Basına da yansıyan söyleşilerinizde size Türkiye'de çelik yapıların neden yaygın olmadığı sorulmuş siz de maliyetler demişsiniz. Yine böyle mi düşünüyorsunuz?
Bünyamin DERMAN: Biz tasarımın her aşamasında bulunuyoruz, hem proje geliştirme-uygulama aşamasında, hem de yarışma aşamasında, onun için bu durum konudan konuya değişen bir durum tabii. Her konuyu çelik olarak da yapabilirsiniz, bizim tercihimiz açısından bir sorun yok elbette ama bizim geleneğimizde herkes maliyet yönünden işin kolayına kaçıyor.
Birinci sırada maliyet diyorsunuz yani...
Bünyamin DERMAN: Yüzde yüz, hiç tartışmasız. şöyle düşünün, fabrika yapılarında belli bir açıklığı geçtiğiniz zaman hemen "çeliğe dönelim" diyorlar, betonarme yapmak istenmiyor. Neden? Çünkü orada maliyetler çelikte daha iyi. Mesela biz bir okul yaptık, okulun spor salonuna gelince projenin yapısal gereklerinden kaynaklı olarak betonarme yapmak zorundaydık, çelik daha ucuza geliyordu, müteahhit o kısımda çeliğe döndürdü çatıyı. Bizim şöyle bir durumumuz var, gayet tabii ki özel yapılarda, stadyum gibi, havaalanı gibi projelerde, başka türlüsünü, çelikten başka bir malzemeyi düşünme durumunuz yok zaten. Her malzeme ile bir şeyler yapabilirsiniz ama ekonomiklik, dizayn esnekliği açısından, formsal açıdan baktığınız zaman çelik tabii daha esnek bir malzeme, hafif, istediğiniz açıklığı geçme şansınız var. Mesela 350 metrelik bir telekomünikasyon binası projesinde bunu betonarme olarak düşünmedik bile veya şu anda Koç Vakfı'nın bir yüzme havuzunu yapıyoruz, kolonlar hariç kesinlikle çelik yaptık. Ataşehir'de spor merkezi yapıyoruz orada da bina tamamen çelik. H profil çelikler. 50 metre bir açıklık vardı ve çeliğin yarattığı o boşluğu da değerlendirerek gerçekleştirdik. 5 metre değil de 8 metre yaptık boşluğu ve onun içini de değerlendirdik. Bir de tabi çeliğin dezavantajı: koruma ve esasında çelik maliyetini en çok artıran en önemli etken, yangın koruması. Diğer avantajları yoksa herkes tarafından biliniyor. Hızlı üretilmesi, atölyede üretilmesi, temiz bitmesi vs hepsi biliniyor ve önemseniyor. Bir de malzeme üretimi açısından baktığınız zaman H profiller dediğimiz mimari profiller ülkemize geç geldi ve pahalı geldi. Normalde baktığınız zaman bizim yerli üretilen çeliklerle bir yapı yapmak mümkün değil. Çok zor, o da belirli bir yere kadar yapılıyor.
Günümüzde de böyle midir? Yerli sanayi bu alana çok yatırım yaptı, yapmaya da devam ediyor...
Bünyamin DERMAN: Ama şu anda var bu dediğiniz. Ben hep şunu söylüyorum, gelenek olmadığı için siz istediğiniz kadar bunu anlatmaya çalışın müteahhitlere ya da yapımcılara, pek sıcak bakmıyorlar. Sıcak baktıkları noktalar işin ekonomikliği ortaya çıkınca gerçekleşiyor ve o zaman bunu çelikle çözelim diyorlar. O yüzden fabrika yapılarının çeliğe yönlendirildiği çok olmuştur. Spor salonları hep uzay sistemdirler. Çeliği biz yıllarca uzayda gördük. O da işte çabuk üretiliyor, borular gelip takılıyor diye. Ama bizim çelik yapı geleneğimiz yok, ben buna inanıyorum.
Bu geleneğin oluşmamasının nedeni nedir sizce, okullarda mı öğretilmiyor, çevrede fazla örnek olmadığı için midir? Nedir?
Bünyamin DERMAN: Biz okulda öyle çok çelik projesi çizmedik, ben 10 yıldır araştırma ve öğretim görevliliği yaptım üniversitelerde, hiçbir zaman projeyi çelik yapın ya da yapmayın diye bir görüş bildirmedik, öğrencinin tercihini değerlendirdik ama bize çelik projesi falan vermediler yani. Ama bu çeliği bilmiyor anlamına gelmiyor. Benim ısrarla üzerinde durmaya çalıştığım şey üretim teknolojisinden kaynaklı, böyle bir çelik eğilimi olmadı. Bugün Amerika yüksek yapılarının büyük çoğunluğunu çelik olarak yaptı. O yüksekliği başka türlü yapma şansı yoktu. Son dönemde betonarmenin biraz daha hafiflemesi onu biraz daha alternatif haline getirdi denebilir fakat bizdeki mimarlıktaki malzeme kullanımındaki sürecin Amerika'daki, Avrupa'daki gibi olmadığını düşünüyorum. Bir de özellikle deprem olan bölgelerde, Amerika'nın deprem bölgelerinde, Japonya'da yapılar çelik olarak yapılıyor, betonarme yapılmıyor. Bunun da nedeni çeliğin depremsellik yönü.
Siz de katılıyor musunuz, çelik depremde avantajlı mıdır?
Bünyamin DERMAN: Şüphesiz. Ama asıl durum, malzemeyi nasıl kullanırsanız kullanın, mimarın tasarımcının, statik grubun nasıl tasarladığı ile ilgili bir durumdur da. Biz bütün malzemelere yakın durduk bugüne kadar. Bir malzeme fanatikliğim yok, çelik yapmam da demem ama brüt betona da saygı duymuşumdur. Çünkü ben malzemeyi kendi çıplaklığıyla kullanmayı severim. Fakat çeliğin şöyle dezavantajı var bu anlamda. Çeliği korumak için ana taşıyıcılara güçlü bir kaplayıcı düşünmeniz gerekir. Ben Jan Novel'in bir kaç binasını gezdim Paris'te, çoğu çelikti, keza Herzog & de Meuron'ın Barselona'daki binası, o binalara gittiğimde de ilk çeliklere baktım, orada çelik duruyor, ana taşıyıcılar görünüyor, püskürtme malzeme ile ana strüktürün tamamen kaplandığını görüyorsunuz. Yani bu tamamen mimari konseptle de ilgili aynı zamanda, mimarın nasıl tasarladığı ile ilgili. Türkiye'de ise hem maliyetler, hem de gelenek diyeyim, alışkanlık yok. Düşünsenize çelikte detay üreten kaç tane grup var sizce? Pek yok. Öyle bir gelenek yok ki bizde, detay geleneği yok. Bu yönde mühendislerimiz de fazla gelişmedi. Çok iyi mühendislerimiz var onları ayrı tutuyorum ama genel olarak konuşursak, mühendislik tasarımında da gelişme yok. Mimardan bekliyorlar, oysa mühendislerin bizim önümüzü açması lazım esasında. Yani o narinlikte, o detayda önünüzü açacak mühendisler gerekiyor. Bazen öyle bir proje yapıyorsunuz ki sizin yaptığınız detaylar bambaşka bir şekilde geliyor. Birlikte çalışmak lazım biraz daha...
Mesela bir kaç fabrika yapısında ucuz olsun, çelik olsun dedikleri zaman, 100 metrelik bir profilin mafsal noktasında 20'likle başlıyor, ileri gidince 15 oluyor, biraz daha gidince 5 oluyor. Baktığınız zaman bir bütünlüğü yok ama ekonomik mi ekonomik. Ekonomiklik sadece profil boyunu mafsal noktalarında artırmak değil. Bu üreticilerin işine de geliyor. Mevzu şu: biz sistem kurmayı bilmiyoruz. Bizler ortak çalışmayı çok fazla sevmiyoruz zaten. Ekip ruhu içinde iyi bir çalışma yapıldığı takdirde gayet tabii ki sonuçlar daha iyi oluyor. Özellikle detay konusunda tek başına ne mühendis, ne mimar karar veremez, mimar ne istediğini aktarmak, mühendis de en iyi şekilde nasıl yaratacağını birlikte geliştirmek zorunda.
Bu sözlerinizi yaptığınız çelik projeleri üzerinden anlatırsanız, çelik projelerinizde neler yaşadınız?
Bünyamin DERMAN: 212'nin çatısı tamamen çeliktir. Projelerimizde Türkiye'de en iyi mühendisleri ile beraber çalıştık, İrfan Balioğlu ile birlikte gerçekleştirdik projelerimizi, siz beraber oturduğunuz zaman çözüm önerisi olarak gerekli işler yapılıyor. Dolayısıyla biz biraz da kendimizi batı ile karşılaştırdığımız için, daha narin kesitler çıkıyor falan, tabii bunun da birçok nedeni var. Burada depremsellik daha önemli noktadan bir tanesi ama mesela 212'nin çelik mimarisi çatı örtüsü bence bir havalimanı kadar var yani, 36 metre konsol var orada. Dalaman Havaalanı'nda çelik bir zırh olarak kullanıldı. Havalimanının kendisi betonarme, çelik bir dış kabuk gibi. Ekolojik olarak yaratıldı. Dışarıdan bakıldığında çelik bir bina gibi algılansa da çelik bir bina değil, çelik bir zırh orada. Konsept olarak içini betonarme dışını çelik olarak düşünmüştük ama buna çelik bina diyemeyiz elbette.
Son dönemde gördüğümüz projelerde de var bu karışıklık, "karma" diyerek geçiştiriyorlar sanki. Taşıyıcı sistemi çelik olana mı denir çelik yapı, ya da sadece çatısı çelik olan bir yapı çelik yapı olarak adlandırılamaz mı, ne dersiniz?
Bünyamin DERMAN: Karma kullanıyoruz şu anda. Bugün AVM'lerin çatısında çok güzel mühendislik çatıları oluşturabiliyoruz. Mesela Seyrantepe Stadı'nın çatısı tamamen çelik ama alt yapısı tamamen betonarme. Ama çeliğin de bir tanımı vardır. Bence ana taşıyıcılar çelik ya da betonarme olabilir ama bir binaya baktığınız zaman egemen fikrin çelik üzerine kurulması lazım. Karma ne zaman olur, stadyumlar gibi taşıyıcısını da çelikten yapabilirsiniz de ama çatısının tamamen çelik strüktür olduğunu söyleyebilirsiniz. Diğer yapılarda başka türlü geçemediği yeri çelik yapıyor sadece. Mesela bizim yaptığımız okul yapısında spor salonun sadece üzerini çelikle örttük şimdi buna nasıl çelik bina diyebiliriz ki. Yapının kurgusu çelik üzerine değil ama Sporium yapımızda tamamen çelik kurgu yaptık, Koç havuzu da tamamen çelik kurgulandı.
Pek geleneğimiz olmasa da çelik yapılara bir ilgi var son dönemde, siz de söylediniz sanayi yapıları zaten çelik olarak yapılıyor ama diğer yandan AVM'ler, havaalanları, stadyumlar çelik olarak yapıldı ve ard arda sıraladığınızda Türkiye'de epeyce bir çelik yapı olmaya başladı. En eksik kalınan yerse konut tabii, ne düşünüyorsunuz bu son yeni çelik yapılarımız hakkında?
Bünyamin DERMAN: Bizler yavaş yavaş çeliği öğrenmeye başladık. Son 10 yıla kadar büyük ölçekli yapılar pek yapılmıyordu. İnşaat sektörünün ve müteahhitlerin yurtdışı deneyimi, büyük ölçekli projelerin ülke mimarları ya da dışarıdan gelen mimarlar tarafından Türkiye'de yapılıyor olması, doğal olarak bu gelişmeyi kazandırıyor. Düne kadar bir iki tane havalimanımız vardı ama şimdi aşağı yukarı her ile açılıyor ve bu tip yapılar da ağırlıkla çelik oluyor. Betonarme yapılanlar da var ama genellikle çelik. Çatı sistemlerine baktığınız aman % 70 i rahatlıkla söylüyorum ki çeliktir. Stadyumlar var, TOKİ açıkladı mesela şu anda 20 tane stadyum yapacağını, bunların doğal olarak büyük bir kısmı çelik olacak. şu anda Bursa'yı, Konya'yı biliyoruz havaalanı olarak, Sivas'a, Trabzon'a açıldı, şimdi bu tip projeler gündeme gelince mimarlarda bu tür deneyim oluşuyor. Çelik endüstri yapısında deneniyordu ama bu kadar dizayn olarak denenmiyordu. Fonksiyonu çözsün, açıklığını doğru yapsın diye bakılıyordu, böyle bir deneyim olmuyordu.
Beğeniyor musunuz yapılan çelik yapıları, eleştirileriniz var mı bu yapılara yönelik? Türkiye'deki çelik yapıların çok ağır olduğu görüşü hakim sanki, katılıyor musunuz?
Bünyamin DERMAN: Ağır olması da detaysızlıktan. Sizin yapma biçiminiz ve üretici bunu böyle sunuyor. Ben bir şey söylediğimizde "taşımaz" diyor ve bitiyor. Ama mevzu bu değil, mevzu bunun ağırlaşması veya hafifleşmesi, o geçişteki sadece çelik değil, gergiler, başka enstrümanları da kullanmak lazım. Bizde sorun da burada doğuyor. Bizim bunları hesaplayacak programlarımız yok ki. Dikkat ederseniz mühendis arkadaşlarımızın genel olarak kullandıkları belirli tip çelik programları var ve o ne kadar öngörürse diye düşünülüyor, halbuki orada bir dizayn gerekiyor. Geleneğimiz olmamasından kaynaklı, dediğim de bu zaten. Mühendis burada kendi tasarımını mimarla geliştirdiği zaman buna varım. Mesela borular geliyor, borular biliyorsunuz narin, bağlarken stabil bağlanıyor, dikkat edin o zaman detaysız duruyor. O da tamamen depremle ilgili diyorlar. Bir takım şeylerde muhakkak onlar da haklıdır. Biz bu konuyu İrfan Balioğlu ile çok tartıştık, bakıyorum yurtdışındaki bir projede, ne güzel incecik çözmüş diyorum ben ama o olmaz diyor. Ama ben Çin'e bakıyorum o mafsalları sabit ama düzgün yapıyorlar. Biz kendi gerçeklerimize göre mühendislik grubumuzu ve mimari tasarımlarımızı daha farklı deneyimlendirmemiz gerekiyor. Son dönemde ciddi bir deneyim kazanmaya başladık. Biz millet olarak ekip çalışmasını iyi becerebilirsek, iyi işler yapabiliriz. Dikkat edin havalimanları ne zaman patladı, devletin politikası ile oldu. Yap-İşlet-Devret dedi, oldu. Mesela Sisa endüstri yapılarından çeliği deneyimlemişti ama Sabiha Gökçen Havaalanı'ndaki gibi bir çatıyı onlar da ilk defa denediler. Arup da onlara iyi bir mühendislik desteği verdi. Devlet bu projeyi getirmeseydi, o konu çalışılamayacaktı. Yani ciddi bir devlet politikası olması lazım. Bu tip yapıların zaten yüzde 80'i devlet tarafından yapılıyor. Ya da olimpik yüzme havuzları, olimpik tesisler, spor kompleksleri, kim yapıyor bunları? Devlet. Ama bakıyoruz nerde bunların yarışması ya da davetleri? Bunlar da yanlış, devletin ciddi bir politikasının olması lazım. O zaman daha nitelikli yapılar ortaya çıkmaya başlıyor. Hava meydanları yarışma ile olurdu, son yıllarda hiç yarışma açılmıyor ama her an havalimanı açılıyor. Ne kadar ters, çünkü böyle olunca tekelleşiyor işler, sadece birileri tarafından yapılıyor. Böyle olamaz. Burada hiçbir meslekdaşıma laf söylemek istemiyorum ama Almanya'da bakıyorsunuz yarışma açıyor ama sadece o tür iş yapmış mimarları davet ediyor. Böyle yapılsa bizde de, bu bile önünü açıyor bir şeylerin. Yarışmalar açıldığında herkes oradan bir deneyim kazanıyor. Mimarlık ortamı böyle bir projeyi deneyimliyor. Kazanmasanız bile onu çalışmak bile bir deneyimdir. Ya da davetli yapılabilir, bu da bir yarışmadır, Jüri kuruyorsan bu bir yarışmadır ve bu da meslek açısından değerlidir. Dolayısıyla ne kadar bu yarışmaları artırırsanız da tasarımsal olarak bu çeliğin önünü açıyor ve yapmak zorunda kalıyorsunuz. Hangi binalarda, opera, kongre, spor tesisleri ya da havalimanları gibi yapılar, çelik bir örtü koyuyor ve onun altında bir dünya yaratıyor mesela. Dünyada da böyle, çelik müze yapıyor, Jan Novel'in İlkel Kabileler Müzesi tamamen çelik, havada, çünkü fikri tamamen çelik. Keşke böyle konular hep gelse de biz de o fikirleri çıkartabilsek. Böyle bir konu olmayınca ortada, fikrin de gelişmesi olmuyor. Çelik de tasarımın önceliğinden çıkıyor iş aslında. Mesela Televizyon Kulesi yarışması açıldı, çelikle düşünüldü, 350 metrelik bir yapı için çelikten başka bir malzeme düşünemezsiniz zaten. Ya da geliyor proje size, konsol var 30 metre, bu durumda çeliğe yöneliyorsunuz elbette. O fikri çözmek için çelikle bir iş yapmak durumunda kalınıyor. Herhangi bir müteahhit konutta bunu yaptırmaz. şu anda bizim 3 tane konumuz var yaptığımız konut, AVM ve ofis . Burada siz ne kadar çelik kullanabilirsiniz ki. Alışveriş Merkezi'nin neresinde çelik kullanılıyor, atriumunda ya da dış cephesinde. Biz 212'de epey bir çelik kullandık ama mal sahibi sonradan ben bunun bu kadar pahalı olduğunu bilseydim yaptırmazdım dedi.
"Yapının maliyetini tasarımla kontrol altında tutabilirsiniz" diye çok da güzel bir sözünüz var sizin oysa...
Bünyamin DERMAN: Yüzde yüz doğru bu. Doğru sistemle yapabilirsiniz. Siz doğru bir ekiple çalışırsanız sorunları çözmemek gibi bir durumunuz olmaz. Maliyeti de çözersiniz, diğer detayları da. Mesela her bina yangında risk taşır. Sorun sadece çelikte değil, siz bunu iyi tasarlarsanız üstesinden gelemeyeceksiniz diye bir durum olamaz. Çeliğin kendi maliyetinde çok büyük bir fark yok zaten, onun koruması maliyet getiriyor.
Nasıl kontrol altına alınabilir çeliğin maliyeti o zaman?
Bünyamin DERMAN: Teknik bir konu. Dünyada da böyle zaten, hepsi çelik değil, yapının konusuna göre çelik yapılıyor. Biz ne kadar çelik profil malzemesi üretirsek, ne kadar ucuzlarsa, rahatlıkla yaygınlaşacaktır zaten. Detayları öğreniyoruz, hepimiz geliştiriyoruz kendimizi, atölyeler ne kadar çoğalırsa ucuzlayacak. Hatırlayın bir ara çelik ucuzladı, piyasa değişti. Ama Çin biraz oynuyor fiyatlarla tepetaklak oluyor her şey. Ne yaparsanız yapın bu bir maden, altın gibi yani.
Deprem gerçeğiyle bakarsak maliyet candan daha önemli midir?Bünyamin DERMAN: Öyle elbette ama yüksek yapılarda da son dönemde çekirdeği betonarme sonra çelik yapmaya başladılar, yine kompozit ama orada ana taşıyıcıya giriyor yani. Sistemi çelik çözüyorlar ama çekirdeği betonarme inşa ediyorlar. Ben gayet tabii ki çelik olsun isterim, bir kere kesiti az yani kat yükseklikleri sınırlıysa çelikle elbette daha yaratıcısınız. Hem volümsel anlamı olan hem de estetik bir malzeme, keşke daha çok kullanılsa. Ama şunu rahatlıkla da söyleyebilirim buna kafa yoran çok mühendis de yok yani. Mimar da çok fazla yok, çünkü çelik yapmak ustalık gerektiriyor. Betonarmeyi iyi kötü çıkartabiliyor ama çelik atölye üretimi getiriyor. Montaj hassasiyeti var, bu başka bir yapı yapmayı getiriyor. Yapının konusu da çok önemli. Ben çünkü çeliği açıkta severim, kaplanmasını istemem. Çeliğin narinliği, strüktür olarak gösterilmesi, bence değerli olan odur. Benim mimari anlayışımda yapıyorsan bir şeyi dürüst olarak da göstermelisin. Çeliğin güzelliği de orada zaten. Niçin biz mühendislerimizden detay istiyoruz, bundan dolayı.
Türkiye'de ve dışarıda beğendiğiniz çelik yapılar desek, hangilerini söylersiniz?
Bünyamin DERMAN: Pompidou fikirsel olarak bir tarihi bölgede, çelik yığını gibi duran, bir estetiği olan, ki ben buna "çoklukta estetik" diyorum, yani tekrardan kaynaklı güçlü bir estetiği var, strüktürün dışa vurulması, bir Japon balığı gibi yani, şeffaf ve bütün tarihi yansıtıyor bence. Norman Foster'in yaptığı Londra'daki kuleler veya Jan Novel'in yaptığı Manhattan'daki kule. Bunların hepsinin özelliği çeliği bir mimari eleman olarak kullanıyor. Veya Rogers'ın yaptığı sistem, Hong Kong'da yaptığı strüktürler, mühendisliği ile beraber düşünülen sistem, bu yapılar aynı zamanda mühendislik tasarımı gibi duruyor ve güzelliği de orada zaten. Calatrava'nın yaptığı tasarımlar, bunlar çeliği öne çıkaran yapılar. Bembeyaz çelik elemanları tekrar olarak değerlendirmesi muhteşem tabii. Calatrava'nın köprüleri de müthiş güzel tabii. Heykel yapıyor zaten, hareketli, kinetik yapabiliyor, açılan köprüler görüyoruz. Calatrava, Foster çeliği çok iyi kullanıyorlar ama mühendisliğiyle de örtüştürüyorlar. Kansai Havalimanı inanılmaz bir çelik dizaynı, bu yapının mühendisliği de inanılmaz güzel. Baktığınız zaman bir balinanın sırtı gibi duruyor mesela. Bir de denizin üzerinde, hidrolik aynı zamanda, kalkıyor iniyor. Türkiye'den mesela Ahmet Alataş'ın yaptığı cam ve çelik binalar var bence çok cesur. Uras Dilekçi'nin yaptığı çok katlı otel Avcılarda'daki, Tuncer Çakmaklı'nın Bursa'daki hal binası güzel. Tasarım ile örtüşen bir durum var bu projelerde ve ben de bunu seviyorum zaten.
Çelik Yapılar nereye doğru gidiyor, bu alanda nasıl ilerlemeler olur sizce?
Bünyamin DERMAN: 1920'den bu yana malzemelerde ne değişti? Betonarme yine betonarme idi. Aynı brüt beton yine bugün de aynı. Çelik de her zaman çeliktir. Ben hiçbir zaman malzemelerin eskiyeceğine inanmıyorum. Yenilikler muhakkak olacaktır. İşte betonda da şeffaf geliyor, çelikte de buna göre üretimler olacaktır. Hiçbir zaman hiçbir yapı malzemesi olduğu yerde durmadı. Çelikte de aynı. Çelikte dizayn dili olarak tasarımcılarıyla beraber çok gelişti esasında, daha da hafifledi. Sadece malzemeyi kullanma şekli değişti, teknoloji ilerliyor çünkü. Çelikte de ileri teknoloji ürünü malzemelerle dünyada da inanılmaz yapılar yapıldı. Çelik boru haline getirilip daha hafifletildi, tasarım kuralları, bilişim noktalarındaki anlayışlar değişti. Dünyada bildiğimiz formlarda değil de her türlü formda, ağaç gibi bitkisel formda, çoklu taşıyıcılar geldi. Çelikte de müthiş gelişmeler var yani. Malzemeler de tasarımcı ile beraber anlamlanıyor. Malzemeyi doğru kullandığınız zaman hem estetik, hem şık, hem de ucuz yapabilirsiniz.
Çok zamanınızı aldık ama son olarak İstanbul'da son dönemde gerçekleştirilen Kentsel Dönüşüm Projeleri çalışmalarında sizin de adınız var. Bu dönüşüm projelerinde Mega Yapılar'dan çok söz ediliyor. Bu çalışmalarda çelik yapılara da yer açılacak mı? Bu konudaki düşüncelerinizi de bizlerle paylaşır mısınız?
Bünyamin DERMAN: Malzeme kentsel dönüşümde bence çok gerilerde kalıyor, ulaşım, altyapı, sosyal donatı elemanları önce bunlar düşünülmeden olmaz. İstanbul'un büyük bir bölümü gecekondu mantığı ile büyümüş, bir nizam yok, herkes kendine göre bir şey yapmış, kaotik bir ortama dönmüş. Kentsel dönüşümde sağlıklı kent mekanları yaratmak önemli. Bir kere alt yapınız sağlam olacak. Yollar, kanalizasyon, su, metroları çözülmüş alanlar olmalı. Ondan sonra mimariye geliyor sıra. Bizde aslında tersine, herkes mimariye bakıyor önce, yanlışlık orada zaten. Bana bir resim gösteriyorsunuz, ee çok güzel ama nasıl yapacaksınız. Herkes mimar, herkes kent plancısı, yanlış burada. Bizim kentsel dönüşümde temel strateji geliştirmemiz lazım, halkın katılımın da olması lazım. Önce alt yapıyı kurmanız lazım ki sonra üst yapı kurulabilsin. Kentsel bir planınız yoksa hepsi gecekondu olmaya mahkum.
Ben kötü bir senaryo yazmıyorum, Maslak da gecekondu şu anda, nedenini de söylüyorum, yapıya değemiyorsunuz. Baktığınız zaman tek başına nitelikli binalar, bir ayara gelmişler de bir kurgusu yok bölgenin. New York'a baktığınız zaman bir sistem görüyorsunuz orada. İnsan ölçeği düşünülmüş, alt yapısı kurulmuş, metro sistemi oturtulmuş. Bu tür şeyler sadece bizim başımızdan geçmedi ki. Paris'e gidiyorsunuz eski Paris orada, yeni Paris'e gökdelenleri de dikmişler. İstanbul'un göbeğine dikersen kuleleri olmaz. Ama kimse bu kararları almak istemiyor. Çünkü işlerine gelmiyor. Yoksa çözümü de çok basit. Bu bir kent kültürü ve kentini sevmezsen koruyamazsın. Kentini seven bunu yapmaz. Bir kere bir ülkenin mimari politikaları olmadığı sürece bir şey yapamazsınız. Ben bunu gördüm dünyada. Bizleri geliştirecek şey de bu. Devlet mimarların fikirlerine ne kadar değer veriyor, onlara ne kadar güveniyor. Biz dünyaya gözümüzü kapatmışız her şeyi biz biliriz durumundayız. Tarihin nasıl korunduğu belli, kentlerin nasıl geliştirileceği de belli.
Berlin'e bakın, ama önemli olan süreci iyi tartmak. Berlin için süreç 20 yıl sürdü, sonra 4-5 yılda yapıldı. Barselona'ya bakın, sistemi nasıl değiştirdiler inceleyin. Berlin'de şehrin tüm tarihi izi korunmuş, bütün akslar duruyor, şehrin eski yapısı korunmuş, bu bir yorumdur, ülke olarak buna karar verilmiş. 5 tane Master Plan yarışmasından sonra bu kararlar veriliyor ve gerçekleştiriliyor. Dünyanın en önemli mimarlarını da davet edip yaptırdılar. Çünkü bir master planları vardı zaten. Dönüşüme böyle bakmak lazım. Siz master karar alabilirseniz ona uygun binaların her birini istediğiniz mimara yaptırabilirsiniz. Her şeyi tartışabiliriniz ama bir yandan da kentsel doğrular var akademik olarak bunlar önemli. Hizası olmayan bir kent var mı? şimdi Barselona'yı, İstanbul'daki tarihi yarımadayı ya da İstiklal Caddesi'ni neden beğeniyoruz, insan ölçeği ve hiza var. Esasında bunlar tek tek bina olsaydı beğenmezdik oraları. O yükseklikler, o eskimişlik, geliyor Galatasaray'da meydanla seni açıyor, bir pasaja alıp seni başka bir yer getiriyor. şimdi yeni kentlere böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Yok, yan yana gelmiş binalardan mekan oluşturacağız da buna kent diyeceğiz, yok ki böyle bir şey. Önce temel mantığı anlamamız lazım...