Dünya gündeminin artık değişmez ana gündem maddesi haline gelen ve çözüm üretme noktasından; şimdiye kadar oluşan kayıpları kabullenme çaresizliğine dönüşen küresel iklim değişikliği, küresel rekabeti de değiştirmeye başladı. Artık ülkeler ve firmaları; rekabetin temel bileşenleri olan inovasyon, teknoloji fiyat alanının dışında, odağı (ya da bazılarına göre bahanesi) sürdürülebilirlik olan bir ekosisteme doğru sürükleniyor.
Roma Kulübünün dünyanın sürdürülebilirlik anlamında ilk raporu olarak kabul edilen “Büyümenin Sınırları” çalışması ile başlayan Avrupa Birliği’nin (AB) iklim değişikliği yolculuğu Avrupa Yeşil Mutabakatı ile büyük bir kırılmaya yol açtı. Mutabakat, kaynakların verimli kullanımını artırmak, biyoçeşitliliği korumak ve kirliliği azaltmak adına döngüsel bir ekonomiye geçilmesinin yol haritasını ortaya koyuyor. Bunun yanında Avrupa Birliği’nin, birlik içindeki sıkı çevre regülasyonları nedeniyle, uzun yıllar boyu başta Çin olmak üzere çevre hassasiyeti olmayan ülkelere “Karbon Kaçağı” olarak göç eden firmalarını tekrar evine döndürmenin bir yolu olarak da ortaya çıkan Yeşil Mutabakat, dünya tarihinin en önemli sosyoekonomik dönüşüm projesi olarak değerlendirilmektedir.
Ancak Yeşil Mutabakat, Ağustos 2022’de ABD Başkanı Joe Biden’ın 369 milyar dolarlık devasa yeşil yatırım sübvansiyonu imkânı sunan “Enflasyon Azaltma Yasası (IRA)” kapsamında şimdiye kadarki en büyük iklim önlemleri paketini açıklaması ile büyük güçler arasındaki çevre temelli rekabetin bir tarafı haline geldi.
ABD’nin bu tahmin edilemeyen ve AB işletmelerinin karlı yatırım lokasyonu anlamında aklını çelecek kadar cazip bu “çevre atağı” karşısında AB, tarihindeki en çevik kararlarından birini vererek şubat ayında Avrupa sıfır emisyon endüstrisinin rekabet gücünü artırmayı ve iklim nötrlüğüne hızlı geçişi desteklemeyi amaçlayan “Yeşil Mutabakat Sanayi Planı”nı sundu. Net Sıfır Sanayi Yasası (NZIA) ve Kritik Hammaddeler Yasası (CRMA) olmak üzere iki düzenlemeyi de içeren Yeşil Mutabakat Sanayi Planı dört sütun üzerinde yükseliyor. Bunlar; öngörülebilir ve basitleştirilmiş düzenleyici ortam, finansmana erişimin hızlandırılması, becerileri geliştirme ve esnek tedarik zincirleri için ticarete açıklık.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Yeşil Mutabakat Sanayi Planı’nı ilk kez Davos’ta açıklaması da bu tespiti güçlendiriyor. Dünya Ticaret Örgütünün, ülkelerin kendi pazarlarına girişlerini zorlaştıran bu gibi durumlara müdahalesi gibi bariyerler de küresel iklim değişikliği bağlamında ele alındığı için etkisiz hale gelmiş gözüküyor. Bu bağlamda Türkiye’nin de hızlı bir şekilde kendi Yeşil Sanayi Projesi’ni hazırlaması dikkat çekmekte.
Yeşil Mutabakat; Emisyon Ticaret Sistemi’nin yaygınlaştırılması, Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) ve üye devletlerin emisyon azaltma hedeflerinden, arazi kullanımı, değişikliği ve ormancılıktan kaynaklanan emisyonlara, kargo ve yolcu taşıyan araçlar için CO2 emisyon standartları sürdürülebilir ve alternatif yakıtlardan, enerji sektörü emisyonunun azaltılması, yenilebilir enerji, enerjinin vergilendirilmesi ve sosyal iklim fonuna kadar hemen hemen dışlanan alan bırakmayan radikal ve acil denebilecek bir dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlıyor. AB’nin Yeşil Mutabakat kararlılığı, Ukrayna-Rusya savaşında yaşanan enerji darboğazına rağmen bu hedeflerinden vazgeçmemesi ile zor bir testten başarıyla geçmiş görünüyor.
55’e Uyum (Fit for 55)
Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında hayata geçirilen Avrupa İklim Yasası, 2030 yılında net emisyonların 1990 seviyesine göre %55 azaltılması hedefi ve 2050 sonrasında negatif emisyonlara erişme taahhüdünü içeriyor. Bu taahhüt kısaca 55’e Uyum “Fit for 55” olarak adlandırılıyor.
55’e Uyum paketinin uluslararası ticareti etkileyecek en önemli unsurlarından birisi, dünyada ilk kez uygulanacak olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’dır (SKDM/CBAM). Bu düzenlemeye göre, AB’ye ithal edilen ve belirlenen sınır emisyon değerlerini aşan ürünlere her bir ton karbon salım fazlası için ek gümrük vergisi uygulanacaktır. 1 Ekim 2023 tarihinden başlayarak emisyonların raporlaması aşaması ile yürürlüğe girecek olan düzenlemeye, demir – çelik, çimento, alüminyum gübre, elektrik ve hidrojen ürünleri dâhil olacak. 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren ise asıl uygulama başlayacak.
Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması bağlamında AB dışında en çok etkilenmesi beklenen ülkenin Rusya’dan sonra Türkiye olduğu çeşitli raporlarda ortaya çıkıyor. Ukrayna’yı işgal planından sonra, Rusya’nın demir-çelik sektöründeki liderliğinin erozyona uğrama ihtimali ve Yeşil Mutabakat sistemindeki durumu da tartışmalı hale gelince Türkiye’ye bu anlaşmanın en kırılgan ülke unvanı gelmiş oluyor. Çünkü Türkiye Yeşil Mutabakat’ın AB Emisyon Ticaret Sistemine (ETS) paralel bir sistem olan SKD mekanizmasına tabi olan beş öncelikli sektöründen ikisi olan çelik ve çimentoda dünyada söz sahibidir. Türkiye çelikte 2022’de 21,1 milyar dolar toplam ihracatı ile Avrupa’nın ikinci en büyük ve dünyanın sekizinci büyük üreticisi konumunda yer almıştır.
Avrupa’nın bugün ulaştığı ekonomik entegrasyonun nüvesini Birleşmiş Avrupa ülküsünün işaret fişeği olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun (AKÇT) oluşturmaktadır. Çeliğin Türkiye – Avrupa Gümrük Birliği Anlaşması yerine AKÇT Serbest Ticaret Anlaşması ile yürütülüyor olması da bu hususla birlikte düşünüldüğünde; bu sektörün AB’nin gözündeki değeri ortaya çıkmaktadır. AKÇT ile çelik ticaretindeki gümrük vergileri karşılıklı olarak kaldırılmış, devletin, çelik endüstrisine destek verememesi karara bağlanmıştır.
Çeliğin AB Yeşil Mutabakatı’na uyumu hususunda AB çelik üreticilerinin de itirazı olduğu görülüyor. Avrupa Çelik Birliği (EUROFER), üretilen bir ton yeşil çelik başına maliyetlerin, geleneksel çeliğe göre %35 ilâ %100 arasında daha yüksek olabileceğine, büyük ölçüde doğru koşulların yerinde olmasına bağlı ve “Çelik için Yeşil Anlaşma”ya ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapmaktadır.
Türk çelik sektörünün Yeşil Mutabakat’a uyumunda önemli avantajı, çelik üretiminin %75’inin çevre emisyonunu en az etkileyen elektrikli ark ocaklarıyla yapılmasıdır. Ayrıca üretici firmaların %20 ilâ %30’luk elektrik ihtiyacını yenilenebilir enerjiden karşılaması da Mutabakat’a uyumu kolaylaştırmaktadır.
Çelik sektörünün Mutabakat’a uyum konusunda karşılaşabileceği en önemli sorun, sınırda karbon düzenlenmesinden ziyade Yeşil Mutabakat kapsamında hazırlanan AB Atık Sevkiyatları Tüzüğü’nü revize eden mevzuat taslağının atık ihracatına katı kurallar getirecek olmasıdır. Bunun nedeni de AB’nin döngüsel ekonomi anlayışı çerçevesinde atıklarından daha fazla faydalanmak istemesidir. Bu anlamda Türkiye’nin atık ithalatının %88’inin hurda demir olduğu ve bunun yarısının AB’den yapıldığı düşünüldüğünde önemli bir sorunla karşılaşılacağı açıktır. Çünkü emisyonu az etkileyen elektrikli ark ocakları temel olarak hurda tüketmektedirler. Üretimin sadece %30’luk bölümünün ise ağırlıklı olarak demir cevheri tüketen entegre tesislerde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Ülke içinde hurda toplama ve geri dönüşüm faaliyetlerinin yeterli düzeyde olmayışı da Türk çelikçileri daha da zor durumda bırakabilir.
Sonuç olarak Yeşil Mutabakat, ihracatının yarıya yakınını AB pazarına yapan Türk ihracatçıları için ateşten bir imtihan gibi gözükmektedir. Ama ateşin demiri çeliğe dönüştürmesi gibi, bu sürecin sonunda Türk firmaları global pazarlara daha güçlü çıkacaktır.