Çelik sektörü içerisinde 33 senedir kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama baktım ki çok büyük bir şey ıskalamışım, hem çelikçi olup yapısal çelik derneğinin faaliyetlerinden uzak kalmak bir özür gerektiriyor diye düşünüyorum. O yüzden bir kendimi tanıtmak isterim, ismim Uğur Dalbeler, ODTÜ’de metalürji okudum ve diplomamı aldığım günün ertesinde çelik sektörüne başladım. Hatta aslında okurken başladım ve 33 senedir de çelik sektörünün içerisindeyim.
Kendimi hep fanatik bir çelikçi olaraktanımlarım. Olabildiğince her platformda çeliğin aslında insan yaşamındaki öneminin altını çizmeye çalışırım. Çünkü bana göre, benim anladığım şey insanoğlunun aslında yaratmış olduğu en önemli materyal çelik. Yaşamımızın her parçasında var.
Fakat bugüne kadar bir eksikliğimiz var, topluma bunu yeteri kadar anlatamadık.
Çünkü çelik dediğimde veya metalürji dediğimde 40 sene önce ODTÜ’ye başladığımda babam hava tahmini mi yapacaksın demişti geçenlerde bir genç ile tanıştım oda metalurji kazanmış, aynı şeyi söyledi.
Demek ki dedim biz sektör olarak toplumakendimizi anlatamamışız. Çeliğin ne olduğunu yeterince izah edememişiz.
Çeliksiz bir yaşamı düşünmek mümkündeğil. Ama bir o kadar da eleştiri alıyoruz.
İngilizce de şunu söylerler çelik sektörü üç boyutludur, kirli, tehlikeli ve zor. Öyleyiz, zor bir sektör ve bu zorluğun içerisindefaaliyet gösteriyoruz. Bir zanaat gerçekten ama yaşam açısından olmazsa olmazı.
Geçenlerde bir soru sordular dediler ki çeliksiz yaşamı nasıl tarif edersin, herhalde kerpiçten bir evde oturuyor olurduk, yemeği de toprak kaplarda pişiriyor olurduk, kağnı ile yol alırdık, biri saldırdığında da ok atmaya çalışırdık. Güvenlik söz konusuolduğunda çelik olmazsa olmazımız. Zaten bugün içinde bulunduğumuz durumun da gerekçesi odur. Dünyada tüm ülkeler çelik sektörüne ayrı bir önem verirler, stratejik olarak nitelendirirler. 80’lerde başlayan globalleşmenin özellikle çelik özelinde bölgeselleşmeye gitmesinin de gerekçesi budur. Çünkü sektör son 20 yıl içerisinde ciddi bir yapısal değişim gerçekleştirdi.30 yıl önce bizim en büyük pazarlarımızdan biri olan Çin, bugün toplam çelik üretiminin ve tüketiminin yüzde 50’sini temsil ediyor. Ve o büyüklük dünyada birçok şeyi kontrol etmeye başlayınca diğer ülkeler dediler ki bu iş böyle gitmeyecek. Çünkü bu ulusal güvenlikle alakalı bir şey. Bakan Trump’ın her ne kadar yaptığı bizim aleyhimize de görünse bir ülkenin çıkarı açısından çok önemli. Çünkü buradaki ulusal güvenlik savunma ile alakalı bir şey değil, ulusal güvenlikten kasıt endüstrinin devamı, üretimin devamı. Üretmeyen bir toplum maalesef istediği refah seviyesine ulaşamaz. Üretimin devamlılığı açısından da en önemli malzeme, en önemli girdi çelik.
Bunu göz önünde bulundurarak ulusal güvenliğin gerekçe gösterdi alınmış kararda Trump da.
Türkiye’ye bakacak olursak, ben üyesi olduğum Türk çelik sektörü ile hep gurur duydum ve bunu da her fırsatta dile getirdim.
Çünkü son 30 yıla bakıyorum 3 5 Milyon Ton üretimden bugün dünyanın en büyük 10 oyuncusundan biri konumuna geldik.
Sadece bununla yetinmeyip dünyada çelik sektörünü çelik piyasalarını artık yönlendirir bir güce ulaştık. Bunu yaparken de yinegururla söylüyorum herhangi bir yardım almadan. Çünkü 20 sene önce Avrupalılara bir taahhütte bulunduk dedik ki biz Avrupa Kömür Çelik Topluluğu'nun gereklerini yerine getirmek istiyoruz. Kısıtlı sermaye imkanlarıyla tamamen özel sektör olarak bugün dünyanın en büyük 8 inci üreticisi konumundayız. İhracatımız dünyanın en büyük altıncısı bir o kadar da ithal ediyoruz bu da aslında ne kadar liberal bir ülke olduğumuzu, serbest ticarete ne kadar önem verdiğimizi gösteriyor. Geçen hafta Steelorbis’in bir konferansı vardı, orada rakip müşterilerimize, devletimize teşekkür ettim ve dedim ki herkes kendini korumaya alırken, ülkesi etrafında duvarlar örmeye devam ederken, bizim ülkemizde ithalatın serbestleştirilmesi, vergilerin kaldırılması için halen sonsuz bir çaba var. Bu şunugetiriyor ki, çelik sektörüne gerçekten çok güveniyorsunuz. Fakat bu başarı ancak sürdürülebilir olursa, devam ederse başarıolarak nitelendirilir. Yoksa hani derler ya kubbede hoş bir seda, güzel bir anı olarak kalır. O yüzden biz bundan sonra bu başarının sürdürülmesi adına neler yapılması gerektiğini düşünme noktasındayız. Zira çelik sektörü global anlamda bir değişimin eşiğinde.
Bugüne kadar, şu anda var olan çelik aslında 150 sene önce bir İngiliz’in geliştirdiği yöntem üzerinde üretilmeye devam ediyor. Ama bunun da tabii ki bir bedeli var.
Bugün dünyada artık kimse etrafında en ufak bir kirliliğe tahammül edemiyor. Bu bilinç son derece yükseldi. Çelik sektörünün de en büyük sıkıntısı yaratmış olduğu emisyondur. Çünkü mevcut yöntem demir cevherindeki oksijenin karbonla redüklenmesini gerektiriyor. Artık bu yöntem sürdürülebilir olmaktan çıktı. Nitekim son on yıldır farklı bir yöntem, bir yeni icat nasıl yaratabiliriz buna kafayı yoruyor ve oksijenin hidrojen ile yer değiştirmesi düşünülüyor. "Yeşil Çelik" tanımı tamamen bundan sonra mümkün olabilecek. Ama bunun ticari hayata geçmesi için önümüzde bir 20 - 30 sene olduğunu söyleyebiliriz.
Halihazırda Almanya’da, İsveç’te, Avusturya’da pilot tesisler kuruldu fakat bugün için bulunan ya da yapılan yöntem yine de ulaşılmasını istediğimiz temiz çeliğe dair değil. Çünkü hidrojeni iki şeyden alabilirsiniz birincisi doğalgazdan, buna "Mavi Hidrojen" diyorlar, aslında kirli hidrojen, bir diğeri de havadan. Asıl temiz olan bu.
Bunun için çelik endüstrisi 5 Milyar Dolar’a yakın bir bütçe planladı ve ciddi bir çalışmaiçerisine girdi.
Şimdi biz ne yapmalıyız? Biz aslında göreceli olarak ortalamaya baktığımızda daha avantajlı gibi görünüyoruz. Bu konu da aslında çok eleştiri yaratıyor. Zira Çin’e bakıyoruz yüzde 95’i yüksek fırınlarla üretiyor çeliği, bazik oksijen fırınları ile. Türkiye’de ise yüzde 75 ark ocaklarıyla üretim. Malumunuz ark ocakları ciddi anlamda elektrik ihtiyacı gerektirir, zira çeliği elektrik ile ergitirsiniz. Ama buna rağmen bir yüksek fırının yarattığı emisyonun sadece 1/5 ini yaratır. Şimdi şu gün için avantajlı gibi görünmekte fakat 20-30 yıl sonra eğer dünya cevheri oksijen yerine hidrojen ile redüklemeyi başarırsa, bunun artık bir önemi kalmayacak. O sebeple bizler çelik üreticileri olarak 30 sene sonra bu noktaya gelindiğinde pozisyonumuzu çok çok iyi belirlemek zorundayız. Bunun hazırlığını şimdiden yapmak zorundayız.
Bu işin teknik tarafı. Öbür taraftan baktığınızda hepinizce malum zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Dünyanın en güzel yeri ama en zor yerlerinden de bir tanesi. Öngörülebilirlik oldukça düşük. Krizlere bakıyorsunuz çok daha sık ve derin. Stabilite batıya göre çok daha sınırlı ve kısıtlı. Bu bizi kriz ortamında çalışmaktan dolayı verimli, esnek, hızlı yapsa da başarı için yeterli olduğu söylenemez.
Önümüzdeki kısa vadede belli sorunlarımız var. Almanya’daki imalat sanayi çöktü, bana göre bir sebebi de Türkiye’deki piyasaların çökmesindendir. Çünkü Almanya da aslında ihracatla yaşayan, ihracatla büyüyen bir yapıya sahip. Bu da tabii Avrupa’da bir resesyon tehlikesini ortaya çıkarttı. Onun yanı sıra bakıyoruz Amerika o beklediği büyümeyi bir türlü gerçekleştiremedi. Uzak Doğu da hakeza Japonları, Korelilerin ihracatlarında düşüş var, o da talebi geriletiyor ve Ortadoğu malum, burada bir stabiliteden bahsetmek mümkün değil. Şimdi bunlara baktığımızda önümüzdeki dönem bizler açısından biraz sıkıntılı görünüyor.
Ama mücadeleye devam edeceğiz. Bunun için birkaç öneri sunduk. Öncelikle hakkımızı savunmak için elimizden geleni yapmalıyız, çünkü tabiri caizse sesimizi çıkarmadığımızda gelen vuruyor giden vuruyor. Amerika önce dedi ki ulusal güvenliğimiz koruma altına alacağım, sonra bir baktık bizi hedef göstermeye başladı.
Önce yüzde 50 yaptı dedi ki rahibi bırakmadınız, sonra yüzde 25’e indiriyorum dedi. Sonra yeniden artırırım eğer Suriye’de sözümüzden çıkarsanız dedi, bunun gibi işi tamamen politize ettiler. Avrupalılar 20 sene önce bizimle bir anlaşma imzalayıp güya bizi pazara ortak ettiler ama şimdi bir baktık ki onlar ortak olmuş biz pazar haline gelmişiz. 20 sene boyunca buraya gayet güzel üçüncü ülkelere kapalı bir pazarda büyük avantajlarla ihracat yaptılar, 20 yılın sonunda ilk kez biz onlara fazla verince ortalık ayağa kalktı kısıtlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunu da şöyle tarif ediyorum hani maç yapıyorsunuz karşılıklı, karşımızdaki ilk yarı 20 tane gol atmış biz ikinci yarıda bir gol atınca hemen hakeme koşup kaleyi küçültün diyorlar. Şimdi aslında Avrupalı olma değeri ile tamamen ters düşen bir şey bu. Verilen sözü tutmak, attığınız imzaya sadık olmak konusunda bana göre Avrupalılar sınıfta kaldılar.
Bunlar kısa vadeli sorunlar. Aslında biraz uzun vadede neler olacak, dünya nereye gidiyor onun için de düşünülmesi gereken bir dönem içindeyiz. Şuna inanıyorum ki artık yeni bir çağa girdik. Bundan sonra dünya bambaşka bir noktaya evrilecek. Tahmin edemediğimiz, düşünemediğimiz şeylerle karşılaşacağız. Işın Çelebi’nin düzenlediği bir toplantıdaydım konusu da "Kırılımve Dijital Yönetim" di, Microsoft’un genel müdür yardımcısını şunu söyledi, bugün ilkokulda okuyan çocukların yapacakları işlerin yüzde 65’i halihazırda yeryüzünde yer almıyor. Şimdi bunu düşünerek biznereye doğru yol alacağız, onu oturup hayal etmeye, tasarlamaya, analiz etmeye, değerlendirmeye başlamalıyız. Örneğin bugüne kadar inanılan, eğer ucuz bir iş gücüne sahipseniz, genç bir nüfusa sahipseniz bu sizin için avantajdır. Bu artık geçerli değil maalesef. Ucuz üretmenin çok bir önemikalmıyor. Çünkü artık işin imalat tarafını, üretim tarafını makinalar kendi kendilerine yapacaklar. Kendi kendilerine öğrenecekler, kendi kendilerine konuşacaklar ve çok daha ucuz ve çok daha verimli şekilde anlaşılacak, o zaman biz ne yapmalıyız? Bence önce şu şekilde başlamalıyız, çelik sektörü olarak biz bugüne kadar anlatamadığımız veya anlatmayı beceremediğimiz çevreye ve topluma karşı sorumluklarımızı çok iyi belirleyip onları anlatmak zorundayız. Çelik önemli bir metal, benim için en önemlisi, zira bakıldığında diğer malzemelerle dekıyasladığınızda öncelikle dayanımlı, çok dayanımlı, esnek, maliyet açısından göreceli olarak çok daha ucuz ve en önemlisi bugün veya bundan sonra yaşamsal döngüsü neredeyse sonsuz. Üretiyorsunuz kullanıyorsunuz tekrar geri dönüşüm, tekrar üretim ve bunu sonsuz sayıda yapabiliyorsunuz. Yani bugün var olan kaynaklarda yaşadığımız sıkıntıları belirlemek açısından çok önemli bir malzeme. Bunun dışında gelecekte neler olacağına baktığımzıda Yapısal Çelik Derneği’ne hitap ettiğim için şuradan örnek vermek istiyorum, yapılardan. Bir ay önce Meksika’da Dünya Çelik Birliği’nin genel kuruluna katıldık ve bunları konuştuk, 2050yılına kadar bizi neler bekliyor, nelerle karşılaşacağız, biz kendimizi o gelişmelere nasıl hazırlayacağız konularında, tabii yapılar çok önemli, çünkü çelik sektörü açısından en büyük müşteri yapı sektörüdür. Üretilen tüm çeşitli çeliklerin yüzde 50’si alt yapı ve üst yapıda kullanılır. 2050 için öngördükleri dünya nüfusunun yaklaşık 9 Milyar’a ulaşacağı ve bu nüfusun da yüzde 70’ininşehirlerde yaşayacağı. Şimdi bu hafta 1 Milyon kişi şehirlere taşındı, önümüzdeki haftada 1 Milyon kişi şehirlere göçecek. Her gündünyada yaklaşık bir Paris büyüklüğünde bir alan inşa edilmekte. O yüzden şehirleşme yaşam ve çevre açısından çok önemli.
Çünkü şehirler dünyada üretilen enerjinin yüzde 80’ini tüketirken emisyonun yaklaşık yüzde 75’ini yaratıyorlar. Şehirlerdeki binalar da hakeza bakıldığında enerjinin üçte birini tüketiyorlar. Emisyonun, yaratılankatı atığın yüzde 40’ını yaratırken var olan kaynakların da yüzde 40’ını tüketmekteler ve sadece önümüzdeki on yıl içerisinde enerji ihtiyacının yüzde 50’si ve ham maddeihtiyacının yüzde 40 artacağı öngörülmekte.
Şimdi bunlar göz önüne alındığında kaynakların verimli kullanılması, emisyonun minimumda tutulması, sıfır karbon ekonomisinde olabilecek maksimum getirinin sağlanabilmesi için yapılaşmanın ne yönde olacağının iyi belirlenmesi lazım.
Ve şu anda çıkan sonuç bizde konuşulanın düşünülenin ve söylenenin aksinebundan sonra yapılaşmanın yatay değil dikey olacağı yönünde. Çünkü kaynakların optimum kullanılması bunu gerektirmekte.
Şimdi çelik bu anlamada önemini gittikçe artıracaktır bana göre ama çelik sektörününbuna uyum sağlayabilmesi gerekiyor. Birincisi çeliği üretirken sıfır karbon salınımıyla üretmeyi başarması gerekiyor. Çok daha esnek, dayanımlı olması gerekiyor, modüler ve de projeye uygun müşterinin ihtiyacına yönelik üretim metotların benimsemesi gerekiyor.
Dünya Sağlık Teşkilatı şunu diyor, yetişkinler zamanının yüzde 80’ini, çocuklarda yüzde 90’ını kapalı alanlar içerisinde geçiriyorlar. Bu tabii yapıların önemini bir o kadar daha bizler için arttırıyor. Çeliksektörü olarak da bu manada aslında önemimizi koruyoruz. Dayanımlı bir malzeme üretiyoruz, geri dönüşümlü, böylelikle kaynakların verimli kullanma açısından önemli bir malzeme yapıyoruz. Buna ayakuydurabilmek için Türk çelik sektörü olarak da bir an önce dünyanın nereye gittiğini iyibelirleyip pozisyonumuzu iyi almak zorundayız.
Zira mesele sadece yeşil çelik değil, bir başka unsur bir başka tanım çıkardılar o da "Sorumlu Çelik". Artık tüketici şunu söylüyor, ben kullandığım malzemeye ne kadar güvenebilirim, kullandığım malzeme çevreye, topluma olan sorumluluğunu nasıl yerine getiriyor. Lütfen bunları bize sertifikalayın ve bunların nasıl denetlendiğini de kanıtlayın. Bizim buna hazır olmamız gerekiyor. Malzemenin ham maddenin yaratıldığı alandan kullanıcıya ulaştığı alana kadar geçen süreçte her aşamanınbugün değerlere uygun, çevreye duyarlı,topluma duyarlı üretildiğinin kanıtlanma ihtiyacı var. En önemli kelime bana göre sürdürülebilirlik. Burada da üç önemliunsur öne çıkıyor tabii, bunlar da ekonomik sosyal ve çevresel bunları göz önünde bulundurarak, bu gururla bahsettiğimiz son 30 yıllık başarının performansının bundansonra da sürdürülebilmesi için ne yapmamız gerektiği üzerinde bence el ele verip birbirimizle uğraşmayı bırakarak ortaklaşa, en azından asgaride buluşup birlikte bu işi nasıl başaracağımızı düşünmenin zamanı gelmiştir. Çünkü dünya her gün daha hızlı dönmeye devam edecek.