatçı bir ülkeyiz. Manav, kasap, tekstilci, herkes inşaat yapıyor. Dolayısıyla bir mesleki zorunluluk yok. Dişimiz ağrıdığında manava değil diş hekimine gideriz. Ama bölgesinde ün yapmış bir manavdan daire alırız. Hele bir de “Sana %5 iskonto yapıyorum.” derse mühendislik falan bir kenara kesinlikle gider, o parayı öder, daireyi alırız.

Biraz önce Yener Bey bazı rakamlar verdi. Bu rakamlar üzerinde ben de durdum. Kahramanmaraş depreminde yıkılan binaların sadece %5’i kamunun yaptığı binalar. Geri kalan %95’i halkın yaptığı binalar. Doğru tespiti yapmamız lazım. İstanbul’daki 3,8 milyon konut da halkın yaptığı binalar. İşçilik hataları meselesi çok ön plana çıkıyor. Çelik yapıların endüstriyel bir mantığı var, endüstriyel bir ortamda üretiliyor ve kesinlikle insan inisiyatifi minimize ediyor. Biraz önce arkadaşımız hasarları anlatırken bir tane kolonu kesildiğinde betonarme bir yapının ne kadar riskli olduğunu anlattı. 10 katlı bir binanın 3. katının kolon betonu dökülürken harca 100 litre daha fazla su katılırsa, o kolon taşıyıcılık kapasitesini kaybetse, deprem esnasında bahsettiğim kolondan dolayı yapının yıkılma olasılığı var. Dolayısıyla çelik yapı işte bu noktada çok mühim. En azından insan inisiyatifini ortadan kaldırıyor. Sadece bunun için bile ülkenin çelik yapıyı tercih etmesi lazım. Bu kadar tabana inmiş, manavın, kasabın da inşaat yaptığı bir ortamda bu yapıların taşıyıcı sistemlerini güven altına almak bizim için çok önemli. Diğer kısımlarda herkes tercihlerini yaparak kurtlarını dökebilir ama taşıyıcı sistemi mümkün olduğu kadar inisiyatife bırakmamak gerekiyor.

Şimdi “çelik yapı” diyoruz ama terminolojiyi doğru kullanmamız gerekiyor. Bir tarafta taşıyıcı sistemi çelik olan, bir de fabrika ortamında yapılan çelik yapılar var. Bu paralelde, çelik yapı dediğiniz zaman taşıyıcısı çelik ama yapı sistemi geleneksel olmayan bir metodoloji dünyamıza girdi. Genellikle “Modular construction” ile “Off-site construction” benzer olarak algılansa da aslında Off – site construction; yapıları belirli yüzdelerle endüstriyel ortamlarda imal edip sahaya göndererek yapılan bir inşaat şekli. Sahadaki işi maksimum endüstriyel ortama çekme işine biz Off – site construction diyoruz. Bu yöntemle yapıları aslında peynir dilimi gibi üretip, lojistik olarak taşıyabileceğimiz boyutlarda, tamamen kalite kontrolü yapılmış bir şekilde sahaya gönderebiliyoruz. Dolayısıyla inşaatçı bir ülke olmamızdan kaynaklı aynı zamanda büyük bir fırsat da var. İnşaat sektörünün tüm işçisi, ustası, mühendisi, mimarı, taşıyıcısı, müteahhidi endüstriye çekilse ki bu işler yapılıyor aslında, biz çok hızlı dönüşebiliriz. Rutinimizi, yapımızı değiştirebiliriz. Burada yapıları lojistik olarak taşıyabileceğimiz boyutlarda inşa edip, sahaya götürüp birleştirdiğimiz meseleye modüler inşaat diyoruz. Bu konu, dünyadaki literatürde Off – site construction şemsiyesi altında birleşmiş durumda.

Tabii bu kadar ön bilgiden sonra sizlerin “E sonuç!” dediğinizi duyar gibiyim. Bir somut öneri: Sektör olarak 3 senede 1 milyon adet konut üretmek mümkün iddiasındayız. Bunu kanıtlamamız için bir referans noktası almamız gerekiyor. Geleneksel yapıdan modüler yapıya geçişi ifade edebilmek için bir örnek çalışma lazım. Biz de Türkiye’de en fazla olan, deprem bölgesinde en fazla inşa edilen, Cumhurbaşkanlığı, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, TOKİ’nin ıstampa gibi bastığı, yaptığı yapıları dikkate almalıyız. Bu arada “ıstampa” kelimesini aforizma olarak kullanıyorum. Bir şeyden çok üretmek için bir proje üzerinden gitmeniz gerekiyor. Aslında TOKİ’nin yaptığı şey bize göre doğru. Yapı cinsi olarak bizi de dikkate almaları gerekiyor. Onun için burası bence çok can alıcı bir nokta. Bunun karşılığında da biz dedik ki “TOKİ mimarisinden hiç taviz vermeden biz de onun karşısında bir proje üretsek, aynısını da yapabiliriz ama birazcık daha modern bir tasarım yapalım.” Sektörün en iyi mimarlarından biri ile bir tasarım ortaya koyduk ve aynı alanları koruyarak bir modüler tasarım oluşturduk. Bu modüler tasarımda aslında 4 katlı daire üzerinden 1 tip dairemiz, bir merdiven ve holümüz var. Onun haricinde herhangi bir şey yok. Modüler olarak, lojistik olarak taşıyabileceğimiz boyutlarda dört adet modülle 110 m2’lik 3+1 evi üretebiliyoruz. Mümkün bu. Burada hiçbir alan kaybı yaşatmadık. Hatta hesaplarımıza göre biz -daha küçük kesitli kolon ve duvarlar nedeniyle- %7-8 gibi daha küçük alan ile istedikleri mimariye kavuşuyoruz. Aslında TOKİ 1000 tane ürettiği zaman biz aynı alanda 1070 tane üretebiliyoruz. Aynı imar hakkıyla, aynı alanda özellikle taşıyıcı sistemimizin narinliği ve güçlülüğünden dolayı 70 tane daha fazla üretebiliyoruz.

Bu modüler hacimler tam da bizim dünyamızın meselesi, “çelik”. Dolayısıyla bunun bütün taşıyıcı aksamı ve ara taşıyıcıları çelik malzeme. Ana taşıyıcı dediğimiz kirişler ve kolonlar geleneksel çelik profil boru. Aralar da hafif çelik, yassı mamulden üretilen malzemeler.

SimCity Oynar Gibi Kahramanmaraş’ta Fabrika Planladık
Tabii bizlerin bu konuyu sadece çelik olarak düşünmemiz gerekiyor. Bu yapıları fabrika içerisinde üreteceğiz ve fabrika içerisinde ürettiğimizde diğer inşaat kalemlerini de ona monte etmek durumundayız. Modülerlik dünyasında BIM dediğimiz modelleme sistemi çok işimize yarıyor. BIM ile tüm elektronikler dâhil modelledik, metrajlarını çıkardık. Sonra dedik ki bunu nasıl bir yerde üretmeliyiz? Oturduk SimCity oynar gibi Kahramanmaraş’a yakın bir yerde bir fabrika planladık. Çok iyi bir yalın üretim uzmanından, özellikle Toyota’ya çalışan TPS uzmanından ve bir şirketten destek aldık, sonuçta en optimum fabrikayı tasarladık. Bunun ne anlama geldiğini birazdan anlatacağım. Fabrikada malzeme stok alanları, profil stok alanları, kapalı alanlar, açık alanlar gibi bölgeler var.

Bu fabrikanın içerisinde sadece çelik üretilmiyor. Her zaman şunu söyledim: “Çelik sektörünün muhakkak inşaat sektörünü içerisine alması lazım.” Çelik yapı firmalarında onlarca mühendis çalışıyor ama yanında bir tane mühendis çalıştıran müteahhidin yanında taşeronluk yapıyoruz. Demiştim ki “Bu çeliği kullanmayı biz biliyoruz. Bunun üzerine diğer malzemeleri neden biz eklemiyoruz?” Çoğu zaman şöyle deniyordu, “Müteahhitlik ayrı bir zihniyet, çelik işlemek ayrı bir zihniyet.” Şahsen o günden bugüne kadar rızkımı tam tersi yönde ilerleyerek kazandım. Benim firmalarımı çelik yapı firmaları gibi zannederler ama yıllarca çeliği kullanarak yapılar inşa ettim. Doğrusu budur diye hep bunu önerdim. Katma değer katmadığınız zaman bu iş olmuyor.

Tabii yıllar geçince, Off – site construction meselesi dünyada popüler hale gelince, sahadaki iş fabrikaya çekildiğinde tam da işte bizim dediğimiz şey oldu. Yani çelik üreticileri fabrikanın dışında müteahhitleşemiyorsa bari fabrikanın içinde müteahhitleşsin. Bu yapılabilir. Fabrikanın organizasyonunu, nelerin olması gerektiğini de düşündük. Sonunda 890 kişilik maksimum bir organizasyon ortaya çıktı. Vardiyasına göre 250 ilâ 900 kişi çalışabiliyor. Bu fabrikada biz apartman, okul, kreş, hastane gibi yapılar üretebiliyoruz. Günlük üretim adedi olarak 6 üretim hattında dörder tane yaptığımızda, günlük çalışma saatimizi 510 dakika aldığımızda, bir modülü 127,5 dakikada üretebiliyoruz. Bunların ölçülerini yaptık. Mesela Toyota 58 saniyede 1 araç üretiyor. Bu aracı yaklaşık 700 bin parça ile üretiyor. Biz burada yaklaşık 1000 parçalık bir üründen bahsediyoruz.

Burada modül ebatları da lojistik olarak taşıyabileceğimiz ebatta; 6x70’e 3x35. 3x35’lik modülü “Karayolu Teknik Şartnamesi”ne göre taşıyabiliyoruz. Yaklaşık 23 m2’lik ortalama bir modül boyutunu hesapladığımızda, 120 metrekarede 5 modül var dedik. Her gün tek vardiyada 1500 daire, iki vardiyada 3000 daire, üç vardiyada 3700 daire üretebiliyoruz. Yılda 300 bin adet konutu ele alalım. 300 bini neden ele aldık biliyor musunuz? Yılda 1 milyon adet üretilebilir iddiasındayız, bunu teknik olarak kabul ediyoruz biz, bu mümkün ama sanki biraz alıştırmak lazım. Senede 300 bine talip olalım. Sosyal yapılar, okul, hastane, deprem esnasında yıkılmaması gereken yapılar banko çelik olmalı. Bu durumdan etkilenen özel sektör zaten bu işlere dönecektir.

Özetle, bir senede 300 bin konut üretebilmek için 2 milyon ton yapısal çeliğe ihtiyacımız var. Çelik üretim kapasitemiz 50 milyon ton. 150 bin kişiye insan kaynağı olarak ihtiyacımız var. 2023 verilerine göre işsiz sayımız 3,5 milyon. Yani 300 bin konut üretebilmek için insan kaynağımız da var. Yetiştirebiliriz. 20 bin m2 fabrika kurmalıyız. Bu 20 bin m2 aslında çok büyük yatırım değil. Yani birkaç basit konut ile bu yatırım finanse edilebilir. Dolayısıyla ben herkesin, müteahhitlerin özellikle de çelikçilerin ulaşabileceği bir rakam olduğu için 20 bin m2’yi önerdim. 81 fabrika kurmalıyız. Bu da aslında 6 tane Togg fabrikası büyüklüğünde demek. Togg fabrikasının büyüklüğü 236 bin m2 kapalı alan. 500 bin konut üretmek için 3,5 milyon ton yapısal çeliğe ihtiyaç var. Kapasitemiz 50 milyon ton, sorun yok. 150 bin insan kaynağına ihtiyacımız var. 3,5 milyon işsiz var yine sorun yok. Bu sefer 135 fabrika veya 10 adet Togg büyüklüğünde fabrika kurmamız lazım. Özellikle lojistik açıdan ülkemizde ulaşım mesafelerini düşündüğümüzde toplamda 20 ilâ 40 bin m2 arasındaki ölçekler daha doğru gözüküyor.

Finansman ve Kazanımlar

Biraz önce bir büyüğümüz “Finansman” demişti. Çok doğru, tam bu noktada aslında finansmana ihtiyaç yok. Bir kere var olan bir kapasitemiz var. Çelikçilerimizi modüler çelikçi haline getireceğiz. İkincisi, bir veri daha paylaşmak istiyorum. Deprem konteyneri üreten değerli arkadaşlar 6 ayda 75 bin konteyner ürettiler. Bu, yılda 150 bin eder. Sadece bu arkadaşların mühendislik ve tasarım kabiliyetlerini artırsak şu anda yılda 75 bin adet 2+1 evi üretme kapasitemiz var. Ben bu kapasitenin daha fazla olacağını düşünüyorum. Bir de yeni kurulacaklar var. Onu da hesaba katın bu noktada. Dolayısıyla konu bu. Bunun rasyonel olarak üretilebildiğinin kanıtıdır.

Biz böyle bir şey tercih ettiğimizde halk deprem dirençli evlere, maliyet avantajlarına, verimli alana ve satış sonrası bakım ile işletme anlayışına ulaşıyor. Daha uzun yapı kullanım süresine ulaşıyor. Ömrünü tamamlayan yapıda yüksek geri dönüşüm değerine ulaşıyor. Kamu ve yatırımcı ise daha ekonomik inşaat maliyeti, daha hızlı yapım süresi, geri dönüş süresi avantajı, geleneksel yapım yöntemlerine göre kolay denetim ve maliyet kontrolü, daha düşük yapı sigorta prim maliyeti, sürdürülebilir proje finansmanı kullanabilme avantajı, daha uzun yapı kullanım ömrü, ömrünü tamamlayan yapıda daha yüksek geri dönüşüm değerine ulaşıyor.

Yüklenici ise proje yapımında kolaylık, ekonomik olması, hız, planlanan ve gerçekleşen arasında uçurumların olmaması, iklim şartları tarafından engellenmeden inşaat yapabilme gibi ciddi avantajlar sağlıyor. Yani sahada çalışan adamla kapalı alanda çalışan adamdan bahsediyoruz. Biraz önceki örnekte olduğu gibi 3 vardiya çalışabiliyoruz kapalı alanda.

Geri dönüşümlü malzeme kullanımı nedeniyle doğal kaynaklarda tasarruf. Su tüketiminin azaltılması. Düşük karbon salımı nedeniyle iklim değişikliğine karşı mücadelede destek. Biraz önce finansman dedik, %38 karbon salan bir sektörüz. Sadece Kyoto Protokolü’ne imza atmamızdan kaynaklı yakın tarihlerde bunun bize ceza olarak bir yansıması olacak. Bu cezayı ödememek de bir finansman kaynağı aslında. Enerji kullanımının düşmesi nedeniyle doğal kaynakların korunması. Temiz üretimden dolayı doğaya saygı, düşük beton kullanımı sebebiyle çevreye verilen zararların azaltılması.

Ülkemiz de kazanıyor. Depreme karşı dirençli, hızlı, ekonomik bir yapı sektörüne sahip oluyoruz. Yapılan üretimde kullanılan enerji tüketimi, karbon salımı, su tüketimi azalıyor. Ülkenin yakın bir gelecekte su problemi var. Böylece, inşaat ihraç edebilir yapı fabrikalarına kavuşacağız. Modüler yapı tasarımı %47 ile Amerika, %23 ile hemen bizim kuzeyimizde. Yakın gelecekteki en büyük pazarın Orta Doğu ve Afrika olduğunu biliyoruz. Biz tam göbekteyiz. İnşaat malzemesi endüstrimiz çok gelişmiş fakat yapı yöntemi açısından geride kalmış bir ülkeyiz. Ancak, belki de hâlâ dünyanın en büyük modüler ülkesi olma şansımız var. Bugün sadece Suudi Arabistan’da önümüzdeki 10 yıl için modüler yapı pazarı trilyon doları aşmış durumda. Türkiye’den şu anda çok az sayıdaki geçici yapı firmaları oradan pay alma şansına sahip.

Dolayısıyla başa dönersek, rutinimizi değiştirerek modüler çelik yapı fabrikalarını kurduğumuzda, hiçbir ek yatırım gerekmeden sadece mevcut tesislerimizi değiştirdiğimizde deprem dirençli yapılara kavuştuk. Karbon salımını azalttık. İhraç edilebilir yepyeni bir endüstriye kavuştuk. Evet, Togg’dan örnek verdiğim için söyleyeceğim, dünyanın en büyük elektrikli otomobillerini üreten ülkesi olamayabiliriz, bunu iddia olarak ortaya koyamayabiliriz ama ben iddia ediyorum ki dünyanın en büyük modüler inşaat ülkesi olabiliriz. İçeride kendi ihtiyacımızı karşılarken kuzeyimizde çok verimli ülkeler, güneyimizde ise çok belirgin ihtiyaçlar var. Dolayısıyla bu işaretler değişmeyeceğine göre rutinimizi değiştirmeliyiz. Ceza yerine bu ödüllere sahip olmalıyız. Teşekkür ederim.
© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği