Çok kıymetli bir mimarımızı yitirdik. Cengiz Bektaş Türkiye’nin mimarlık camiasında olduğu kadar, kültür ve edebiyat alanının da önemli bir yeri olan isimlerinden biriydi. Cengiz Bektaş’ı Çelik Yapılar dergimize verdiği söyleşi ile uğurlayalım istedik biz de…
Sizinle birçok nedenden dolayı söyleşi yapmayı istedik. Öncelikle mimarlık camiasının "Usta" lakabıyla anılan ismisiniz. Bir yandan sektörde aktif çalışansınız diğer yandan da akademide öğrencilere sesleniyorsunuz. Uzun yıllara dayanan tecrübeleriniz ve birikiminizle Yapısal Çelik Sektörüne bakışınızı merak ediyoruz…
Cengiz BEKTAŞ: 40 yıl önce Almanya’dan Türkiye’ye geldiğimde yapı sektöründe modern mimari alüminyum ile yapılırdı, prekast beton elemanlarla birlikte. Alüminyum dışarıdan getirilirdi, sonra burada alüminyum üretimi başladı, ben de kullandım. Ama Almanya’da şununla öğünürler, şu pencerenin profili bu, 1958’deki bu, 60’daki bu, 70, 80’deki bu diye, gittikçe küçülür. Zaten ahşap büyüklüğünde alüminyum yaparsan ne anlamı var, ahşapla yaparım o zaman. Yani alüminyum malzeme olarak daha hafif bir şey, daha derli toplu bir şey vermesi lazım, yoksa neden alüminyum yapayım?
Bizde ise ben hala alüminyum firmasından çözüm isteyeyim bana ahşap kadar ağır çözüm yollarlar. Balıkesir Burhaniye’de bir yapı yapıyorum, sistem detayını veriyorum buna yakın profiliniz varsa evet diyorum. Yoksa "Benim profilim şu, ben bununla çözerim" lafını istemiyorum kardeşim.
Alüminyum da kullandım, çelik de yaptım ben. Bakın en son bir çelik yapı yaptım ben, Bir müze yapısı, Afradisyas’da. Şimdi burada yapının altında Bizans Duvarları var. Kazıklar çaktım ve yapıyı tümüyle kaldırdım. Yapı yere oturmuyor. O zaman bir anlamda çelik yapmak zorundayım. Ama bir yangında bu yapı yıkılır. Çelikte yangını korozyonu iyi düşünmeniz gerekir. Depremde Bağdat Caddesi’nde betonarme binalara girdik demir kalmamıştı. Benim bu müze yapısında İtalya’dan boya getirttim yangına dayanım için.
Yapı bir kış geçirdi gittim baktım birkaç yerde kabarmalar var, şimdi yeniden yaptırıyorum oraları. Ben titiz adamım, güvenemiyorum, o yüzden de çeliğe cesaret edemiyorum. Mesela Almanya’da iki tür çelik yapı vardır, biri paslanmaz diğeri paslanır ama o pas kalır orada, o pas artık koruyucudur.
Siz çeliği riskli mi buluyorsunuz?
Cengiz BEKTAŞ: Siz bulmuyor musunuz? Bunu açıklıkla söylemek gerekir. Mesela bana soruyorlar Mersin’deki gökdeleni neden çelik yapmadın diye, nasıl yaparım? Çeliği yeteri kadar güvenli olmadan yapmak ciddi bir insanlık suçudur diye düşünüyorum. Bu sözlerin şimdi sizin beklemediğiniz bir şeydir herhalde.
Yok hayır, sizin çelikle ilgili kaygılarınız zaten Türk Yapısal Çelik Derneği’nin de uyardığı noktalar. Çeliğin avantajlarının yanında düşündürdü. Bunu ispatladığı için çok benimsendi. Biz halen daha harçtan çalmayı marifet zannediyoruz.
Kimse kiremit ya da tuğlanın nasıl örüldüğünü kontrol ediyor mu? Deprem ülkesiyiz ama çok ağır ağır binalar yapıyoruz. Hafifletmenin iki yolu var ahşap ya da çelik. Diğer yandan diyelim yüksek katlı bir işyeri yaptınız, bir avukat bürosu çıktı oradan başka bir firma geldi değişiklik yapmak istiyor, ne yapacaksınız, o kata tuğla mı çıkartacaksınız? Bunun en iyi yolu elbette hafif konstrüksiyonlardır. San Francisco’ya gittiğinizde kendinizi İstanbul’da zannedersiniz, hakikaten bizim inşaat sistemimizi kullanıyorlar.
Nasıl yani, benzer midir?
Cengiz BEKTAŞ: Benzer değil aynısını almışlar, hem de tam bilemiyorlar. Ben oraya gittiğimde bir ev yapılıyordu, Amerikalı mimar yanlış yapıyordu bir takım şeyleri, ben anlattım ona, şöyle şöyle diye, yani oturma odası kuzeye bakmaz. Ama ben bunu nasıl değiştireceğim dedi, bu konstrüksiyonda çok kolay gerçekten, değiştirdik bir şekilde, o zaman siz devam edin denildi, yok hayır dedim ama tümüyle bizim detaylarımız, penceresinden duvar, merdiven detaylarına kadar aynı, Osmanlı’daki ahşap detaylarını kullanıyorlar. Biz onu yangın korkusuyla bıraktık. Ahşabın yerine çelik kullanabilirdik ama yangına gerçekten iyi önlem alabilirsen. Yoksa ahşap yapmak ya da çelik yapmak fark etmez. En önemli sorun yangın. Ama batıda çeliğin bu dezavantajları aşıldı. Peki siz ne yapıyorsunuz? Siz zannediyorsunuz ki ben eleştirmek için böyle konuşuyorum, ben kendime yol bulabilmek için söylüyorum, çözüm arıyorum ben. Bu sorunların Türkiye’de de aşıldığına bir inansam çelik yapı yapmayı çok isterim.
Türk Yapısal Çelik Derneği bünyesinde yangın ile ilgili bir çalışma komitesi var. Derneğimiz Avrupa Yapısal Çelik Birliği’nin de üyesi kurulduğu günden beri, oralarda yapılan yangınla ilgili çalışmaları buraya da taşıyoruz. Teknik olarak benim yanıt vermem mümkün değil elbette, bu yazıyı okuyan sektör ilgilileri sizinle iletişim kurup son gelişmeleri size anlatacaklardır. Artık yangın mühendisliği diye bir kavram üzerinden hareket etmenin daha doğru olduğu düşünülüyor. Çeliğin ısıdan etkilenmesini önleyecek mimari tasarımlara gidilmesi öneriliyor. Diğer yandan da çeliğin ısıdan etkilenmesini önleyici koruyucu malzemeler geliştirilmiş durumda. Yangın Mühendisliği bu işin daha ekonomik olarak çözülmesini de gündeme getiriyor.
Cengiz BEKTAŞ: Ben ekonomik olayı ayrı bakıyorum. Bununla diğerini karşılaştırışınız bakarsınız. Ama önemli olan benim çelik yapı yapmak için sonucu verecek olan güven. Benim babam Denizli’de çelikten sinema yaptı. İstanbul’dan geldiler inşa ettiler.
Bir anda yangından yıkıldı gitti. Bir başka arkadaşım Samsun’da bir kule yaptı çöktü, çünkü adamlar doğru düzgün kaynak yapmıyorlar ki? Benim bu müze projemde her şey blonludur. Ayrıca hiçbir şey saklı değil ortadadır. Mesela kaynağa da güvenmiyorum.
Bizim Dernek Başkanımız, Prof. Dr. Nesrin Yardımcı da aynen sizin dikkat çektiğiniz gibi tüm konuşmalarında çeliğin de düzgün yapılmaz ise sorun çıkartabileceğini, çökebileceğini özellikle vurgular.
Cengiz BEKTAŞ: Bakın çok akıllı bir dernek başkanınız var demek ki…
Başkanımız adına teşekkür ederim ama söylemek istediğim biz tutucu bir şekilde çeliği ön plana çıkarmıyoruz. Proje çeliği gerektiriyorsa çelik yapın diyoruz, aynen sizin müze yapınızda olduğu gibi. Diğer malzemelerden yapılan yapıların da düzgün yapılırsa sorunsuz olacağını belirtiyoruz. Yapılanların denetlenmesi gerektiğini vurguluyoruz. İşin ehli kişiler tarafından yapılmasını öneriyoruz. Sizin sözlerinizi sadece çelik için değil tüm yapı sektöründeki sorunlar için söylediğinizi anlıyorum, yanılıyor muyum?
Cengiz BEKTAŞ: Elbette, söylüyorum her zaman, biz yapı yapmayı bilmiyoruz. Ama ben sizin kapınıza geleceğim yalvaracağım ne olur bir çözüm bulun diye. Ben çeliği kullanmak istiyorum çünkü. Kimse benim kadar çelik konusunda düşünmüş olmasın. Ayrıca bunu özellikle söylemek isterim ben durmadan araştırmaya çalışan bir adamım. Görüyorsunuz çalışma odamı, masamı, ama çelikte kimse yardımcı olmuyor bana. Sadece bana garanti verecekler ama. Yıkıldıktan sonra "Ama sen bana garanti vermiştin" diyemem ki.
Ben biraz da gözden akıllı olduğum için gösterecek bana, yangından şöyle koruyacağız diye göstermesi lazım bana.
Derneğin de bir yangın test laboratuvarı açma girişimi var gündemde…
Cengiz BEKTAŞ: Evet bunu yapın mutlaka. Bakın benim memleketim Denizli bir deprem bölgesi. Ben depremlerle büyüdüm. Bizler depremlerde evlerimizden kaçmayız. Çatır çutur eder ama beni korur o evler. Evden kaçarsam damdan kiremit düşme ihtimali var sokakta, bu daha tehlikeli bir durum.
Evler taş mı?
Cengiz BEKTAŞ: Hayır ahşap karkas. 5’in üzerinde bir depremde 6’ya yaklaşan karyolanın altına gireriz, ola ki bir şeyler düşmesin diye. O kadar ilginç bir şeydir ki biz yapı yapmayı bilmiyoruz dediğim zaman ezbere söylemiyorum. O evlerde duvar var tavan var, tavanı duvardan 5 cm açıkta bitirmiş ve yukarıdaki strüktüre asmış, deprem geldiğinde tavan sallanıyor ama yıkılmıyor.
Denizli’deki Kurşunlu Evleri mesela binlerce yıldır deneye deneye bu sonuçlara gelmiş.
1976’da Denizli’de deprem oldu ben üç gün hiç uyumadan bütün yapılara koşturdum inşaat mühendisi arkadaşımla beraber, çaprazlar var yapılarda, biz eskiden onlara "Şeytanın Çaprazları" derdik, ama bunların sayesinde yapı sapasağlam duruyor. Bu yapıların sahiplerine korkmayın sıvayın çatlakları girin içine dedik. Ama bir başkasına bakıyorsun, sakın aman ha girmeyin diyorsunuz.
Çok sorunlu problemli konulardan başladık sohbete, ben biraz da sizin sanatçı kimliğinizle çelik yapılara bakışınızı öğrenmek istiyorum…
Cengiz BEKTAŞ: Çeliği ben çözüm olarak görüyorum aslında, daha küçük kesitte daha çok yük taşıyabilecek ama en önemlisi esnekliği sağlayabilecek bir malzeme. Betonarme yapı bu esnekliği sağlayamaz. Çelik benim aradığım bir malzeme çünkü çelik ahşapla aynı niteliklere sahip hem basmaya hem çekmeye çalışıyor hem de esnek. Yani çelik ileri bir adımdır inşaatta. Zaman kazanımı çok önemli, ben betonarme bir kirişi döktüğüm zaman eğer kuralına göre yapıyorsam bekleyeceğim. Çelikte getiririm malzemeyi, blonunu sıkarım bitti. Yapmak istiyorum ama çözümünü bulamıyorum, bir gün yaparım diye düşünüyorum. Yapamadığım için üzgünüm. Betonarme yapmak istemiyorum çünkü. Ben çelik yaptığımda çok da iyi yapacağımı biliyorum ama ne zaman, çelikçiler bana yardımcı oldukları zaman.
Diğer yandan siz bir akademisyensiniz. Türkiye’de mimarlık ve mühendislik eğitiminde ağırlık betonarme yapılarda, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Cengiz BEKTAŞ: Yok evet yalnız bunlar da değil. Eğer konudan ayrılmamış olarak kabul ederseniz bu konuya değinmek istiyorum.
Bugün Türkiye insanının yaklaşık yarısı toprak binalarda oturuyor, kerpiç yapılarda, ben kerpicin ne olduğunu biliyorum. İstanbul’da da kerpiç yapı yaptım ama bugün Türkiye’nin 80 tane mimarlık fakültesi var hiçbirinde kerpiç de öğretilmez. Kimin için mimar yetiştiriyorsunuz, kime yardım edecekler? Almanya’ya gidip orada mı mimarlık yapacaklar? Hepsi öyle düşünüyor zaten, ah bir şu mimar gibi olsam diyorlar, bu bahsettikleri isimlerin çoğu da bir rezalet. Ama bu öyle bir reklam dünyası ki Zaha Hadid’in ağzından bir kere kendi memleketine yönelik söz çıkmaz. Benim bütün mimar çocuklarım oraya koşmaya çalışıyor. Türkiye’nin mimarlık sorunlarını kim çözecek? Özellikle bu bakışı sorgulamak lazım.
Ben bu yaşımda halen daha araştırıyorum. Neyi araştırıyorum, en çabuk yapılacak inşaat sistemini araştırıyorum. Bunda kesin kez çelik çözüm yoludur diyorum. Almanya’yı araştırıyorum, onlar neden yapmıyorlar diye düşünüyorum, çünkü onlar da konutları belirli bir yükseklikten fazla yapmıyorlar. Bakıyorum gökdelen konut Amerika’da ya da Sidney’de var, başka yerlerde de vardır tabii ama ben buraları biliyorum. Fakat akıl almaz bir şey yani 26’ncı katta bir ev düşünülebilecek bir şey değil. Bakın ben penceremden bakıyorum ağacın yapraklarını görüyorum. Bu başka türlü bir yaşama biçimi.
Bu durumu ifade ettikten sonra işin eğitim kısmına geri dönersek, mimarlık eğitiminde en azından son proje mimar, mühendis, elektrik, mekanik birlikte çalışmalıdır diye önerdim ben ama olmadı. Çünkü bizim mimarlarımız takım çalışmasını bilmiyorlar. Yani bu o kadar önemli bir olay ki, birlikte çalışmak zorunda olduğu insanları seçmeyi bile bilmiyorlar. Statik mühendisini ne zaman çağıracağını da bilmiyor. Oturuyor projeyi çiziyor ondan sonra statik mühendisi geliyor şuralara kolon isterim diyor, halbuki onu beraberce karar verecekler.
Söyledim biz yıllardır projelerde denemeler yaparız diye, bu sistemde iyi sonuç alamıyorsak bir başka sistem deneriz. Yapı bir bütün her birim birbirini dinleyecek. Yapı mükemmel ama şehircilik olarak yanlışsa ne yapayım ben onu? Münih’de bir yapı var, yol dönüyor önünden ve bakmışlar çok kaza oluyor, benim şehircilik profesörüme geldiler çözüm üretti, o binaya bir ekleme yaptı ve o sorun çözüldü. Sürücüler oraya gelince orada bir şey var diyerek yavaşladılar çünkü. İşte şehircilik bu, bizde sanılıyor ki şehri planlıyorlar. Yani şehircilik olmadan mimarlık nasıl olur? Mimarlık boyutu olmadan şehircilik nasıl olur?
Sizin mimar mühendis ilişkiniz nasıldır?
Cengiz BEKTAŞ: 30 yıldır hemen hemen aynı statik ofisle çalıştım. Ben Ankara’dan İstanbul’a taşındım o da taşındı buraya geldi. Biz her proje için her aşamada birkaç deneme yaparız onunla birlikte. En ekonomik, en verimli hangisi olacak diye deneriz. Şimdi benim kuşağımdaki statikçiler el hesabı yaparlar ayrıca bilgisayar teknolojisine de güvenmiyorlar. Bilgisayar teknolojisini kullandığınızda siz yüzde 30 daha fazla malzeme harcarsınız.
Güvenli yapmaya çalışır o programlar, çünkü o program. Van’daki de İstanbul’daki de kullanacak. Bizim deprem yönetmeliğimiz de aynı yanlışın işindedir. Benim deprem yönetmeliğini hazırlayan arkadaşım diyor ki ben seni biliyorum titiz adamsın betonu dökerken başında duracaksın ama diğerleri bunu yapmıyor, ben seni düşünemem diyor ve diğer adama göre hazırlıyor. Ama bu genel kurallara ben de uymak zorunda kalıyorum.
Çengiz BEKTAŞ kimdir?
Mimar, şair ve yazar (D. 26 Kasım 1934, Denizli – Ö. 20 Mart 2020, İstanbul). 56. İlkokul (Saraçhane), İstanbul Erkek Lisesi (1953), Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü (1956), Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü (1959) mezunu. Mimar Sinan Üniversitesi Şehircilik ve Mimarlık Bölümü’nde (1961-62, 1999-2000), Zafer Mühendislik Mimarlık Yüksek Okulu’nda (1967-69) ve Trakya Üniversitesi’nde (1998-99) öğretim üyesi olarak görev aldı. Münih (1959-61), Ankara ve İstanbul’da (1962-2000) serbest mimarlık, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nde danışmanlık (1999-2000) yaptı. 1959’dan itibaren serbest mimar olarak çalışmalarını sürdüren Bektaş, konuk öğretim görevlisi olarak Makedonya, Almanya ve ABD’de bulundu. Ayrıca Türkiye Yazarlar Sendikası genel başkanlığı (1999-2005) ile Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği başkanlığı görevlerini üstlendi.
Mimari tasarımlarında işlevsel bir tutum izlediği görülür.
Mimar Cengiz Bektaş, Türk Dil Kurumu binası projesiyle 1978 Ulusal Mimarlık Sergisi Ödülü’nü, "Akdeniz Üniversitesi Olbia Sosyal Özeği" projesiyle 2001 Ağa Han Mimarlık Ödüllü’nü aldı. Tamamladığı diğer mimari tasarımları arasında İstanbul "Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası" (1985-1986), Aydın "Afrodisyas Ek Müzesi" (2006-2007) binaları bulunmaktadır.
Mimar olarak Cengiz Bektaş, "Kendi kültürünün, geleneğinin ne olduğunu bilmeyen kişilerin bilgisizliği uyarınca yapılan yapılar, "Bu geçmişin çocukları bunlar olabilir mi?" sorusunu akla getiriyor.
Bana göre mimar, özellikle de bizim mimarlarımız, kültür birikiminin bilincinde olmalı. Mimarlık elbette ki insanlar için, bu çağda onlara insancıl oylumlar sunmak için yapılmalıdır. Onların gereksinimleri, mutlulukları, sağlıkları için çalışmak demek bu." görüşündedir.
Mimarlıkta Eleştiri (1967) adlı kitabıyla 1968 yılı Türk Dil Kurumu İnceleme-Araştırma Ödülünü, bir şiiri ile de TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışması’nda Tek Şiir Başarı Ödülünü kazandı.
2003’te Truva Şiir Ödülü ve Romanya Balkan Kültürüne Katkı Ödülünü, Dün Bugün ile 2007 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülünü aldı. Ayrıca çeşitli mimarlık ve şehircilik kuruluşlarından çok sayıda mimarlık ödülü aldı. Bazı şiir ve öyküleri çeşitli dillere çevrildi. Akdeniz adlı şiiri Aylin Livaneli tarafından bestelenerek seslendirildi.
Cengiz Bektaş, yazı yaşamına bir Denizli gazetesine yazdığı fıkralarla girdi (1950). Şiir ve yazıları, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın çıkardığı Türkçe dergisinde (1960) başlayarak Dost (1963), Sanat Sanatçılar (1965), Türk Dili (TDK, 1968-83), Yazko Edebiyat, Varlık, İnsancıl, Güzel Yazılar, Evrensel Kültür, Kıyı gibi dergilerde yayımlandı. Şiirleri, deneme ve incelemelerinin yanı sıra mimarlık üzerine yazı ve konuşmalarıyla da tanındı.
22. Dönemde kendisine Denizli Belediye Başkanlığı adaylığını önerildi, ancak o kabul etmedi. Babası adına yaptırdığı Hacı Halil Bektaş İlkokulunu Bedri Rahmi Eyüboğlu süslemişti.