Buğrahan ŞİRİN: Evet orada bir sıkıntı yok, bu örnekleme ile belirtmek istediğim de tam buydu. Fonksiyon ve amaç sisteme götürüyor. İstanbul’un merkezinde bir proje yapıyorsak tamamen hibrit veya çelik taşıyıcıya dönmek mümkün. Bugün Çin’de veya metropol merkezlerinde yapılan süper-tall binalarda çekirdek harici tamamen çeliğe dönebiliyor. Yatırımın konumu, fonksiyonu, yapılış amacı gibi pek çok faktör bizlere sistem seçimi için ciddi doneler veriyor. Son dönemde umulanın aksine Almanya’da çelik yüksek katlı bina çok az yapılıyor. Daha çok hibrit sistemler kullanılıyor. Betonarme ile çözülemeyen bir şey hibrite dönüyor. Kompozit sistemler giderek daha yer almaya başladı. Bu durum Türkiye’de de yaygınlaşıyor. Çünkü beton teknolojisi de çok ilerledi. Örneğin Almanya’da pek çok projede kolonlar ve kirişler fabrikadan hazır geliyor. Döşemeler yarı dökülü geliyor, kolonlar benzer şekilde filizleri çıkmış bir şekilde getirilip bağlanıp sadece bağlantı noktasına sahada beton döküyorsunuz bitiriyorsunuz. Bu, sistemi çok seri ve hatasız uygulanır bir hale getiriyor. Mesela HPP tasarımı olan, 2015 yılında kullanıma geçen Vodafone Almanya Genel Merkez binamız var. 18 katlı bu yapıdaki bütün kolonlar aynı ebatta. Alt katlarda bina hibrit başlıyor, 5. Kattan sonra betonarme olarak devam ediyor ve bu sayede kolon ebatları tüm binada sabit kalıyor. Hem estetik avantajlar hem de yapım kolaylıkları getiriyor.
Bu gelişme aslında Türkiye’de de bu şekilde. Ytong, Fibrobeton, AKG Gazbeton gibi kuruluşların derneğimizin üyesi olması da bu gelişmelerle gerçekleşti. Ancak yine de kompozit yapılar çok yaygınlaştı diyemeyiz
Buğrahan ŞİRİN: Çeliğin de betonun da güçlü ve zayıf olduğu durumlar var. Hibrit durumlarda bunların avantajlı yanlarını birleştirebiliyorsunuz. Örneğin 55 katlı bir projemizde kolon ebatları zemin katta 1,5 metreye 1,5 metre gibi. Bu çok kabul edilir bir ebat değil bizim için. Bu gibi durumlarda en azından kolonların içine çelik koyup kolon ebatlarını 1 metreye düşürmek, net alan kullanımını artırmak gerekir.
Avrupa’da, Almanya’da hatta Dünya’nın her yerinde malzemelerin birlikte kullanımının önemine dikkat çekiyorsunuz ancak istatistiksel olarak bakarsak çelik yapıların oranlarına yine de saydığınız ülkelerin çok uzağında bir tablo var Türkiye’de. Kıyas götürmez bir şekilde gerilerde kalmışız çelik yapılarda ve orada da bu oranlar yüzde 40’ların altına düşmüyor. Türkiye’de ise çelik yapı oranları çok düşük olduğu gibi kompozit yapılarda da belirgin bir durum yok, betonarmeye devam gibi. Ne dersiniz bu duruma?
Buğrahan ŞİRİN: Evet yapım teknolojisi gelişse ve hibrit örnekler çoğalsa da oransal olarak çok gerilerdeyiz. Tercih aşamasında ne kadar sağlıklı bir karşılaştırma yapıldığını da konuşmak gerekir bu noktada. Bina ana sistemi çelik olunca neyin artı neyin eksi değer kattığını hesaplamak da çok kolay bir şey değil. Öncelikle akla olumsuzluklar geliyor. Örneğin uygulayıcısını bulabilecek miyim, profil ebatları artarsa bunlar yurtdışından mı gelecek, bağlantılarını doğru uygulayabilecekler mi, planlamasını doğru yapacak mimar-mühendis bulabilecek miyim, fiyat çalkalanmalarından etkilenecek miyim gibi pek çok konu. Bunları şimdilik bir kenara bırakır ve pozitif noktalara bakarsak çelik yapınca aslında pek çok konuda avantajlar sağlanıyor. Temelde Türkiye gibi deprem ülkesinde binayı hafifleterek elastisitesini artırarak çok doğru bir iş yapıyoruz. Oysa ki bizim inşaat geleneklerimizde binayı ağırlaştırıp yerinde sabitleştirmek kırılmaz, esnemez yapmak yerleşmiş. Burada yönetmelikler de yeteri kadar açık değil sanıyorum. Örneğin hibrit yapı ile ilgili yönetmeliklerimizde bilgi olduğunu zannetmiyorum. Bunun gibi önemli eksikliklerimiz var. Diğer yandan bu tip sistemler kullanılıyor da, görüyoruz. Biz de yapıyoruz, bir şekilde de mümkün oluyor.
Cesaretli mimarlarımız mühendislerimiz var çünkü, onların sayesinde galiba…
Buğrahan ŞİRİN: Mimardan mühendisten ziyade mesela Levent bölesinde kiralar yüksek olduğu için, o bölgedeki binalarda yapının net alanını artırmak adına strüktürel optimizasyon çalışmaları karşılık buluyor. Bu yine de tasarımcılardan önce ticari bir karar. Çünkü o bölgede kiralar şehrin en yüksek mertebesinde. Burada bir parantez açıp, paranteze sığmayacak önemde bir not düşmek isterim. Türkiye’de kiralama ve satış brüt alan üzerinden yapılmakta. Sistem seçimi veya pek çok konu ile ilk bakışta alakasızmış gibi görünebilecek bu konu ama özellikle sistem seçimini direkt etkiliyor. Türkiye’de ofis alan ya da kiralayan kişiye kolonları, perdeleri de yani taşıyıcı sistemi de satıyorsunuz. Almanya’da ve çoğu gelişmiş pazarda net alan satılıyor ya da kiralanıyor. Durum böyle olduğu için herkes kolonları, çekirdeği, strüktürel elemanları ufaltıp net alanı artırmaya çalışılıyor. Örneğin 100 metrelik bir brüt alanınız varsa siz bunun 80’ini kiralıyorsunuz. Bu 80’i 81 yapmak adına her türlü yöntem, fikir ciddi şekilde masaya yatırılıyor. Türkiye’de ise strüktür de satılır alanda olduğu için büyüklüğü çok absürd durumlar oluşturmadıkça sorgulanmıyor. Bu durum gelişmekte olan piyasada görünen bir durum.
Yabancı şirketlere kiralarken ya da satışta sorun çıkarmıyor mu bu durum?
Buğrahan ŞİRİN: Tabii ki sorun çıkarıyor. Özellikle yabancı firmaların teknik ekipleri, kiraladıkları 100 metrekareyi görmeye geldiklerinde 60 metrekareyi görüp bir soğuk duş alıyorlar. Biz de “Türkiye’ye Hoş Geldiniz” diyoruz. Kiralamalarda şu vakte kadar Pazar bu koşulları dikte edebildi. Belki bir vakit gelecek burada da pazarlıklar net alana dönecek ve o zaman yapı sektöründe bazı dengeler değişecek.
Almanya ofisinizle koordineli çalışıyorsunuz ve sadece mimari tasarım üzerine yoğunlaşmış uluslararası bir ofissiniz. Mühendisler var mıdır içinizde, yapısal tasarımı nasıl gerçekleştiriyorsunuz projelerinizde?
Buğrahan ŞİRİN: Almanya’da mimarlar da mühendis diploması alıyor biliyorsunuz. Bu yüzden teknik olarak ofisin tümü mühendis diyebiliriz. Bu işin esprisi, HPP mühendislik servisini veren grupları bünyesine almamayı tercih ediyor. Eğer bize sorulursa bu grupları uzmanlıklarına, yeteneklerine, fiyatlarına, işveren ile olan ilişkilerine bakarak dışarıdan belirliyoruz. Bazı gruplar farklı işlerde farklı performanslar gösterebiliyor. Bu yüzden geçmişte proje bazlı çalışmanın daha uygun olduğu tecrübesi edinilmiş.
Türkiye’de durum nasıl ilerliyor?
Buğrahan ŞİRİN: Burada biz sektörde güven elde etmiş, tarzı olan bir kaç ofis tanıdık ve onlarla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ama burada belirtmek de gerekir ki, mühendislerimizin hak ettiklerini, emeklerinin karşılığını ticari olarak alamadıklarını düşünüyorum. Bu sebeple alaka gereken, alternatif çözüm gereken konularda rahat davranamayıp kolayca iş günü harcayamıyorlar.
Türkiye’deki projelerinizde hissediyor musunuz bunu net olarak?
Buğrahan ŞİRİN: Elbette hissediyoruz. Tıkandığımız konularda ikinci görüşler alıyoruz. Bazen de Almanya’da çalıştığımız gruplardan danışmanlık servisi alıyoruz.
Bu bahsettikleriniz çelik yapılar söz konusu olunca çok daha sıkıntılı bir durum. Çelik Yapılar ileri teknoloji ve çok fazla detay isteyen yapılar sonuçta. Nasıl gelişebilir bu dediklerinizle Türkiye’de acaba?
Buğrahan ŞİRİN: Çeliğin dünyası bambaşka, bence bir kültür transferi gerekiyor. Kervanı yolda düzmek geleneğinden çıkıp, planlama ve projelendirmeye önem verilir hale gelmemiz gerekiyor. Türkiye’de çelik yapı planlama konusunda mühendislik veya mimarlık tarafında bir gelenek oluşmadı henüz. Sanayi Devrimi’ni yaşayan ülkelerde çelik malzemesi ile oluşan bir kültür var. Örneğin HPP’nin 1960 senesinde inşa ettiği Dreischeibenhaus binası Avrupa’da yapılan ilk yüksek katlı çelik binadır. Bu yapının ilk yapıldığı zamanlardan kalma çok ilginç siyah beyaz kamera ile çekilen çelik montaj görüntüleri var. Bu fotoğraflar o zamanın tekniği ve inşa koşulları ile ilgili belge oluşturuyor. Tecrübe o noktadan başlayarak bugüne kadar birikiyor. Ve bir kültür haline geliyor. Bizim bu noktayı yakalamamız için sistematik ve yorulmadan çalışmamız gerek.
Siz bunları örnek verip bizdeki işverenleri motive edemiyor musunuz? Yönlendirebilirsiniz sanki bu yapıları anlatarak.Böylesi konuşmalar geçiyor mu aranızda?
Buğrahan ŞİRİN: Geçiyor, mesela AND binasında Anadolu Grubu işin başında bir araştırma yaptırdı ve AND binasının tamamen çelik olması üzerine mesai harcandı. Değerlendirmeler sonucunda betonarme karkas sistem ilerlenildi. O projenin şartları bunu gerektiriyordu. Sisteme mimarinin gereklilikleri ile karar verilmesi durumuna bir örnek olarak Maslak Square projemizi verebiliriz. Kapital Gayrimenkul firması ile çalıştığımız bu projede, binanın üst katlarında 12 metreye 40 metre gibi ciddi bir konsolumuz var. Bu konsolun betonarme yapılması çok mümkün değil. Bu sebeple 20 ve 12 katlı iki binanın son 5 katını hibrit ve çelik olarak planladık. Bina son 4-5 kata geldiğinde taşıyıcılar beton/çelik hibrit sisteme dönüşüyor. Konsol elemanı da bu hibrit sisteme ankre olan profiller ile imal ediliyor. Betonarme kirişlerin içerisinden çıkan çelikler ve çelik konsol birbirine bağlanarak rijit bir bağlantı oluşturuyor. Bina betonarme başlayıp üst katlarda hibrit sonlanıyor. Bu projemizde strüktürel müellif Perform Mühendislik bizlere çok destek oldu. Fakat biz geçenlerde farklı bir proje için bir araştırma yaptırdık, bir Alman mühendislik firması ile, 25 katlı bir yapının sisteminin çelik çözülmesinin avantaj dezavantajlarını sorduk. Bu konuda bir rapor da hazırlıyorlar, araştırmada ilk aşamada çelik malzeme ve işçilik maliyeti olarak yüzde 20 pahalıya çıkıyor gibi görünüyor. Ancak katma değere ve yan etkilere bakınca aslında maliyet farkının olmadığı görülüyor. İnşaat süresi ciddi şekilde kısalıyor. Düşey ve yatay taşıyıcı boyutları azalarak net kullanım alanı artıyor. Bina ciddi ölçüde hafiflediği için deprem yüklerinden daha az etkileniyor. Cephe montajı çok daha kolay ve zahmetsiz yapılabiliyor. Bu gibi avantajlarla değerlendirince bazı durumlarda çelik daha avantajlı bile çıkabiliyor.
Bu bize çok sorulan bir sorudur. Bahsettiğiniz raporu biz de Türk Yapısal Çelik Derneği olarak yayınlasak belki. Çok değerli bir çalışma bu çelik yapı alanı için. Ve çarpıcı olan bir diğer durum da yıllar önce Derneğimizin Kurucularından Selçuk Özdil’in yaptığı aynı araştırmanın o yüzde 20 bile değişmeden aynı sonuca varması ve avantajlarını değerlendirince bu oranın çelik lehine sonuçlanması.
Buğrahan ŞİRİN: Olur, paylaşırız. İlginç sonuçlar çıkıyor ortaya böylesi araştırmalarda, bina hafifliyor temellere kadar, temel derinlikleri ve bağlı olarak kullandığınız beton tonajları çok azalıyor, bina genel olarak hafiflediği için döşemeler rahatlıyor, açıklıklar artıyor, çekirdeğe aktarılan yükler azalıyor. Beton dökmediğiniz için de bina yükselirken siz de aynı zamanda cephe montajına başlayabiliyorsunuz. Şantiyelerde beton kamyonu trafiği oluşmuyor, kalıp ve donatı bağlama işleri ve ilişkili kalemlerde çok ciddi tasarruflar oluşuyor.
Bizdeki mimarlarımızın istisnalar dışında genel olarak çelik bilgilerine güvenmemek durumları var ve geliştirmek de zorlanıyorlar diyebilir miyiz?
Buğrahan ŞİRİN: Daha önce bahsettiğimiz gibi, bu bir kültür meselesi. Sektörümüzde çelik konusunda birikimi olan firmalar iki elin parmağını geçmeyecektir. Mevcut sektör koşulları da maalesef mimarı giderek üretim ve karar süreçlerinden uzaklaştırmakta. Mimar neredeyse ofisinde izole şekilde, çizim işini halleden bir role indirgeniyor. Sadece çelik konusunda değil, bu koşullarda herhandi bir bilginin birikmesi, jenerasyonlar arasında aktarılması ve kültür oluşumu çok zor. Entelektüel bilginin üretimi ve korunmasını adam saat hesabı ile çalışan bir sistemden kurtarmak gerekir. Piyasanın dikte ettiği bu durum da bilgiyi üretmemiz de arşivlememiz de mümkün olmayacak.
Mimarlarımızdan çok duyduğumuz bir söylem de çelik yapı söz konusu olunca detaylar konusunda veri bulamamak oluyor, ne dersiniz siz bu durum için?
Buğrahan ŞİRİN: Bence buradaki sorun işe uygun çalışacak adam saati ödeyememekten kaynaklanıyor. Türkiye’de mimarın aldığı bedeller inşaat maliyetinin yüzde 1,5’u seviyesinde, 2 alanlar seviniyorlar. Almanya’da bu oran 7, 8’lerde seyrediyor. Bizim Türkiye’deki her projemizde, keşke daha çok vaktimiz olsa da şunları daha da detaylı ele alabilseydik diye bakıyoruz. 6 ayda sonlandırmamız beklenen projeleri Almanya’da 1,5 sene sürüyor. Bu yavaşlıktan değil, verilen emekten ve detaydan dolayı bu şekilde. Şimdi öyle bir ekonomik kaynak sizin elinize verildiği zaman gidip mühendislerle konuşuyorsunuz, araştırma yapıyorsunuz, uzman bir mimarı mühendisi ofisinizde işe alabiliyorsunuz, yani bu detay sorunu detaya ulaşamamaktan değil biz ekonomik olarak buna ulaşamıyoruz demek istiyorlar. Bence buradan kaynaklanıyor.
Siz Türkiye’de okuyorsunuz ve Almanya’da yüksek lisans yapıyorsunuz, sizin ilk dikkatinizi çeken çelik yapı hangi yapıydı, çelikle tanışıklığınız nasıl başladı?
Buğrahan ŞİRİN: Almanya’daki tren garları geniş açıklık geçen inovatif çelik sistemlerin kullanıldığı ilk kamusal yapılar. Bunlar benim için hep çok ilgi çekici olmuşlardır.
Bizde de epey bir çelik havaalanı yapısı var artık, onları nasıl buldunuz?
Buğrahan ŞİRİN: Türkiye’deki son dönem havaalanı yapılarından epeyce görme fırsatım oldu. Bu yapıların genelde sadece çatıları çelik, ana taşıyıcı yine betonarme yapılmış. Çoğunun uzay kafes sistem olduğunu ve yeteri kadar estetik kaygı taşımadığını düşünüyorum.
Havalimanları, Stadyumlar, Spor Salonları gibi son dönemde daha çok gördüğümüz çelik yapılarımız kamu yapıları. Siz kamuya iş yapıyor musunuz?
Buğrahan ŞİRİN: Hayır çalışmıyoruz o ayağımız eksik. Bu konu birkaç kez gündemimize geldi ancak ihalelerde oluşan bedelleri görünce mesafeli durmayı tercih ettik. Mimarlar Odası minimum bedellerinin bile altında bütçeler çıkmakta. Bu bedellerle entelektüel bir üretimin yapılmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.
HPP International ne yapmak istiyor Türkiye’de, neden önemli Türkiye?
Buğrahan ŞİRİN: HPP 1933’de kurulan 80 yaşında bir firma. Birinci Dünya Savası sonrası Almanya’daki yüksek binaları yapan, yüksek bina mimarisi ile tanınan bir ofis. Ancak yüksek yapı kültürü 1980 ve özellikle de 90 sonrasında tüm Avrupa’da neredeyse durma noktasına geliyor. HPP de deneyimini değerlendirmek adına dışarıda fırsatlar kolluyor. Çin’de ofis açıyor, orada yüksek binaların yapım aşamasında deneyimini kullanabiliyor. İstanbul da yine yüksek bina yapabildiğimiz Avrupa’daki nadir şehirlerden birisi. Yüksek yapı yapabileceğim,özellikli yapı yapabileceğim, güçlü ekonomi diye baktıklarında bu bölgede Türkiye öne çıkıyor. Her ne kadar sorunlarımız olsa da hala konforu pek çok ülkenin üzerinde Türkiye. Rusya’da iş yapmaktansa Türkiye’de iş yapmak daha keyiflidir. Almanya’nın hemen her şehrinden günde iki üç uçuş olan, 2,5 saat mesafede bir metropol şehir İstanbul.
Kentsel dönüşüm yaşanıyor şu an ülkede ve ilgili çok birimin ikazlarına rağmen büyük bir yıkımla devam ediyor. Kentsel dönüşüm de yıkıp yerine daha az metrekare ile daha yüksek bina yapmak anlamına geliyor bir yerde. Siz kentsel dönüşüm projeleri içinde oldunuz mu?
Buğrahan ŞİRİN: Konut projelerinde olduk ama yaptığımız iki örnek de kentsel dönüşüm değildi. Kent içinde kalan endüstriyel bir alanın konut olarak değerlendirilmesi şeklinde oldu, konut fonksiyonuna çevrilmesi. Tekfen’e ve Anadolu Grubu’na konut projesi yaptık bu şekilde.
Çelik Yapı alanının Türkiye’deki oyuncularıyla, yerli üreticilerle, imalatçılarla tanışıyor musunuz? Buradaki sektör firmalarını tanıyor musunuz?
Buğrahan ŞİRİN: Çok da tanımıyoruz doğrusunu isterseniz. Bize ulaşan çelik yapı firmaları dışında bu sektörde aktif aktörler ile yakın temasımız şu vakte kadar oluşmadı. Keşke olsa isteriz tabii.
Epeyce önemli sorundan bahsettik, samimetle görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Sektöre yön verecek önerilerde bulundunuz. Her söyleşimizin son sorusu, Dünya’da ve Türkiye’de çelik yapı alanı nereye doğru evrilir. Neler söylemek istersiniz bize bu konuda, nasıl bir geleceği olacak size göre çelik yapıların?
Buğrahan ŞİRİN: Teknoloji sürekli değişiyor. Bence artık tek yekpare malzeme pek olmayacak. Her şey birbirine karışıp birleşip kullanılır hale gelecek diye düşünüyorum. Artık tek malzemeye yönelmek diye bir şey olmayacak, hepsinin en katma değerli görünen yanı düşünülüp birbiriyle uyumlu olarak kullanılacak. Çelik ve betonarmenin birlikte kullanımı gibi. Türkiye’de bu kapsamda kendi inovasyonunu geliştirmek durumunda. Yapı malzemelerinin öne çıkan özelliklerinden faydalanıp üretilecek türev malzemeler, eğer fiyat olarak da doğru yerlerde konumlanıyorsa, o zaman sektör de yer edecek ve gelişecektir. Bu söyleşimizde Türkiye’de tasarladığımız çelik bir yapıyı anlatmayı mesela çok isterdim. Çelik Yapı olarak şu anda biz bir kaç tane satış ofisi yaptık. Tasarımlarını gerçekleştirdik ve böyle bir sistem üreten başarılı bir grupla tanışıp yaptırdık bu çelik satış ofislerini. Umarım ilerde daha çok çelik yapı tasarımı gerçekleştiririz ve sizlerle de paylaşırız.