Çevremizde Durum. Önce, sevsek de sevmesek de hepimizi ilgilendiren çevremizdeki siyasi durumla başlayalım değerlendirmemize.
Maalesef Ortadoğu bölgesindeki siyasi istikrarsızlık sürüyor ve bunun kısa vadede sonuçlanmasını beklemediğimiz gibi aslında bölgede daha kötü günler de olabilir. Buna hepimizin fikren hazırlıklı olmasında ve daima bir B Planı’mızın bulunmasında yarar olduğu kanaatindeyim.
Küresel güçlerle ilişkilerimize baktığımızda; bir zamanlar dünyanın en büyük ekonomisine sahip, şimdi de eski durumuna gelmeye çalışan Çin ile ilişkiler geliştirilirken, siyasi ve ekonomik açıdan
Avrupa ve Amerika ile sorunlar ve kriz yönetimi bildiğiniz gibi devam ediyor. Amerika ile arada bir ılık hava esiyor, bu daha iyiye gidecekmiş gibi görüntü veriyor. Ama gelişmelerin öncesine baktığımız zaman, bu olumlu görüntülerin, hani bir şeyi dolayısıyla bir yanılsama olabileceği kanaatindeyiz.
Ekonomik sıkıntıların nedenlerini uygulanan ekonomi politikaları dışında, iç ve dış etmenler diye sınıflama mümkün. Ekonomimizi önemli ölçüde etkileyen iç nedenlerin başında Türkiye’de uzun zamandan beri süregelen güvenlik ekonomisi geliyor. Siz buna savaş ekonomisi, ya da terör ekonomisi ya da başkabir şey diyebilirsiniz. Bunun yanında bir de mülteci ekonomisi var ve bu da oldukça etkili. Ekonomi alanındaki tercihler gibi dış politikadaki tercihler de ister istemez ülke ekonomisini ekiliyor. ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçler Ortadoğu ve bölgedeki enerjinin ve pazarın kontrolü yönündeki beklentileri doğrultusunda doğrudanve dolaylı stratejiler yürütmektedir. Bu uygulamalarınülkemizi nasıl etkilediği genel olarak bilindiği için konunun detaylarına girmeyeceğim ama bütün bunların piyasalarda ciddi bir güvensizliğe ve belirsizliğe neden olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Çelik Sektörü. Çelik sektöründeki duruma gelince büyümeyedevam ediyor, Çin yüzde 8-9’luk bir büyüme ileciddi bir büyüme kaydetti. Diğer taraftan bakıyorsunuz Amerika, Hindistan, Avrupa’da -Almanya hariç- belli bir yüzde ile büyümeler devam ediyor. Almanya hariç dedim ama Almanya’da çelik sektöründeki küçülme muhtemelen bindeli rakamlar mertebesinde olacaktır. Türkiye’ye gelince Türkiye çelik sektörü konusunda yaklaşık yüzde 10 küçüldü geçtiğimiz yılda. Tabii bunun önde gelen nedenlerinden biri Türkiye’de çelik kullanımdaki azalma oldu. 2019 başında % 42 mertebesindeki azalma 2019 üçüncü çeyreğine girildiğinde % 25- 26 civarlarına düştü.
Talep azalmasını, yassı ve uzun mamul olarak ayıracak olursak; makina sanayinde, otomotiv sanayinde ve benzeri alanlarda yassı daha çok kullanıldı. Buna karşılık, çoğunlukla uzun mamul kullanan inşaat sektörü inşaat sektörü çöküntüye uğrayınca, uzun mamule talepte de yassıdan çok daha fazla azalma görüldü. Bunların sonucunda yüzde 10 bir küçülme ile karşılaştık. Yeni pazarlara yönelim devam ediyor ve etmek zorunda. Bütün bunlara rağmen ihracatta dünyada 6’ıncı sırada olabilmek önemli ama keşke o ihracatta istediğimiz kadar para kazanabilsek.
Tonaj olarak ihracatımız artıyor ama parasal olarak ihracatımız yeterince artmıyor, yani fiyata dayalı bir rekabet yürütüyoruz. Buradan çıkışın kalite endeksli rekabet olduğunu, bunun için günü kurtarmak yerine daha orta ve uzun vadeli çalışmalara ve ARGE’ye yönelmek gerektiğine inanıyoruz.
İnşaat Sektörü ve Yenileme Pazarı. Geçen yıl, inşaat sektöründe iç piyasalarda daralmaya hazırlıklı olalım diye bir notumuz vardı.
Aslında, iç piyasalarda her ne kadar bazı ekonomik tedbirler alınıyor ve bu bizi biraz rahatlatıyorsa da, sektörün iki yıl öncesine nazaran yüzde 80 küçüleceği, yani beşte bir boyutuna ineceği öngörülmüştü. Nitekim yavaş yavaş da o noktaya yaklaşıyoruz.
Burada inşaat sektörünü konutlara endekslememek gerek. Enerji santralları, alt yapılar, endüstriyel yapılar gibi yapılar gözönüne alındığında konutlar 4. veya 5. sırada sayılabilir.
İnşaat sektöründe böyle bir daralma olunca ve ekonomik nedenlerle yeni bina yaptırma şansı azalınca, mevcut binaların nasıl restore edebileceği ve nasıl yeniden kullanabileceği konusu gündeme geldi. Bu husus, tasarruf ve sürdürülebilirlik açısından da önemli. Avrupa da bu alana yöneliyor son yıllarda. Fakat özellikle taşıyıcı sistemin güçlendirilmesini içeren yenileme çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Yapının davranışını tehlikeli biçimde değiştirme riski daima göz önünde bulundurulmalı, özellikle statik tasarımı yetkin mühendisler tarafından yapılmalıdır.
İzmir’de Tariş’in binasının güçlendirmesini / restorasyonunu kapsamında yapının bütün taşıyıcı sistemlerini yeniden çelikle donattık. Bir maliyet hesabı yaptık ve gördük ki temel dahil bütün taşıyıcı sistemin yenilenmesi yerine, mevcut binayı yıkıp yenisini yapmak daha ucuza gelecekti. Ancak, bu bina yıkılırsa yerine yenisini yapmak için ruhsat alınamıyordu. Dolayısıyla daha pahalı olmasına rağmen restorasyon tercih edildi. Buradan şuraya gelmek istiyorum, hesabı çok doğru yapmak lazım. Derin yenileme bazen daha ucuza gelebilir bazen daha pahalıya. Önemli olan orada hangi işlemi yapılabileceği. Mesela tarihi bir yapıyı yıkıp yenisini yapamazsınız, o bakımdan restorasyon ya da deep renovation dedikleri derin yenileme konusunu çok iyi bir şekilde gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Enflasyonla Mücadele. Piyasalardaki nakit sıkıntısından bir kere daha bahsetmeyeceğim. Son zamanlarda faizlerin düşmesi enflasyon ile istikrarlı mücadele açısından önemli. Reel enflasyon ekonomiyi canlandıracak şekilde düşürülebilirse, bu yatırımların da canlanmasına neden olacaktır. Burada iki hususun altını çizmek gerekir: Birincisi yatırımcı kendini güvende hissetmek ister, ikincisi ise enflasyonun rasyonel bir şekilde düşmesi gerekir.
Günün birinde insanların alım gücü fevkalade düşerse, o zaman yeterli talep olmadığından enflasyon da düşmek zorunda kalır.
Yani bu "ohh enflasyon düştü" denebilecek bir şey değildir, diğer bir deyişle rasyonel olmaktan uzaktır.
Beklentiler Ne Yönde?. Bazen soruyorlar "Ne bekliyorsunuz, önümüzdeki altı ay içinde her şey düzelecek mi?" diye. Böyle bir hayale kapılmamakta yarar var. Bu güvensiz ortam biraz daha devam edecek gibi görünüyor kanaatimizce. Bu durum da bizi yeni pazarlara yöneltti. Her ne kadar çelik sektörümüz bu gelişmelerden olumsuz etkilendiyse de yeni pazarlara ulaşma çabası bizi 2019 yılında çelik ihracatında dünyada 6’ncı sırada, ithalatta 10’uncu sırada tutmaya yaradı. Sonuç olarak, sektörün yeni pazarlara yönelmesi hayatta kalmamızı sağlıyor diyebilirim.
Neler Yapabiliriz? Buraya kadar paylaştıklarımızla ilgili olarak öngördüğümüz ve sık sık da tekrarladığımız bazı önlemlere değineceğiz. Konuya girmeden önce bir anımı kısaca paylaşacağım: Çocukken bir film seyretmiştim "Dağların Fedaisi" diye, bu filmde abi kardeş dağın tepesine çarpan bir uçaktaki yolculara ulaşmak için buzul ve kayalıklara tırmanıyorlardı. Deneyimi abi dağcı olmayan kardeşine diyor ki: "Sakın kayalara ve elindeki kazmaya güvenme, adımına ve bilgine güven". Dolayısıyla biz de kazmalara, kancalara değil kendi adımımıza güvenmek, ayağımızı bilimsel yönteme dayalı olarak yere sağlam basmak ve sektör olarak da buna göre pozisyon almak zorundayız. Diğer bir deyişle, her şeyi devletten bekleme alışkanlığını artık bir an önce terk etmemiz ve sektör olarak şapkamızı önümüze koyup, sorunları tüm açıklığıyla belirleyip, sektör için ne yapabileceğimizi, sorunlarımızı nasıl çözebileceğimizi bizim değerlendirmemiz lazım. Burada ortak akılla çözüm üretme çabalarından söz ediyoruz.
Ancak, Türkiye’de maalesef böyle bir alışkanlığımız yok. Geçen dönem Avrupa Yapısal Çelik Birliği (ECCS) başkanlığını yapmış, ondan önce de 6 yıl süreyle Tanıtım İcra Kurulu (PMB) başkanlığını yürütmüştüm. 2015 Aralık ayında Dünya Çelik Birliği (WSA) ECCS’e geldi ve dedi ki: "Dünya üzerinde çelik satışları azalıyor gelin beraber bir program yapalım ve çelik satışlarını nasıl artıracağımızı değerlendirelim. Bununla ilgili yöntem geliştirme çalışmaları 2,5 yıl sürdü, gecen yıl Haziran ayında Birleşik Çelik Tanıtım-Avrupa (United Steel Promotion-Europe / USP-E) organizasyonu oluşturuldu. Buradan şuraya gelmek istiyorum:
Türkiye’de bizim de sorunlarım olmasına karşın, kötü bir alışkanlıkla bu sorunlarımızı devlet nasıl çözer diye bakıyor, çözemediği zaman küplere biniyoruz. Oysa üreticisiyle, tasarımcısıyla, imalatçısıyla bizim hep beraber bir araya gelip sorunlarımızı masaya yatırıp kendi kendimize orta ve uzun vadeli, gerçekçi çözümler aramamız şart. Devletten çözüm beklemekten artık yavaş yavaş kurtulup ortak akılla çözüm üretmemiz lazım.
Vizyoner Yaklaşım. "Küçük olsun benim olsun" zihniyetini bırakma zamanı geldi de geçiyor. Vizyoner bakışa ihtiyaç olduğunun altını özellikle çiziyoruz. Sanayicilerimizin tabii ki hepsi değil ama önemli bir kısmı kısa vadeli işlemlere yoğunlaşmış durumdalar. Orta ve uzun vadeli işler ve planlamalar genellikle ikinci planda kalıyor. Bu kapsamda gerçekleştirilecek etkinliğin içine girdiği zaman, bazılarının ilk sorduğu soru şu: "Bu etkinlik bana ne getirecek ne kazandıracak?" Ne kazandıracak sorusunun yanıtını ararken, ne zaman ne kazandıracağına bakmak lazım. Bir örnek vermek gerekirse; Eğer çeliği yapılarda daha çok kullanmak istiyorsak, çelik konstrüksiyon ya da çelik yapılar konusunda ders verecek akademisyenlerimizin sayısının acilen artmasına ihtiyaç var, hem de çok ihtiyaç var. Ancak, bana intikal eden bilgilere göre şu anda çelik yapılar konusunda doktora yapan öğrenci yok ya da çok az öğrenci var. Öğrencilerin, yalnız Türk Yapısal Çelik Derneği tarafından 17 yıldır düzenlenenÖğrenci Yarışmaları ile teşvikedilmesi mümkün değil. Bunun üzerine çelik firmalarından birine şöyle bir öneride bulunduk,"Bütün çelikçiler birleşsinler vebüyüklükleri oranında katkıdabulunarak, Avrupa’daki "Kömürve Çelik için Araştırma Fonu"(RFCS) gibi bir fon oluştursunlar. Bu fon ile ARGE yapılsın, sorunlar çözülsün, gerekiyorsadoktora öğrencileri okutulsun." Türkiye için "Dünyanın 8. büyük çelik üreticisi" olmaktan daha zor olanı bu seviyeyi koruyabilmektir.Bunlar çok büyük paralar değil, makul rakamlar ve çeliküreticilerimizin de bu imkanı olduğu kanaatindeyim.
Denetim Mekanizması. Denetim mekanizmaları çok önemli çünkü bizler zaman zaman "yönetmelikler yetersiz" diyoruz, "şunlar eksik" veya "uygulanabilir değil" diyoruz. Yönetmeliklerimiz hemen hepsi, çözümü ağırlaştırma pahasına güvenli tarafta kalarak yapılmış. Buna rağmen şu soruyu sormamız gerek: "Yapılan yönetmelikler uygulanıyor mu?" Neden uygulanmıyor?
Çünkü denetim mekanizmaları yeterli ve işlevsel değil, adeta göstermelik. Peki çok iyi bir denetim mekanizması kurulması için devletin onbinlerce kişi istahdam etmesini, herkesin başına bir bekçi dikmesini mi istiyoruz. Bunun mümkün olmadığını biliyoruz. Burada denetim mekanizması ile kastettiğimiz şey STK’ların da, sektörlerin de işin içine katılabileceği, sigorta sistemleri ile entegre, kendi kendini denetleyen bir mekanizmanınortak akılla kurulmasıdır. Bu mümkün olduğu takdirde, "Türk mühendisleri ve işçileri yanlış yaparlar" ön koşulu ile emniyet katsayılarını arttıran yaklaşım terk edilebilir ve yapıların daha hafif ve dayanıklı (resilient) olması sağlanabilir.
Kooperasyon ve Konsolidasyon. Bazen yurtdışında bir ihale açılıyor, dört uluslararası şirket kısa listeye kalıyor, bunlardan üçü Türk firması. Sonuçta üç Türk firması birbirlerini kıra kıra ihaleyi alıyorlar. Bu uygulama, ülke ekonomisi açısından iki nedenle sakıncalı. Birincisi, ülkenin geliri yok yere heba oluyor.
İkincisi ise, gayretlerimizi birleştiremediğimiz için uluslararası dev firmalarla rekabet şansımızı kaybediyoruz. Endüstri 4.0 deyince aklımıza hemen dijitalleşme geliyor. Oysa Endüstri 4.0’ın en önemli ögelerinden biri kooperasyondur. Planlı ekonomiyimükemmelen uygulayan Kore ve Çin örneklerinin dikkatle takip edilmesinde yarar olduğuna inanıyoruz. Özellikle yapısal çelik, yani çelik yapılar ve çelik sektörü için söylüyorum, daha etkin ve daha ekonomik çözümler üretmek için, "işbirliği güç birliği" deyip bir türlü uygulayamadığımız kooperasyonu hayata geçirmemiz şarttır. Hedeflerin boyutuna bağlı olarak, gerek büyük firmaların, gerek KOBİ’lerin kendi aralarında veya birbirleriyle ortak girişim ve benzeri işbirlikleri, hatta gerekirse şirket birleşmeleri dahi değerlendirilmelidir.
KOBİ’ler için, kapasitelerinin çok üzerindeki yatırımları birlikte kuracakları ortak şirket oluşturmaları, örneğin müşterek bir servis merkezi kurmaları da mümkün olabilir.
Burada önemli olan kurumsal yapının doğru oluşturulmasıdır.
Münferit çabalar yerine kolektif çabalar ile güç birliğinin oluşturulması, sektörün rekabet gücünün artırılmalı yönünde de büyük faydalar sağlayacaktır.
İhracat. İhracat attırılmalı. Korkarım ki kısa vadede gerçektenbaşka da bir çaremiz kalmadı. Bizim mutlaka, öncelikle ihracatı artırmamız ve bunun için sanayimizi de geliştirmemiz gerekiyor.
Dünya ticaret hacmi 18 Trilyon Dolar ve biz bundan yaklaşık 150 Milyar Dolar’ını kullanabiliyoruz. Demek ki önümüzde çok geniş bir manevra alanı var. Eğer dış politikamız ile biraz daha destekleyebilirsek ve devletle birlikte daha iyi organize olabilirsek,
halen daha ihracat yapabilecek bir alanımız var bizim. Katma değer artırılması konusu hep söyleniyor ama o zaman da diyoruz ki yani çeliği, çelik profil ya da inşaat demiri olarak satacağınıza bina olarak ya da bina elemanı olarak satarsanız o zaman çok daha fazla katma değer koymuş oluyorsunuz üzerine. Bu konudada inşallah çabalarımız bir sonuca gider.
KOBİ’lerin ihracatı artırılmalı diyoruz ama bunu derken, toplam ihracatın çok büyük bir kısmının çok az sayıda büyük firmalar tarafından yapıldığının bilinciyle ve ortak akılla belirlenecek dengeli ve farklı destek programları hayata geçirilmeli diyoruz.
KOBİ’lerin ihracatında karşılaşılan şu soruna da değinmeden geçemeyeceğim: Bazen bakıyorsunuz, küçük bir firma olmayacak düşük fiyatlarla ihracat yapıyor. İhracat yaptın mı? Evet yaptın ama Türkiye ne kazandı bundan, ya hiç bir şey veya çok az bir para. O para o firma açısından önemli olabilir ama ülke açısından yetersiz kalabilir. Bu bakımdan yukarıda da değindiğimiz konsolidasyonu ve kurumsallaşmayı önemsiyoruz.
Teknolojik gelişmeler konusunun ayrıntılarına burada girmeyeceğim ama kısaca şunu ifade etmek istiyorum: Dijitalleşme ve yapay zeka gibi konuların öne çıktığı günümüzde dünya artık yeni bir çağa geçiyor ve çelik üretim teknolojileri bile değişmek üzere. Dolayısıyla 2020 yılında bizlerin de hem çelik üretimi, hem de çelik yapılar konusunda teknolojiyi yakından takip etme zorunluluğumuz var. Bunun için üniversite ile sanayi arasındaki kopukluğun giderilmesi ve ARGE çalışmalarına hız kazandırılması için her türlü önlem alınmalıdır.
Yurt Dışı Yatırımlar. Yurt dışı yatırımların desteklenmesi konusunada kısaca değinmek istiyorum: Bizler Türkiye’de yapıp satmak istiyoruz, bu bizim geleneksel alışkanlığımız. Bunu bir ırk ayırımı olarak düşünmeyin ama, dünyanın her yerine gidip, her yerinde ticari kuruluşlar kurmaları ve üretim yapmaları Yahudilerin büyük başarısıdır.
Acaba bizim üreticilerimiz ve imalatçılarımız da dünyanın her tarafına kol budak salıp, her tarafında faaliyet mi yapmalı? Çelik üretim tesisi çok pahalı bir yatırım ama pahalı olmayan yatırımlar da var. Türkiye’den örneğin Kamboçya’ya çelik yapı elemanları ihraç etmeye çalışıyorsunuz ama Kamboçya kısa bir süre sonra bizden büyük bir ihtimalle çelik yapı almayacak çünkü orada birçelik konstrüksiyon fabrikası kuracak ve kendisi yapacak. Öyleyse, bilgi ve deneyimimizi değerlendirerek Kamboçya’daki çelik konstrüksiyon fabrikasını biz yapalım ve işletelim birilerinin yapmasını beklemeden. O anlamda sanayicilerimizin dünyanın her tarafına yayılmasında fayda olduğu kanaatindeyiz.
Ekonomik Değerlendirme. Sektörün toplam büyüklüğü 20 Milyar Dolar civarında. Çelik üreticileri dışında, sadece imalat ve kurulum alanında istihdam edilen personel sayısı 2019 başında 30 Bin kişi civarında idi. Ancak Türkiye’de artan işsizlik, diğertaraftan inşaat sektöründe artan durgunluk nedeniyle, 2020 başlarında çelik yapı alanında istihdam edilen personel sayısının 20-25 Bin aralığına düşmesini olasıdır. Bunun dışında kalan, çelik üreticilerinin çok büyük bir istihdam alanları vardır ve Türkiye’ye bu konudaki katkısı çok daha büyüktür. Üyemiz olançelik konstrüksiyon imalatçı ve fabrikatörlerinin yaklaşık 1/3’ü geçtiğimiz yıl konkordato ilan etti. Bu rakam gerçekten çarpıcı ve "ekonomi iyidir kötüdür" değerlendirmesinden bağımsız olarak dikkat çekici.
Geçen yıl yaptığımız değerlendirmede; 2019 için yapılarda kullanılan çelik miktarının - donatı çeliği hariç - 1.9 Milyon Ton olacağını öngörmüştük. Ancak bu yıl bizim aldığımız bilgilere göre 1,1 Milyon Ton civarında çelik kullanıldı. Bu da tabii çelik kullanımının bir hayli gerilediğini gösteriyor. Türkiye’de çelik kullanımı yüzde 42 azalırken, inşaat sektörünün durumu nedeniyle çelik yapı sektöründe bu küçülme daha fazla hissedildi.
Hafif çelik yapılar konusunda da biz yine 2019’da 3,5 Milyonmetrekare hafif çelik yapı yapılacağını öngörmüştük ama bunun da 2 Milyon metrekare civarına düştüğünü değerlendiriyoruz.
Çelik yapı elemanlarının ihracat rakamlarına gelince, Türkiye’de inşaat sektörü yüzde 80 oranında küçülürken çelik yapı sektörünün daha az etkilenmesinin sebebi ihracattan kaynaklanıyor.
Çelik yapılar sektörünün iki ayağı var, iki ayağından biri çeliğe basıyor biri de inşaat sektörüne. Dolayısıyla bazı sıkıntıları daha kolay atlatabiliyoruz. Çelik yapı ihracatı 1,5 Milyar Dolarların altına düştü. Bu da yaklaşık 1,9 Milyar Dolar civarındaydı.
Tanıtım etkinliklerimiz devam etmeli ve ediyor. Çünkü halen daha Türkiye’de çeliğin avantajları ve çelik sektörü yeterince bilinmiyor.
Gerek kamu, gerek özel yatırımcı da bilmiyor, mühendislerin önemli kısmı betonarmeyi iyi biliyorlar ama çelik az, mimarlar için de benzer durum var. Bunun için, tanıtım seminerleri yapıyoruz, yayınlarımız var, yıllardır yarışmalar düzenliyoruz.
Başta öğrenci yarışmalarımız olmak üzere bu etkinliklerimize destek bulamıyoruz. Öğrencilere ve eğitime yaptığınız hiçbir yatırım ertesi günü size geri dönmüyor ama yine de desteklemek ve yapmak zorundayız. İnşaat sektörü ile ilgili bazı değerler aşağıda sunulmuştur.