Mimar Ahmet Alataş, Mimar Melike Altınışık, Makina Yüksek Mühendisi Selami Gürel
H. Yener Gür’Eş: Tasarımın öncesini, bugününü ve yarınını konuşacağız. Türkiye’de çelik yapı tasarımı nereden nereye geldi ve nereye evriliyor konularını konuşalım istedik. Amacımız içtenlikle meseleleri ortaya koymak ve paylaşmak. İlk olarak TUCSA’nın da kurucularından birisi, duayen bir isimle başlıyoruz. Özellikle yurt dışında gerçekleştirdiği projelerle her zaman gündemdekalan, hakkında zor projelerin adamı diye söz edilen bir uzman mühendise sormak isteriz, neden daha çok yurt dışında işleriniz ve uzun bir zamandır bu sektörün içinde olan birisi olarak değerlendirmenizi istesek nereden nereye geldi Türkiye’de çelikyapı tasarımı? Karşılaşılan sorunlar nelerdir ve bunlara nasıl bir çözüm önerirsiniz?
Selami Gürel: Çelik yapıların gelişmesi için bir sevgi gerekiyor, bizde o sevgi var öncelikle bunu söylemek isterim. Neden yurt dışında daha çok işler yapıyorum çünkü biz parası olan ülkelere hizmet verebiliyoruz,parası olan ülkeler bu tür yatırımları çok büyük mimarlara tasarlatıyor ve finanse ediyor, bizlere de yapmak düşüyor. Bizim dernek yönetimi olarak en önem verdiğimiz kesim mimarlar. Burada iki değerli mimar arkadaşımız var mimarlar çelik yapıyı tasarlayıp satarsa biz yaparız, onlar satmazsa hiçbir şekilde şansımız yok.
Yurt dışında ikonik ya da anıtsal dediğimiz çelik yapılar yapıyoruz.
Bu yapılar Türkiye’deki müteahhitlereçok uzak ve para kazandırmıyor.
Büyük yatırımlar gerektiriyor, büyük paralara mal oluyor bu yapılar. Melike Altınışık Çamlıca Kulesi’ni nasıl kabul ettirdi bilemiyorum ama o yapıda 6 Bin Ton çelik var mesela. Ben tabii bu hizmeti pek devletten beklememeliyiz diye düşünüyorum, çünkü devletin amacı anıtsal yapılar yapmak olmamalı, benim şahsi fikrim bu tabii, ama belediyelerinki bu olabilir. Belediyeler bir şekilde ele almalıdır. Mesela altından geçtiğim yaya geçitlerinde gözümü kapatıyorum. O pas, o kaynakhataları, o berbat tasarımlar, bir mimarisi de yok, belediye yöneticileri neden bir yaya geçidi, köprü gibi konularda yarışma yapmıyor, bilemiyorum, yapmalı ama.
Yurt dışında bizim şansımıza çok büyük çelik yapı işleri çıktı.
Mesela Nazarbayev ülkesine sıfırdan bir şehir tasarlattı, biz de 6-7 tane çok anıtsal binasını yaptık. Sadece çelik yapı yapmak yetmiyor yanına cepheyi de takmak gerekiyor, yanına yapımı zor makine mühendisliğini de takmak gerekiyor. Yani izlediniz mi bilmiyorum, biz Çamlıca Kulesi imalatını yaparken 1200 Ton’u çok özel bir metotla kaldırdık yukarıya, sonra dış cephelerini kaldırdık. Şu anda alt kısımlarını benim önerdiğim metotla yapmıyorlar ve zorlanıyorlar.
50’inci metreye mobil vinç ile ulaşmaya çalışıyorlar zorlanıyorlar.
Benim ilk tanık olduğum çelik yapı, 1960 yılıydı rahmetli babam Petrol Ofisi’nde çalışıyordu ve Trabzon’a petrol tankları yapılıyordu, ben de orada şantiyede levhaların kaynatıldığı görmüştüm, yaşım da 7 idi.
Demek ki bir yerlerde levha yapılıÇelik yordu o zamanlar ama ondan sonra ODTÜ’den mezun olmadan önce 1973 yılında İskenderun Demir Çelik Fabrikası montajındaydım, Gülermak’taçalışıyordum. Rusya’dan 30 Ton’luk çelik kolonlar getirilmişti.
İskenderun Demir Çelik Fabrikası binası Rusya’dan gelmişti, her şeyiyle beraber. Yani sadece proses değil binası daRusya’da gelmişti. Biz de monte etme aşamasını görmüştük. Ozamana kadar termik santraller, hidrolik santraller, gübre fabrikaları,petro kimya, çimento sanayi gibi alanlarda hep endüstriyel işler üretildi çelikle.
90’lı yıllara kadar hep endüstri yapıları yapıldı. 90’lı yıllarda Sovyetlerin bitişinden sonra Özal tuttu elimizden gelin yurt dışına gidelim dedi ve bir baktım 1973’de Rusya’dan çelik yapı geliyordu şimdi Türkiye’den Rusya’ya çelik yapı gidebiliyor.
Yani uluslararası müteahhitlikarttı. Bizlerin hünerleri arttı, Avrupa’dan ilk ödülü aldığımız Tatilya projesi mesela, mimar Oktay Nayman’ın tasarımıydı, değişik bir çatısı vardı, ben de onu akıllı bir şekilde metrekaresi 36 kilo gibi çok hafif bir şekilde çözmüştüm. Üstü cam kaplıydı, o sayede cam, alüminyum, çelik bir arada bir fark yarattığını anladım, şu anda da gidiş yolumuz bu.
Şimdi bu dönem sektörümüzün Türkiye’de gelişmesi için maalesef çok kötü bir dönem. Halimiz belli bırakın çeliği, betonarme işleri de yok. Türkiye’de iş yok. Bir sektörün gelişmesi ancak elde bir iş varsa olur. İş olursa onu yapmak için danışırsınız, araştırırsınız, çözersiniz. Türkiye’yi bir tarafa bırakıp yurt dışına gelelim, o kadar çok Avrupa’da teklif veriyorum ki ben bu işleri İspanyollar İtalyanlar alıyor, buna inanmak zor Türkiye’den ucuz fiyat vermesi mümkün değil aslında. Doha’da, Dubai’de Hintli işçinin saati 4 Dolar, bizim fabrikalarda her şey dahil 6 Dolar. Polonya’da iş yaparken saatine 30 Dolar kaynak için ücret ödedim. Avrupa Birliği içinde bizden nasıl ucuz fiyat verebilir diye bakıyoruz. Dünyada da rekabet had safhada kötü bu nedenle gelişmeyi bence sadece basit çelikyapı yapma fikrinden vazgeçmek lazım. Mühendislik imalatçılık ve montajcılık açısında ne dertler var diye bakarsak öncelikle mimarların iyi mühendislik firmalarını seçip üç kuruş kendi haklarından taviz verip mühendislik firmalarına destek olmalarının gerektiğine inanıyorum. Bunun için yatırımcıların da iyi mimarlara biraz fazla bütçe ayırmalarını diliyorum, proje firmasının devamlılığı kadar önemli bir şey yok yani bakıyorum Suudi Arabistan’da bir projede Foster mimarlık firması mühendislik firması ile anlaşarak birleşmiş bu projeyi almış. Böyle bir şey var mı biri mimar biri mühendis bütün gücünü toplayıp projeye giriyor. Foster kaç yıllık firma Arup kaç yıllık kuruluş. Ben projecilerin imalatçılık yanının da olması gerektiğine inanıyorum çelik yapıda. Mühendislik açısından Türkiye’de çelik yapı alanında iyi yerde olabilecek en üst yerde olduğuna inanıyorum. Mühendislik firmalarımızın yurt dışına iş alamaması olamaz aslında. Bizim mühendislik ücretimiz de düşük bakıyorsun 1000 Dolar en babası 2 000 Dolar maaşlardan bahsediyorum buna rağmen iş alamıyorsa ya pazarlamayı bilmiyor ya referanslarını toparlamadı ya yabancı dili eksik. Halen daha aynı sorun var ben bu yaşıma kadar üç dil öğrendim ve halen daha aynı sorun var neden, bizim ilkokul İngilizcesi yetmiyor çünkü. Benim çalıştığım mühendislerin hepsi üst seviyede.
Bütün uluslararası standarda Amerikan mı, İngiliz mi, Rus mu mühendislik olarak geçtik bunları, hepsinde varız. İmalatçılarımıza gelelim nitelikli fabrikalarımız var, senede 30 Bin Ton kapasitelerdeler. Eskiden olduğu gibi Avrupa’dan makine de getirmiyoruz CNC tezgahlarımız falan Bursa’da yapılıyor oradan alıyoruz. Profil işlemesi,lavha işleme bütün tezgahlarımız Türkiye’de üretilebiliyor buna rağmen mal satamıyoruz, eleştirmemiz lazım kendimizi.
Montaja gelince burada da lisan sorunu en önemli sorunumuz. Bakıyorum Lübnanlı formen mühendis İngilizce, Arapça, Fransızca biliyor ve körfez ülkelerinde çok rahat çalıyorlar. Fransızca biliyor diye Kamerunlu genci işe alıp yetiştirdik, yolladık yurt dışındaki projemize. Türk işçisinin Doha’da çalışamamasının bir sebebi yabancı dili olmaması, iş güvenlik sınavını geçemiyorlar. Bir de küçük imalatçıların birleşmesi gerektiğine inanıyorum. Belli tonajın, belli kapasitenin altı verimli değil. Kiralık dükkanda ayda 200 Ton yapayım devirleri geçti. Ve mümkünse bu birleşmeyi deniz kenarı bir yerde yapsınlar istiyorum ki, sevkiyatı kolay olsun, çelik yapı ihracatımız artsın.
H. Yener Gür’Eş: Kendisi genç olmasına karşın uluslararası alanda başarılı çelik yapı tasarımlarıyla dikkat çeken mimarımıza da aynı soruyu sormak istiyoruz. Çelik mimari açısından neler değişti, nereye doğru evriliyor sizden dinlemek isteriz Sayın Melike Altınışık?
Melike Altınışık: Aslında Selami Bey’in bıraktığı yerden devam etmek çok güzel olacaktır, biz mimarlar genelde yapılarımızda hem tasarım aşamasında hem onların yapılabilir aşamaya geçtiği dönemde genel olarak diğer sektörleri takip ederiz ama bu süreç özellikle yapma kısmına gelince biraz geriden takip eder. Çelik kullanımı diğer sektörlerden de beslenir. Mesela bir gemicilikte gemininkaburgasında nasıl kullanıldığından tutun orada kullanılan yapım teknikleri, yapılabilme yöntemleri aslında 1900’lerin sonlarına doğru mimaride de karşılığını bulmaya başladı. Böylece çelik mimariye daha organik bir şekilde girmeye başladı ve bir nevi de şu an bizim terminolojik olarak binanın cephesi, cephe dediğimiz kavram artık aslında binanın kendisi olur hale geldi. Çatı ve cephe dediğimiz eskiden, "Fasat" diyeyim, binanın yüzü olma durumu artık tek yönlü bir şey değil. Ön görünüş, yan görünüş bir kavram olmaksızın tamamıyla bütünleştiği bir hal almaya başladı. Şu an genelde daha organik kompleks formları tasvir ederken kullandığı mız binanın kabuğu diyoruz, o kabuk dediğiniz şey hem çatısını, cephesini, onun bir örtüsünü temsil ediyor. Burada tabii ki çeliğin kullanımının büyük faydaları söz konusu olmuştur. Yanimimar ve mühendislerin akıl birliği ile birlikte daha geniş açıklıklar geçebilen, daha eğrisel geometrilerin gerçekleştirilebildiği, hatta gittikçe şeffaflaşan yapılar yapabilir hale geldik.
İnşaattaki yapma kapasitelerimizin artması ve mühendislik bilgisiyle daha entegre bir şekildekullanma gücünüzün artması, bunu fark edebilenmimarlar ellerinden geldiğince daha şeffafve daha hafifi yapılar yapmayı istiyoruz, hepimizadına söyleyeyim ve doğayla olan ilişkimizide sürdürülebilir hale getirebilmek için de tabii ki bunların faydası oluyor. Çelik yapı elbette bir binada tek başına tamamıyla çelik olarak yapabileceğimiz gibi hibrit sistemler de kullanıyoruz.
Mesela biz İstanbul’daki Çamlıca Kulesi’nde kulenin ana omurgasını betonarme çözdük ama ona takılan bütün katlar çelik olarak gerçekleştirildi.
Benim daha proje aşamasındayken fikrim buydu, kaldırabilir miyiz üç -dört katlı bloklar halinde, yerde inşa edip onlar yukarı kaldırılabilir mi demiştik, Selami Beyler de onu gerçekleştirdiler. Mimar olarak bir fikrimiz, hayalimiz mühendisle birlikte gerçekleşti. Şu anda inşaatı da o bağlamda tamamlandı.
Yine benzer şekilde şu anda Seul’de bir projede çalışıyoruz. 2019 yılının başında Güney Kore
Seul’de bir uluslararası yarışma kazandık, Seul Robot Bilim Müzesi.
Burada üst yapı tamamen çelik bir konstrüksiyon ile çözülüyor.
Robotla monte edeceğiz, montajda robotlar devreye girecek. Robot müzesinde hani robotlar kendi evlerini inşa edecekler diyelim.
Oradaki ana fikir de şuradan geliyor madem böyle bir ilerleme kaydedilmiş o ülkede, özellikle robot bilimini sergileyecekleri bir müze yapma ihtiyacı duyuyorlar, sergicilik kavramını bir düzleme getirip nasıl yaparız dedik. Bunu yaparken de bina bittikten sonra biz binaların içine girip onları tecrübe ediyoruz böyle olmamalı dedik, madem böyle endüstride de robotlar olabildiğince geliştiler onlar kendi binalarının yapımında yer almalılar ve bina sergisini açarak aslında yapımı ile birlikte sergilenmesini başlatarak hizmete başlamalı dedik. Şimdi o konuda da çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Burada çelik kullanmanız gerekiyor bunlar hep ana fikriniz ile de ilişkili, geçmek istediğiniz açıklıklar, vermek istediğimiz hizmetle de çok alakalı oluyor. Yani özgürlük alanımız gittikçe genişledi diyebilirim. Burada da tabi ki akıllı sistemleri kullanmak ve yeni metotlar öne çıkıyor.
Yıllar önce elinizle yaptığınız şeyi bugün bilgisayar kullanarakyapıyorsunuz ama ben özünde hep şunu söylüyorum o beyaz kağıtla kurduğunuz, eliniz ve beyniniz arasındaki ilişki halen daha geçerlidir. İlk tasarlayan mutlaka sizsinizdir hiçbir zaman bir bilgisayar programı bir şey tasarlamaz. Onlar sizin sadece aracınızdır, süreyi hızlandırmak, kolegrasyonu artırmak, ekipler arasında daha iyi bir iletişim kurmak için kullandığımız araçlardır. Bunların hepsi bütünleşince aslında zor olarak görülebilen yapılar gerçekleşebiliyorlar.
Tabii ki bir yerden sonra bütçe meseleleri işin içine girebilir, o yüzden hangi malzemeyi nasıl kullandığınız da yine bu akıllı programları kullanarak, zaman planlaması ya da farklı çeşitli planlamalarla onları kontrol edebiliriz.
Ben aslında bunların hepsini bir bütüncül sistem olarak görüyorum.
Akıllı Kentler, Akılı Sistemleri gerektiriyor. Akıllı SistemAkıllı Tasarım Tekniklerini getiriyor. Hepsi bir bütünün parçası.
Yani bizlerin bunları konuşabilmesi ve gündem haline getirmesi,teknolojideki gelişmeler aslında işin özüne dönersek bundan yüzyıl önce tartışılan konulardan farklı değil, başka bir şey tartışmıyoruz.O zaman da dünyanın geleceği, artan nüfusu, sürdürülebilirliğihepsi benzer şekillerde tartışılıyormuş, araştırmalar bunu gösteriyor. Yine aynı şeyleri tartışıyoruz ama yapma şekillerimiz değişiyor.
Bu sorunlara cevap bulma şekillerimiz değişiyor. Fakat en büyük fark şuradan doğuyor, dünya nüfusu kat be kat arttı, artmaya da çok hızlı bir şekilde devam ediyor. Burada tabii ki yapma eyleminin hızlanması ekonomilerin daha çeşitli şekillerde, daha devinim halinde ilerlemesi öne çıkıyor. Bilgi her şeyin özünde yatıyor, bilgiye ne kadar hızlı erişirsiniz, bilgiyi ne kadar hızlı üretirseniz öne geçiyorsunuz. O yüzden BİM diye bir şey konuşuyoruz, Yapı Bilgi Modellemesi diyoruz. Aslen de bütün bilgiyi en hızlı şekilde nasıl bir yerde toplarsın konusu. Yine tasarlayan sizsiniz, yine o beyaz kâğıda tasarlayan kişi bunu yapıyor ama yapma şekli değişiyor. Çünkü daha çok kişiyle iletişim halindesiniz artık daha hızlı bir şekilde iletişim kurabiliyorsunuz. Mimar tek başına değil mühendislerle, üreticiyle olan ilişkisi değişiyor. Hepsi bir bilgi havuzunun içerisinde birlikte düşünebilir hale geliyor. Tasarlayabilir ve üretebilir hale geliyorlar hep birlikte. Daha tasarım aşamasında ne üreteceğinizi tüm detaylarına kadar düşünebileceğiniz bütçesine kadar değerlendirebileceğiniz bir ortam. Bunun Akıllı Kentle olan ilişkisi ne oluyor, siz bunu bina ölçeğinde yapıyorsunuz ama o binanın aslında siz bütün enerjisini de kontrol edebiliyorsunuz. Tasarlarken seçeceğin her bir malzemenin işverene getireceği maddi karşılığından tutun aslında kent ölçeğinde uzun vadedeki ömrü boyunca ihtiyaç duyacağı bilgileri bile artık en başında hesaplayabiliyorsunuz. Getireceği zararları da örebiliyorsunuz, çevre kirliliği ya da o yapı ileride nasıl yok edilecek bunu bile hesaba atabiliyorsunuz.
Bu teknolojinin bizlere çok büyük faydaları var ama onu nasıl kullanmak istediğiniz ise tasarımın bir parçası bana göre. Heminsanlık adına, hem toplum adına, hem sürdürülebilirlik adına geleceğe karşı bu bilgileri buna bağlı. Her şeyin özünde enerji diyorum ne kadar az enerji tüketen yapılar tasarlayabilirsek büyük kazanç. O yüzden hani hafiflik şeffaflık hız doğayla ilişki kurabileceğimiz unsurlar gündeme gelebilirse çok değerli olacak. Bir de çeliği kullanıyoruz betonarmeyi ise Türkiye’de yüzyıldan fazladır
1880’lerin sonunda aslında ilk Teyyare Apartmanlarıyla ilk çok katlı yapı yapılıyor betonarme olarak bildiğim kadarıyla ama o gün nasıl bir metotla yapıldıysa halen aynı şekilde devam ediyor, çelik ise tabii daha gelişim içerisinde ilerlemeleri var, ben daha hibrit çözümler de üretilmesi gerektiğini, bunun için de mimarların mühendislerin daha aktif çalışması gerektiğini düşünüyorum.
Mesela çelikle ahşabı neden bu ülkede bir araya getiremiyoruz, neden birlikte çözümler geliştiremiyoruz ya da neden daha şeffafyapılar tasarlayamıyoruz, neden daha hafifi olmuyor, işte aslında bu bilgi havuzunda birlikte toplanabilirsek ve teknoloji de o bağlamda kullanabilirsek faydalı çözümler geliştirebileceğimize inanıyorum.
Tabii ki bunlar bir günde olmuyor yıllarca tartışıyorsunuz, düşünüyorsunuz, en azından niyetler ve bu soruları sormak çok önemli. Soracağımız her soru bazen bir yılda cevabını buluyor, bazen 5 yıl 10 yıl ama ısrarla sormak ve ilerlemek gerekiyor.
H. Yener Gür’Eş: Aynı soruyu yine dünyada ödüllü projelere imza atmış, aynı zamanda Türkiye’de de çarpıcı çelik yapılar ortaya çıkarmış bir diğer mimarımıza, Sayın Ahmet Alataş’a soralım istiyoruz, mimar ve mühendis tasarımcılarımızın önündeki sorunlar nelerdir, ne önerilebilir çözüm olarak? Avrupa’nın En İyi Projesi’ne de sahip olan Alataş’a bir diğer sorumuz da, neden daha fazla uluslararası ödüle değer bulunamıyoruz? Kendisi aynı zamanda TUCSA’nın düzenlediği öğrenci yarışmasında da jürideydi ve bu yıl konusu Çelik Köprü olan yarışmada öğrencilerinçok özgün çelik köprüler tasarladığına şahit olduk, buradan hareketle Alataş’a çelik köprü tasarımı konusunda neden Türkiye’de bir geri kalmışlık var diye de sormak isteriz.
Ahmet Alataş: Neden ödül alamıyoruz gibi değil de niye belli standartlarda proje üretemiyoruz diye konuşmak isterim ben.
Bu problemin ana kaynağı biz kendimiziz benim kanaatime göre. Mimarların bizatihi kendisi. Melike Atınışık konuşmasında bahsettiği gibi öncebizlerin bir şeyi düşünüyor, hayal ediyor, tasarlıyor olması lazım ki ardından mühendisler ve diğer proje grupları bunun üzerinde çalışsın. Mimarlar çoğu zaman mal sahibini suçlamayı severler, onun hayal edemediği bir şeyi hayal edip aynı zamanda matematiksel bir gerçekliğe oturtup, onu müşteriye kabul ettirmek yine Selami Gürel’in söylediği gibi oradaki bunun farkında olmadığı bir şeye ihtiyacı olduğunu anlatabilmek, mesele bu. Onun için bu projeyi gerçekleştirebilecek bilgiye sahip olabilmek gerekiyor. Bu da çok önemli çünkü siz bir şeye insanları ikna etmek istiyorsanız çok iyi bir fikrinizin olmasının yanında aynı zamanda da o fikrinizi hayata geçirecek teknik bilgiye de sahip olmanız lazım. Bu en basitinden bu camı nasıl açacağım ya da nasıl temizleyeceğime çözüm üretebilmekten daha büyük ölçekli konularda da gerekli. Mesela bir projenin sunumuna gittiğimizde konsept sunumlarında biz çatının mutlaka bir kesit detayını çizeriz.
O kesit detayında kullanacağımız malzemeler, bu malzemelerin özellikleri, fiyat bilgileri sunarız. Şu anda mesela bir proje üzerinde çalışıyoruz o projede oldukça büyük kavisli bir cephemiz var ve aslında onu ondüle katmanlı çok basit bir levhalarla kapatabildiğimizi, normal bir standart çatının çok daha altında ekonomik çözümlerle çözülebileceğini göstermenin, ikna etme anlamında bir önemi var. Bu ikna etme fiyat üzerinde Türkiye’de birçok şeyde olduğu gibi değil getirdiği faydalar katkılar üzerinden de olabilir diye düşünüyorum.
Yani ben baktığımda benden çok daha yetenekli çok daha becerebilecek meslekdaşlarım olduğunu görüyorum ama onların heyecan duymadıklarını hissediyorum. Bir projeye o heyecanı duyup belki de mesleğe sadece bir gelir elde etmek için yapmayan bir fikrin peşinde koşan ve o fikri geliştirmek için çalışan insanların bizim ülkemizde az olması. Mesela ben Melike Hanım’ın yaptıklarını çok beğeniyorum ama eminim ki Melike Hanım gibi başka mimarlarımız da var. Fakat toplumun bütününe baktığımızda çok az sayıda bu şekilde düşünen çalışan ve kendini geliştiren insan var. Ve bunun problemin ana kaynağı olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’ye ben 2000 senesinde geldim, aslında bizim mentalitemize tam uygun ve severek çalıştığımız bir ekibi bulma şansımız olmadı, herkesle çalışmadık ama çalışmış olduğumuz ekiplerde hep belli noktalarda zorlandığımızı gördük. Bunun da sebebi mimarlardan böyle bir talep gelmediği zaman mühendisler ne yapsın talep olmayan bir şey için kendi ofislerini ve kendilerini o şekle sokmaları, kendilerini geliştirmeleri için bir sebep olmuyor. Bunu kendimiz için de söyleyebiliriz. Ben kendimce inandığım şeyleri yapıyorum, nasıl bir firmayız bilmiyorum ama bugün bize bir firma gelip bize şöyle parametrik bir cephe tasarlayın dese onu yapamayız, çünkü onu yapacak şekilde biz de kendimizi geliştirmiş durumda değiliz. İş kollarımız bizi oraya götürmediği için bunu o şekilde şimdiye kadar yapmadık çünkü. Aynı şekilde ben Türkiye’ye dönüp inşaat mühendisleri ile çalışmaya başladığımda şunu gördüm, kendi seçme sansımız da olmuyordu, çeliği çelik olarak çoğu tanımıyordu o dönemde, çeliği betonarme bir malzemeymiş gibi ele alıyorlardı. Geçirmeye çalıştıkları açıklıklardan birleştirme şekillerinden tüm kullanımında aslında hem çeliğin hakkı verilmiyordu o projelerde hem de bence doğru çalışmıyordu. O zamandan buraya bir gelişme oldu mu dediniz, gelişme olduğunu ben her zaman düşünmek ve kabul etmek istiyorum, çünkü gelişmenin olmadığını düşünmek çok moral bozucu bir şey. Gelişme muhakkak oldu ama bu gelişmeyi biz kendi insanlarımızı yetiştirerek, okullarımızda daha iyi eğitim vererek ve aslında doğruları yaparak mı yaptık yoksa dünyadaki kullandığımız araçların, bilgisayar programlarının gelişmesi ve bunun neticesinde o programların bazı şeyleri artık otomatik olarak bizim önümüze zorunlu koyuyor olmaları, bu şekilde değişim olması veya yeni kurulan kalıpların içinde çalışılıyor olması mı sebep oldu? Ben bu konuda çok emin değilim, insan yetiştirme konusunda işini severek yapan, işine meraklı, araştıran kişileri yetiştirme konusunda Türkiye’de ne yazık ki eksiliğimiz olduğunu düşünüyorum. Aslında bir genel konsept dahilinde projesini tasarlayan ve o genel konsepti en ince detayına kadar sürdüren mimarların eksikliği sebebiyle de toplumun genelinde yaygınlaşamıyor çelik. Oradan mühendislere bu sirayet ediyor derken siz bu şekilde çalışan bir mimarlar ordusu olduğunuz zaman zaten mal sahipleri en iyi mimarla da çalışsa en çok iyi parayı da vermiş olsa aldığı şeyde çok büyük bir fark görmediğinde bir mimarla çalışırken başka bir şey denemeye arzusu olmuyor. Bence toplumun tamamında böyle bir durum var, benim gördüğüm bu, yeterince iyi izah edebildim mi bilmiyorum ama asıl problemde başkalarını suçlamaktansa kendimizde aramaktan yanayım. Kendi yaptıklarımızı daha geliştirmek, mesleği biraz daha ileriye taşımak ve bunların sorumluluğumuz olduğunu bilmenin farkında olmak bizi daha iyi işler yapmak için daha ileriye götürecektir.
Mühendislerimizin karşısına biz taleplerle geldiğimiz zaman onların da kendilerini ileri götürmek için çaba göstereceğine inanıyorum ve bunun da kollektif olması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’de şu anda birkaç mimarın tek başına yapmaya çalıştığı şey ne yazık ki bu şekilde işe yaramıyor, belki güzel örnekler teşkil ediyor, Avrupa’da da ödül almış olmak motivasyonu çok yükseltiyor muhakkak ki, kendi aramızda başka gençlerin de ilgi duyup kendilerini geliştirmek için, farklı düşünmek için hareket etmelerine sebebiyet veriyor ama yeterli değil. Bu sebeple de şimdi biz bir şeye başladık, yapmış olduğumuz tüm yapı detaylarını gösterdiğimiz açıkladığımız bir web sitesi hazırlıyoruz, tüm projelerimizi detaylı bir açık kaynak olarak göstermek istiyoruz. Buraya projelerin statik raporlarını da eklemek istiyoruz, bütün şeffaflığıyla gözüküyor yapı detayları. Bunu yapma nedenimiz daha önce de belirttiğim gibi ben bu gelişmenin kollektif olarak hepimizin birlikte bir yere doğru evrilerek olabileceğine inandığım için benim bulduğum yöntem bu, kendi adıma inandığım projelerimizi çevremdeki insanlara, öğrencilere ya da genç meslakdaşlarıma sunmak, bu şekilde dokunmaya çalışıyorum. Biz mimarların bu konuda biraz tutuk davrandığını, gelişmeyi sağlamak için gerekli adımları atmadığını söyleyebilirim.
Köprü konusunu sordunuz, gelen projeleri hepimiz çok beğendik elbette. Benim köprülerle ilgili en büyük yaralarımdan biri, yüzer dubaların üzerinde duran eski Galata Köprüsü’nün yıkılarak şu anki köprünün yapılmış olması oldu. Beni neden yaraladı, gerçekten
o yüzer fikriyle, içindeki çelikle, fikirleri olan bir köprü alındı, kaldırıldı yerine yapılan köprü bir kere o kadar yüksek ki şehrin iki yakasını birbirinden koparttı. Daha önce bir ilişki varken bu tamamen ortadan kalktı. Mühendislik açısından da bence çok yeni söylemleri olmayan bir yapı ama Türkiye’ye geldiğide proje dersleri vermeye başladım 2000’lerin başında benden bir konu istendiğinde ben Galata Köprüsü’nün üniversiteler tarafından tekrar tasarlanmasını istedim. Üniversiteden çok enteresan bir tepki oldu, hayır bunu yapamayız o bir mühendis işi bu bir mimar işi değil denildi. İşte yanıtı bu sorunuzun. Engel oldu o proje konusunu vermeme.
Üniversitenin içinde bile bunun bir mühendislik işi olduğu, mimarların bunu yapmaması gerektiği fikri vardı.
Bugün ben çok büyük bir yol aldığımızı kat ettiğimizi düşünüyorum ancak şu anki ihale kanunları, işin verilme şekli bir yol projesi her şeyiyle birlikte bir müteahhit firmaya veriliyor. Öncesinde bir projeci tarafından tasarlanmış ve planlanmış şekilde verilmiyor.
Türkiye’nin birçok yerinde kavisli köprüler vardır dikkat edersiniz aynı düz köprü daha geniş bir şekilde imal edilmiştir kavisli köprü onun üzerine asfalt dökülmüştür.
İstanbul levent’te de bunu görmeniz mümkün, aynıstandart köprüyü alırlar aynı şekilde inşa ederler, yolu onun üzerine kavisli bir şekilde tutturmaya çalışırlar.
Ben aslında tasarımcı uygulayıcı ve mühendis firmanın aynı olmasına karşıyım. Bazen bakıyorsunuz yapıya bu kadar ağır çözülmesine gerek var mıydı diyorum, sistemlerini de biliyorum onların ne şekilde bağlandığınız da görüyorum, şimdi siz bütün işi bir firmaya verdiğiniz zaman bir fiyat rekabeti var sonuçta.
Bir mesleği ileri götürmek için bir çaba göstermek lazım. Bu çaba adam saat ve para. Ofiste biz bunun çok yaşıyoruz. Bir projeyi daha fazla iyi geliştirebilmek için hiçbir mal sahibi bize daha fazla para vermiyor.
Mühendislerimizle kötü oluyoruz çünkü biz istiyoruz ki biraz daha fazlasını yapalım, daha fazla enerji ve çaba sarf edelim ama aldıkları bedelleri de görüyorum, mümkün değil o bedellerle o projenin geliştirilmesi.
Bunun için alt tapının kurulması çok zor.
Türkiye’de sistemde bir problem var. Öncelikle bu işi çok seven ve bu sevdiği iş için çaba gösteren insanlara ihtiyaç var. Ben bugün çok beğenilen birkaç projemin statik konsepti için kendim parasını vererek kendi statikcime Avusturya’da hesaplattırdım, Okul zamanından dostluğum var, özel şartlarla bana iş yapıyorlar.
Kendimiz hiç para almadan yapıyoruz. Sonra bizim ofisimizde çiziliyor ondan sonra biz imalatçımızın karşısına bunlarla gidiyoruz. Türkiye’den de bir statikçi bulup projeye imza attırıyoruz. Bu şekilde birçok bina yapmak durumunda ve zorunda kaldık. Statikçinin çizmesi gerekenlerin hepsi bizim ofis tarafından yapıldı, Avusturya’daki ofis tarafından kontrol edildi ama bunlar bir ferdi çaba ve sevginin sonucu oluyor.
Ben o binayı yaptığımda istemediğim bir kolonu gördüğümde ömrüm boyunca o beni rahatsız edecekse, imkanım varsa kendi imkanlarımla yapmaya çalışıp, o mühendis gruplarını bulup yapmaktan yanayım.
Sevgi okullardan başlıyor bence, okullarımız da ne yazık ki bu konuda başarılı değiller. İnsanlar başarılı star mimar olmak için yetişiyor ama bunu yapmak için çabalamıyor. Bir yazı okudum geçenlerde çok güzeldi, koşmazsan koşamazsın diyor, emek sarf etmek çok çalışmak ve zaman harcamak gerekiyor iyi bir şeyi ortaya çıkartabilmek için. Ofise gelen öğrencilerle de bunu görüyorum hepsi bir şeyler olmak istiyor, birileri yetenekli çocuklar da ama o koşma kısmında biz yavaş kalıyoruz. Fakat bu mimarların problemi de değil, biz şimdi teknoloji firmalarıyla çalışıyoruz iyi bir programcıyı az buluyorsunuz. Teknolojik gelişmeler, çalışma sisteminin değişmesi, bizi başka bir yere götürüyor. Belki bundan sonra bizim alıştığımız anlamda olmayacak, bugünkü teknolojinin yerini belki tamamen robotlar ve yapay zeka aldığında biz mimarlara da bu anlamda ihtiyaç kalmayacak, ben buna inanıyorum ama o zaman tüm toplum evrilecek daha farklı bir yaşam şekli ortaya çıkacak.
Bu geçiş dönemleri zorlukları olacak tabii. Her zaman gelişmeye ve gelişmenin bizleri doğru yere götürdüğüne inanıyorum. Sonucunda bu sürecin farklı yaşam formunda farklı üretimin olduğu bir dünyada daha zengin bir hayata hepimiz kavuşacağız ama o süreçte büyük sancılar, acılar, toplumsal sıkıntılar olacak.