TR|EN
Güncel
Steelorbis
Depreme Dayanıklı Binalar
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 81 - Mart - Nisan 2023

Teknik Makale


AVRUPA YEŞİL MUTABAKATI VE EKONOMİYE YANSIMALARI

İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümünden Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın ekonomi alanındaki etkilerini, Türkiye başta olmak üzere Avrupa Birliği ile ticaret yapan ülkeler açısından irdeledi.

Ekolojik Sürdürülebilirlik
Çevre sorunları, yol açtığı etkiler nedeni ile ekonomileri tehdit eden en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan 2023 Küresel Riskler Raporu’na göre1, aşırı hava olayları ve iklim değişikliği ile yeterince mücadele edememek gelecek iki yıl içinde en önemli beş risk olarak algılanırken, gelecek on yıl içinde iklim değişikliği ile yeterince mücadele edememek ilk sırada olmak üzere, çevre ile ilgili farklı sorunlar ilk beş sırada yer alan riskler olarak belirtilmiştir. Sürdürülebilir kalkınmanın üç koşulundan biri olan ekolojik sürdürülebilirlik (diğer ikisi ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik), çevre ve ekonomik aktiviteler arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini tanımlar.

Çevre ve ekonomik aktiviteler arasında iki yönlü bir akış var. İlk akış, çevreden ekonomik aktivitelere doğrudur; çevre, ekonomik aktiviteler için doğal kaynak girdilerinin tedarikçisidir. İkinci akışın yönü ise ekonomik aktivitelerden çevreye doğrudur. Her türlü ekonomik aktiviteye (üretim ve/veya tüketim) bağlı olarak ortaya çıkan atıklar, bedel ödemeden devasa bir atık deposu olarak gördüğümüz çevreye bırakılır. Ekolojik sürdürülebilirliği sağlayabilmek için, her iki akışın da çevrenin kapasitesi ile uyumlu olması gerekir. Bir diğer deyişle, çevreden talep ettiğimiz doğal kaynaklar miktarının çevrenin bu kaynakları yeniden üretme (çevrenin doğal kaynakları yeniden üretebilme yetisi var) ve çevreye saldığımız atık miktarının çevrenin bunları asimile edebilme kapasitesinin üstüne çıkmaması gerekir. Ancak gelişmeler, her iki akışta da çevre kapasitenin üstüne çoktan çıkarak, hem doğal kaynak stoğunun azalmasına hem de çok farklı çevre sorunlarına yol açarak ekolojik sürdürülebilirliği uzun zamandır tehdit ettiğimizi göstermekte. Bu nedenle, daha önceki yıllarda küresel risklerin ilk on sırasında yer alan sorunlar, zaman içinde ilk sıralara doğru kaymış ve özellikle iklim değişikliği sorunu, çözülmesi gereken en önemli küresel risk olarak son birkaç yılda ilk sırada yer almaya başlamıştır.

Avrupa Birliği İklim Politikası
Dünya genelinde çevre sorunlarına karşı ortak bir mücadelenin nasıl geliştirilebileceğine dair çabalar mevcut. Bu çabalar, özellikle Birleşmiş Milletlerin (BM) inisiyatifi ile yürütülmekte. BM’nin yanı sıra, Avrupa Birliği (AB), iklim değişikliği ve diğer çevre sorunlarının çözümünde küresel bir lider gibi düşünülebilir. AB, belli başlı iklim politikalarını diğer ülkeler ve ülke gruplarından daha önce benimseyerek uygulamaya koymuştur. Bu politikalardan bazılarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
 
• AB, iktisat yazınında dışsal maliyetlerden biri olarak tanımlanan ve iklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarının sosyal maliyetlere yansıtılmasını sağlamak amacı ile 1990 yılında Birlik sınırları içinde uygulanmak üzere karbondioksit (CO2) / enerji vergisini önermiş (her ne kadar bu öneri, üç üye ülkenin hayır oyu vermesi ile gerçekleşememiş olsa da),
• Dünyanın en büyük (Çin’de karbon piyasaları işlemeye başlayana kadar) ve ilk karbon piyasası olan, karbon emisyon haklarının alınıp satılmasına izin veren Emisyon Ticaret Sistemi’ni (ETS) 2005 yılında uygulamaya başlamış, ilk etapta sadece sanayiyi kapsayan bu sistemin kapsadığı sektörleri (havacılık gibi) zaman içinde fazlara bağlı olarak genişletmiş ve sonraki yıllarda nitrojen oksit emisyonunu da ETS kapsamına almış,
• Kyoto Protokolü’nün gelişmiş ülkeler için belirlediği sera gazı azaltım yükümlülüğünde kendi üyeleri arasında “yük paylaşım anlaşmasını” esas alarak, daha yüksek bir azaltım hedefi belirlemiş,
• 2020 yılına kadar 1990 yılında kıyasla emisyon miktarlarında %20 azaltımı, elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payını %20’ye çıkarılmasını ve enerjide %20 verimliliği hedefleyen ve “20-20-20” diye adlandırılan politikayı benimsemiştir.
Bununla birlikte, iklim değişikliği ile mücadelede başarılı olmak için diğer çevre sorunlarını da dikkate alan bütüncül bir yaklaşım zorunlu. AB, iklim değişikliği ile mücadelenin yanı sıra, bu konuda da küresel liderliğe soyunup, ekolojik sürdürülebilirliğin ve yeşil kalkınmanın sağlanması için çevre sorunlarına ilişkin bütün çabalarını tek bir çatı altında toplamaya karar vermiştir. Tüm çevre sorunları ile aynı anda mücadele edebilmek için AB tarafından “Avrupa Yeşil Mutabakatı” (AYM) başlıklı bir yol haritası belirlenmiştir. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB’nin yeni büyüme stratejisi olan AYM’nin duyurusunu 11 Aralık 2019’da yapmıştır. AYM’nin en ön plana çıkan hedefi, aşamalı olarak sıfır karbon ekonomisine geçiş. Bu bağlamda AB, 2030 yılına kadar 1990 yılına kıyasla emisyon miktarının %55’i kadar azaltım yapmayı, 2050 yılına kadar sıfır emisyonu hedeflemekte. Bu hedefe ulaşmak, var olan ekonomik yapıda köklü yapısal reformları gerekli kılar. AB, Yeşil Mutabakat ile;
 
• 2050 yılında dünyanın ilk iklim nötr kıtası olmayı,
• Sıfır karbon ekonomisine geçişte Birlik sınırları içinde kapsayıcı olmayı, kimsenin ve hiçbir yerin arkada kalmamasını,
• Temiz, ekonomik ve güvenli enerji arzını,
• Modernleştirilmiş endüstrileri,
• Temiz ve döngüsel ekonomileri,
• Biyoçeşitliliğin korunmasını,
• Sürdürülebilir, dayanıklı ve akıllı ulaşımı,
• Adil ve sağlıklı gıda sistemini sağlamayı hedefler.
 
Sınırda Karbon Ayarlama Mekanizması
AYM’nin, karbon fiyatlandırması ile karbon yoğun ekonomilerde ve sektörlerde üretim maliyetlerini kısa dönemde artıracağı kesin. Bu konuda yapılan akademik çalışmalar da bu beklentiyi teyit etmekte. AYM’nin ekonomilere olan etkilerini tek tek burada incelemek mümkün değil. Bununla birlikte, AYM’nin duyurulması ile birlikte en çok tartışma konusu olan “Sınırda Karbon Ayarlama Mekanizması”na (SKAM) değinmek önemli.

AYM’nin en göze çarpan hedefi sıfır karbon ekonomisidir. Bu hedefe ulaşmak için uygulanabilecek çeşitli politikalar mevcut ve bunlar arasında karbon fiyatlandırma politikası maliyet etkin bir yöntem olduğu için ekonomistlerin en çok savunduğu yöntem. Daha önce bahsedildiği gibi, AB 2005 yılından itibaren karbon fiyatlandırma politikasından biri olan ETS’yi Birlik sınırları içinde uygulamakta (diğer karbon fiyatlandırma politikası karbon vergisi). Diğer taraftan, iklim değişikliğine karşı verilen mücadelenin etkin olması, sadece AB’nin çabası ile mümkün değil. Bu nedenle, AB her ne kadar sıfır karbon ekonomisine geçişi hedeflese de bu çabada yalnız kalmak istemiyor ve bu nedenle SKAM olarak bilinen karbon fiyatlandırma politikasını Birlik sınırlarında uygulamayı planlamakta. Bu planın iki önemli nedeni var. Birincisi, Birlik sınırları içinde karbon fiyatlandırması kapsamına alınan ürünlere kıyasla, karbon fiyatlandırması olmayan ülkelerden ithal edilen ürünlerin rekabet açısından üstünlük kazanmalarını engellemek. Karbon fiyatlandırması, nihai fiyatlara yansıtılacağı için fiyatlandırma kapsamına alınan ürünler daha pahalı olacak. İkincisi ise iklim değişikliği ile mücadelede başarılı olmak için karbon sızıntılarını engellemek şart. 2050 yılına kadar emisyon azaltım hedeflerine ulaşabilmek için ton başına karbon fiyatının artması ve buna bağlı olarak üretimin daha az ya da hiç karbon fiyatlandırması olmayan ülkelere kayarak, karbon sızıntısına yol açma endişesi AB’yi SKAM için harekete geçirmiştir. Karbon fiyatlandırmasından kaçınmak için bu tür fiyatlandırmanın olmadığı ülkelere üretimi kaydırmak karbon sızıntısına neden olur ve iklim değişikliği ile küresel düzeyde mücadeleye zarar verir. Ayrıca, Paris Anlaşması’nın hedeflerine (Sanayi Devrimi’nden bu yana yeryüzü ortalama sıcaklık artışını 2°C’nin altına düşürmek ve hatta mümkünse 1,5°C ile sınırlamak) ulaşmak için daha fazla ülkenin karbon fiyatlandırma politikaları ile küresel karbon azaltım çabalarına destek vermesi gerekir. Karbonu fiyatlayan ülkelerin sayısı arttıkça, diğer ülkelerin bu fiyatlandırma politikasına karşı olan direnci azalacaktır. Karbon fiyatlandırmasına karşı olan direncin temel nedeni ise rekabet kaygısıdır.

Bütün bu gelişmeler doğrultusunda AB, SKAM için çalışmalara başlamıştır. SKAM, ilk aşamada enerji kullanımı yoğun olan çimento, demir-çelik, alüminyum, elektrik ve gübre sektörlerini kapsayacak. 2023 yılından itibaren AB ülkelerine ihracat yapan ülkelerin, ürettikleri ürünlerinin sera gazı emisyonlarını AB’ye rapor etmesi ve 2026 yılından sonra da bu ürünlerin AB’ye ihracı halinde karbon emisyonları için bir bedel ödemeleri planlanmakta. SKAM, karbon fiyatlandırmasının yayılmasında ve karbon emisyonlarının azaltılmasında önemli bir role sahip olacak.

AB ve Türkiye
AB’nin dış ticaret ilişkisi içinde bulunduğu en önemli ülkelerden biri olan Türkiye, SKAM’dan etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Ticaret Bakanlığının verilerine göre, 2022 yılı itibari ile Türkiye AB’ye toplam ihracatının %40,6’sını yapmış ve bu ihracattan 103,1 milyar dolar gelir elde etmiştir. Bu veriler, Türkiye’nin AB’ye ihraç ettiği ürünleri eğer kendi sınırları içinde uygulayacağı karbon fiyatlandırma kapsamına almaz is, SKAM gereğince AB sınırlarında karbon vergisi ödeyeceğine işaret etmekte.

Yukarıda belirtildiği gibi, demir-çelik sektörü enerji kullanımının ve buna bağlı olarak karbon emisyonlarının yoğun olduğu bir sektör. Bu sektör, AB sınırları içinde uygulanan ETS tarafından regüle edilmekte. Demir-çelik sektörü, küresel karbon emisyonlarının %11’inden ve sera gazı emisyonlarının %7’sinden tek başına sorumlu.2 Türkiye, dünyanın önemli çelik üreticilerinden biri. Türkiye’nin yıllık 49 milyon 70 bin tonluk çelik üretim kapasitesiyle dünyanın en fazla kapasiteye sahip yedinci ülkesi konumunda olduğu belirtilmekte (Çin, Hindistan ve Japonya ilk üç sırada yer almakta).2 Avrupa’ya yapılan ihracatta ise Çin ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada yer almakta.2

TÜSİAD tarafından hazırlatılan rapora göre, karbonun ton başına fiyatı 30 Euro olursa, demir-çelik sektörü, Kapsam 1 (üretimin doğrudan neden olduğu emisyonlar) ve Kapsam 1+Kapsam 2’ye (Kapsam 2, girdi olarak kullanılan ara malların üretiminden kaynaklanan emisyonları dikkate alır) göre 478 milyon ve 1.085 milyon Euro tutarında karbon maliyeti ile karşılaşacak.3 Kapsam 1’e dâhil olan emisyon azaltımları sektörel çaba ile mümkün olurken, Kapsam 2’ye dâhil olan emisyonların azaltımı ekonomi genelinde bir çabayı gerekli kılar. Türkiye’nin üretim şekli nedeni ile diğer çelik üreten ve ihraç eden ülkelere kıyasla daha az kirletici olduğu için avantajlı olduğu da belirtilmekte. Rusya, Hindistan ve Çin ile kıyaslandığında, Türkiye’nin çelik sektöründe karbon yoğunluğu daha az.2 Bununla birlikte, sektörün avantajlı durumunu koruyabilmesi için bir yol haritasına ihtiyacı olduğu da belirtilmekte. Özellikle, yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payı arttıkça, başta çelik olmak üzere madenlere olan talep artacak. Bu nedenle, çelik sektörünün çevre dostu bir sektör haline gelmesi önemli.

AYM, çok kapsamlı bir yeşil kalkınma politikasıdır. Bu mutabakatın ekonomilere yansıması da çok farklı şekillerde olacak. Karbon yoğun sektörlerin ve ekonomilerin kısa dönemde üretim ve azaltım maliyetleri yüksek olacak. Diğer taraftan, orta ve uzun dönemde ekonomilere ve sektörlere sağlayacağı çeşitli faydalar mevcut. Özellikle, etkin bir iklim politikası belirleyen ve önlem alan ülkeler, iklim değişikliğinin neden olacağı maliyetleri asgariye indirmek konusunda avantaj sağlayacaktır. Bunun en önemli nedeni, karbon fiyatlarının önümüzdeki yıllarda artacağı beklentisi. İklim değişikliği ile mücadelede azaltım çabalarının yetersiz kalması, iklim değişikliği etkilerinin daha katastrofik olmasına neden olacağı için uyum politikalarına da çok daha fazla yatırım yapmak gerekecek. Örneğin, gelişen ülkelerin iklim değişikliğinin sonuçlarına uyum sağlamak için yıllık olarak 70 milyar dolar harcama yaptığı ve bu meblağın 2030 yılına kadar 140 ila 300 milyar dolara yükselmesi beklendiği belirtilmekte.4

Her ne kadar karbon fiyatlandırması, kısa dönemde karbon yoğun ekonomileri zorlasa da yeşil dönüşüm için gerekli olan mali kaynaklara da katkıda bulunacak. Bu konuda Türkiye özelinde yapılan çalışmalar da mevcut. TÜSİAD tarafından hazırlatılan raporda bu çalışmalar detaylı olarak anlatılmakta.3 Raporda karbon fiyatlandırmasının ekonomiye kısa dönemde olumsuz etkileri olabileceği, ama elde edilen gelirin kullanımına bağlı olarak orta ve uzun vadede ekonomiye olumlu yansımaları irdelenmekte.

Yeşil Mutabakata İlişkin Görüşler
AYM’nin bazı önemli yansımaları hakkında görüş bildirmek gerekirse;
• Türkiye’nin artık SKAM’ın yaratacağı maliyet etkilerini konuşmaktan vazgeçip, ulusal sınırları içinde karbon fiyatlandırma politikasını uygulamaya başlaması gerekir. Bu konuda ETS’ye ilişkin hazırlıklar devam etmekte. Karbon fiyatlandırma politikası sınırlar içinde uygulanırsa, elde edilen gelir Türkiye’de kalır ve başta yenilenebilir enerji yatırımları olmak üzere AYM tarafından belirlenen hedeflere ulaşmak için geliştirilecek projelere finansman kaynağı sağlar. Diğer türlü, sınırda ödenen karbon bedelleri AB’nin bütçesine gelir sağlayacağı için AB tarafından Türkiye’ye verilebilecek olası finansman kaynaklarına gelirin tamamı aktarılmayabilir.
• Dikkat edilmesi gereken en önemli husus, karbon fiyatlandırmasından elde edilen gelirin sera gazı emisyonları ile doğrudan ilintili olduğu ve sera gazı emisyonları düştükçe gelirin de düşeceğidir. Mali amaçlı vergiler (ilk konuluş amacı bütçe harcamalarına kaynak sağlamak olan vergiler) gibi, ETS’den ve/veya karbon vergisinden elde edilecek gelirin sürekli olmadığını göz önünde bulundurarak, elde edilecek gelirin verimli ve etkin kullanılması çok önemli. Elde edilen gelir, özellikle iklimi korumak ve iklim değişikliğinin etkilerini asgariye indirmek için kullanılırsa, bunun ekonomiye yansımaları olumlu olacak. Örneğin, aşırı hava olaylarına bağlı olarak yağış rejiminin değişmesi, su güvenliğini tehdit eder. Su, çelik üretimi de dahil her türlü üretimde gerekli olan bir girdidir. Su güvenliğine ilişkin her tehdit, üretimin sürdürülebilirliğine de tehdittir.5 Su güvenliğini sağlamak için geliştirilecek projeler, bu nedenle çok önemli ve karbon fiyatlandırmasından elde edilen gelir bu projeler için kaynak olabilir.
• AYM’yi bir tehdit olarak görmekten ziyade, bir fırsat olarak görmek gerekir. Bu Mutabakat, sadece AB için değil, diğer ülkeler için de bir yol haritası niteliğindedir. Çevre dostu kalkınmanın nasıl olabileceğini gösterdiği için kısa dönemli maliyetlerden ziyade orta ve uzun dönemli faydalarını dikkate almak önemli. Bu konuda yapılan maliyet hesapları, iklim değişikliğine karşı önlem almamanın maliyetinin, önlem almanın maliyetinden daha yüksek olduğunu göstermekte.
• Covid-19, bize küresel risklere dair çok güzel bir örnek olmuştur. Küresel riskleri algılayan ve ona göre önlem alan ülkeler ekonomide güçlü ülkeler olacak. İleriye dönük beklentilerden biri de kredi veren kuruluşların kredi taleplerini değerlendirme aşamasında sürdürülebilirliği şart olarak koşacağı, sürdürülebilirlik raporlaması yapan ve sürdürülebilirlik hedefleri olan firmalara öncelik vereceğidir. AB, Yeşil Mutabakat’ın hedeflerine ulaşmak için bu raporlamayı bazı firmalar için zorunlu hale getirmiştir. “Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlaması Direktifi” olarak bilinen bu hukuki düzenleme, Kasım 2022’de benimsenmiştir. Firmaların cirosu ve çalışan sayısı gibi bazı kıstaslar, hangi firmaların bu direktife tabi olduğunu belirler. İlk aşamada 49.000 firmanın sürdürülebilirlik raporlaması yapması gerekiyor. Raporlama, 2024 verileri ile bazı firmalar için 2025 yılından itibaren başlayacak ve zaman içinde kapsadığı şirket sayısı artacak. Raporlamanın en önemli başlıklarından biri çevresel etki. Firmalar, ekonomik aktivitelerini gerçekleştirirken çevreyi ne kadar etkilediğini belirtmek zorunda.
 
Sonuç olarak, çevre sorunlarını tehdit olarak algılayan, ona göre çözümler geliştiren, çevreyi koruyan sektörler ve ekonomiler sürdürülebilir bir yapıya sahip olacak. Bu nedenle, her sektörün ve sektör içindeki firmaların AYM ile uyumlu stratejiler geliştirmesi elzem. Elbette, bu çabalar kısa dönemde maliyetli çabalar. Ancak orta ve uzun dönemde sürdürülebilirliği ve rekabet gücünü belirleyen en önemli faktörler çevre dostu ekonomik aktivitelerdir. Bu nedenle, maliyet – fayda analizlerini kısa dönem için değil, orta ve uzun dönem için riskleri ve avantajları da dikkate alarak yapmak, çok daha gerçekçi sonuçlara ulaşmamızı sağlayacak. Bütün bu tartışmalar, elbette çelik sektörü için de geçerli.

Kaynakça:
1 - Dünya Ekonomik Forumu (2023). Küresel Riskler Raporu
2 - https://iklimgazetesi.com/kuresel-celik-sektoru-karbon-emisyonu-turkiye
3 - TÜSİAD (2020) Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi
4 - United Nations Environment Programme [UNEP] (2021) Adaptation Gap Report 2020
5 - WWF (2014). Türkiye’nin Su Riskleri Raporu
Çelik Yapılar - Sayı: 81 - Mart - Nisan 2023

Kendimizi Sınayalım

KENDİMİZİ SINAYALIM SORU - S.81



© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği