H. Yener Gür’eş
Türk Yapısal Çelik Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Avrupa Yapısal Çelik Birliği (ECCS) Önceki Başkanı
“Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek deliliktir”
Albert Einstein, George Bernard Shaw, Max Nordau, George A. Kelly, Rita Mae Brown, John Larroquette, Jessie Potter ve Werner Erhard gibi isimlere de atfedilen, fakat kime ait olduğu kesin bilinmeyen bu sözler üzerinde düşünmeye değer, anlamlı sözlerini tekrarlayarak başlayacağız bugünkü yazımıza. Bu sözleri, depremlerden ders alamadığımız ve farklı çözümler üretemeyeceğimiz sürece tekrarlayacağız.
Ajandam köşesinde bugüne kadar Kahramanmaraş depremiyle ilgili aşağıdaki üç yazımızı paylaştık: Ocak – Şubat sayımızda ”Deprem Manifestosu”, Mart – Nisan sayımızda “İstatistik Bilimini Yok Saymayalım, Ders Alalım” ve geçen sayımızda da “Kalite ve Öz Denetim Bir Kültürdür, Değişim Gerektirir” yer aldı. Bugünkü dördüncü Deprem yazımızda üç sayının ajandam köşelerinde yazdıklarımızın bir sonucunu paylaşacağız: “Deprem İçin Ne Yapmalıyız”. Vaktiniz olursa dört sayıdaki yazıların peş peşe okunması yararlı olacaktır. Dileriz yazdıklarımız ilgilileri düşünceye ve eyleme sevk eder, yapılanları savunmak ve sürdürmek yerine insanların ölmemesi için bir şeyler yapmış, eski tabirle onları kuvveden fiile çıkartmış oluruz.
Depremlerden Yeterince Ders Alıyor muyuz?
Dünyada ve ülkemizdeki depremlere kısaca bir göz atarak başlayalım bugünkü değerlendirmemize ve bunun için Dünya’da son dönemde meydana gelen en büyük (Moment büyüklüğü1 9 Mw’nin üzerinde) beş depremi hatırlayalım aşağıda:
• 4 Kasım 1952’de Rusya’da 9 büyüklüğündeki depremde can kaybı yok,
• 22 Mayıs 1960’da Şili’de 9,5 büyüklüğünde depremde 1.665 can kaybı,
• 28 Mart 1964’te Alaska’da 9,2 büyüklüğündeki 3 dakika süren depremde 128 can kaybı
• 26 Aralık 2004’te Endonezya’da 9,2 büyüklüğünde 10 dakika süren depremde 230.000 can kaybı
• 11 Mart 2011’de Japonya’da 9 büyüklüğünde 6 dakika süren Tōhoku depremi ve tsunamisinde 19.759 can kaybı yaşandı.
Türkiye her yıl onlarca deprem yaşayan bir ülke. Cumhuriyet döneminde yaşadığımız üç büyük depremden ikisindeki can kayıplarımıza bakalım: 26 Aralık 1939 tarihinde yaşanan ve 7,9 Mw büyüklüğündeki Erzincan depreminde 32.962 vatandaşımızı, 17 Ağustos’ta başlayan 12 Kasım’da Düzce’de devam eden 7,4 Mw büyüklüğündeki Büyük Marmara Depremi’nde 18.373 canımızı kaybettik. Ders aldık mı? Evet ama yetersiz, yüzeysel. Yönetmeliklerdeki koşulları ağırlaştırarak çözeceğimizi zannettik, olmadı. Bolu – Gerede, Varto, Lice, Çaldıran – Muradiye, hatta 21 Ekim 2011’deki Van depreminden de çıkaracağımız çok dersler olmalıydı.
24 yıldır 17 Ağustos depremini anma günleri düzenliyoruz. Bu anma günlerinde aldığımız derslerden ve gerçekleştirdiğimiz önlemlerden mi bahsediyoruz? Hayır. Hatta daha kötüsü yerli malı haftasına dönen bu günlerde “Laf çok ama icraat yok” tarzındaki söylemlerle depremin kanıksanmasına dahi neden olmuş olabiliriz.
En çok bilinen, ders alınan ve üzerinde ciddi bilimsel çalışmalar yapılan ve idari yaptırımlar getirilen depremlerden ikisini hatırlayalım:
- 17 Ocak 1994’te ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’nde Los Angeles şehrini vuran 6,7 büyüklüğündeki Northridge Depremi’nde 57 can kaybı,
- 17 Ocak 1995’te Japonya’da Kobe şehrini vuran 7,2 büyüklüğündeki Büyük Hanşin Depremi’nde çıkan yangınlar nedeniyle 6.200 can kaybı rapor edildi.
Şimdi gelelim ülkemize! 6 Şubat’ta merkez üssü Kahramanmaraş olan, biri 7,7 diğeri 7,6 büyüklüğünde 9 saat arayla meydana gelen iki deprem ve ardından yaşanan depremlerden 17 ilimiz (Kahramanmaraş, Hatay Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman Osmaniye, Adana ve Elazığ ile Bingöl, Kayseri, Mardin, Tunceli, Niğde ve Batman) doğrudan etkilendi. Sonuç olarak, hiçbir çelik yapı yıkılmazken 200 binden fazla betonarme, prekast ve yığma yapı yıkıldı, resmî rakamlara göre 50 binin üzerinde insan, bir seri insan hatalarından dolayı betonarme blokların ve yığma yapıların altında can verdiler.
6 Şubat’tan hemen sonra Ocak – Şubat sayımızda da belirttiğimiz gibi “Deprem öldürmez, binalar öldürür” sözüne bir şeyi daha eklemek gerekir, “felaketlerden yeterince ders almamak” da öldürüyor. Depremde göçen binaların hepsi her kademedeki insan hatalarından yıkıldı. Dolayısıyla, insan hatalarından dolayı binaların yıkılmasından, hayatı kurtulan ama evsiz kalanların başını sokacak barınak bulamamasından, zamanında çözüm üretilememesinden hepimiz sorumluyuz.
Binalar Neden Yıkılıyor?
En kolayı “Birkaç müteahhidin yüzünden” demek. Ama bu kamuoyunu rahatlatsa da buz dağının sadece suyun üzerinde kalan kısmı gibidir. Biz yıkılma nedenlerine kısaca her seviyede insan hataları diyoruz.
Bilgi noksanlığı bunlardan biri.
- Depremden sonra fark edildi ki tasarım sırasında karşılaşılan eksikliklerin ilk aşaması, zemin mekaniği ve geoteknik mühendisliği ile zemin yapı etkileşiminin yeterince göz önüne alınmamış olması.
- Tasarımda karşılaşılan sorunlar genellikle standart ve yönetmeliklerin doğru kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. Oysa ülkemizdeki standart ve yönetmeliklerin bugün için yıkıma veya göçmeye neden olacak bir sorunu yoktur. Ancak sorun genellikle projeye az para ödemek için, ülkemizde henüz yetkin mühendislik ayırımı olmadığından işverenin ehil olmayan mimar ve mühendislerle çalışmalarından kaynaklanmaktadır.
- Ruhsat onayı veren makamların bünyelerinde ehil mühendis ve mimar bulunmaması halinde ya da bir kişinin kontrol süresinden çok daha kısa sürede çok sayıda proje onaylamak zorunda kalması halinde uygun olmayan projelere de onay verilebilmektedir. Bu da binanın yapısal güvenliğini olumsuz etkilemektedir.
- Bazı projeler için ruhsat makamları “üniversite onayı” istemektedir. Bununla birlikte, yurt dışında birçok ülkede olduğu gibi, proje kontrolü (proof engineering) için yetkilendirilmiş proje büroları veya mühendislerden de “proje kontrolü” desteğinin alınabilmesinde yarar vardır. TUCSA bünyesindeki Yapısal Çelik Eğitim ve Araştırma Merkezi İktisadi İşletmesi (YAÇEM) TUCSAmark belgelendirme sistemi kapsamında talep eden belediyelere ve işverenlere “TUCSAmark Proje Kontrol Raporu” desteği vermektedir.
- Şantiyede yapılan uygulamalarda insan inisiyatifine çok yer verildiğinden, özellikle donatı ve beton işleri başta olmak üzere taşıyıcı sistemi etkileyen alanlarda insan hatası olasılığı da önemli ölçüde artmaktadır. Bu nedenle, kalite kontrolün fabrika koşullarında daha etkin yapılabilmesi için gelişmiş ülkelerde şantiyede inşaat yerine şantiye dışında inşaat (off – site construction) konsepti kullanılmaya başlamıştır. Bunun için sahada kalite kontrol çok önem kazanmaktadır.
- Çelik yapılarda bu sorun önemli ölçüde giderilmekte hatta modüler yapılarda ıslak zeminler, mekanik ve elektrik tesisat dâhil ince inşaat işleri dahi fabrika ortamında tamamlanmakta, şantiyede sadece temel, altyapı ve montaj işleri yapılmaktadır.
Denetim noksanlığı insan hatalarından sonra diğer önemli bir etmendir. Bu konuda;
- Yapı Denetim Sistemi yeterince etkin olamamaktadır. Bunun nedenlerinden bazılarını şu şekilde ifade etmek mümkündür. Yapı denetim kuruluşlarında çelik yapılar konusunda uzman personel bulunmadığı gibi diğer alanlarda da yeterli personel bulunmayabilmektedir. Ayrıca, pazarlıklar sonucunda alınan gerçek bedel, denetim için harcanması gereken insan saat maliyetini karşılamadığı için yeterli sayıda yetkin mimar ve mühendis görevlendirilmeyebilmektedir. Sıkça rastlanan bu aksaklıklara karşılık, yapı denetim firmaları da yeterince denetlenememektedir.
- Uygulama sırasında, proje müellifinin onayı olmadan projede değişiklik yapılmaması gerektiği halde, birçok durumda proje müellifi projeyi teslim ettikten ve projesi onaylandıktan sonra parası ödenmekte ve uygulamanın dışında bırakılmaktadır. Oysa normal koşullarda proje müellifi işin teslim alınmasına kadar sistemin içinde bulunmalı.
Meslek etiği de binaların yapısal güvenliği açısından çok önemli;
- Sektörün duayenlerinden İnşaat Yüksek Mühendisi Necati Çeltikçi bir gün bir sunumu sırasında Astana Stadyumu’nu anlatırken hatırladığım kadarıyla şunları söyledi: “Stadyum tamamlanmış, devlet büyüklerinin de katılımıyla açılış töreni yapılıyordu. Herkes tören alanını izlerken benim gözlerim tribünlerin üzerindeki o geniş açıklıklı kirişteydi. Allah korusun o kiriş çökse ne olurdu? Hesaplarken de çizerken de bu heyecanı hep hissettim.” İşte insanın can güvenliğini mühendisliğin merkezine koyan meslek etiğinin açık örneği.
- Buna karşılık meslek etiğine sahip bir mimar ve mühendis, işi kaybetmemek için, hatta daha kötüsü kârını artırmak için can güvenliğini riske atacak hiçbir teklife veya yanlışa evet diyemez. Peki böyle mi oldu? Son deprem de gösterdi ki maalesef hayır!
- Nisan ayında deprem bölgesinde bir iş insanıyla konuşurken, istatistiklerden bahsetmiş ve depremde yıkıcı özelliklerine karşın, yıkılan yapıların tamamının betonarme ve yığma yapı olduğu, çelik yapıların yıkılmadığı anlatıldığı zaman, kendisi Türkiye’de betonun da çok kaliteli olduğu ve “Yapıları her safhada daha iyi denetler kontrol edersek bundan sonra betonarme yapılar yıkılmaz” demişti. Oysa kalite kontrol ve meslek etiği bir kültürdür ve ülke çapında bunun kazanılması için kanaatimizce en az bir neslin eğitilmesine ihtiyaç vardır.
- Bu aşamada kendimize şu soruyu sormamız lazım: Müteahhit, mimar ve mühendislerimize, can güvenliğini hiçbir şey için riske atmama sorumluluğu ve meslek etiğini yeterince öğrettik mi?
Ahlak değerlerinin erozyonu konusu da meslek etiğine paralel önem taşımaktadır;
- Ahlaki değerlerdeki erozyonunun başında “rüşvet” alışkanlığı sayılabilir. Alışkanlığı diyorum, çünkü Türk tarihinde eskiden beri var olan rüşvet Osmanlı dönemine Selçuklu Devleti’nden intikal etmiştir. Osmanlı’da rüşvetin devletin içine iyice yerleştiği bazı dönemlerde rüşvet sadece akçeyle değil hediye ve benzeri menfaatlerle de gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın son zamanlarında devleti ayakta tutan sosyal, ekonomik ve askeri yapı paramparça olunca rüşvet ve yolsuzluk toplumun her kesimine yayılmıştır.
- Alınması da verilmesi de suç olan rüşvet; haksızlığa neden olmasının ötesinde inşaat sektörü için can kayıplarına neden olabilmektedir. Bunun hiçbir ahlaki izahı olamaz.
- Ahlak değerlerinin erozyonu kapsamında “kayırmacılık” da ön sıralarda gelmektedir. Sadece sosyal veya siyasal avantajlar sağlamak amacıyla yapılan kayırmacılığın, sonunda büyük bir olasılıkla bugün olmasa da gelecekte bir gün can kaybına neden olacağı idrak edilemiyor olabilir.
- Toplumumuzda gerek rüşvet gerek kayırmacılık gerek başka şekillerde tezahür eden yozlaşmanın ortadan kaldırılması için, ahlak değerlerinin, din, dil ırk ayırımından bağımsız olarak yeniden tesisi için bugünden başlamak üzere ciddi önlemler alınması ve sabırla uygulanması şarttır.
Depremde Gördüklerimiz
6 Şubat ve sonrasında yaşanan depremler gerçekten öngörülenin fevkindeydi. Depremin ivmesi ile yeterli hazırlığımızın olmaması birleşince ekonomik kaybın Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı 18 Mart 2023 tarihli raporuna göre 100 milyar doların üzerinde olduğu, can kaybının ise yukarıda da bahsedildiği gibi AFAD açıklamalarına göre 50 binin üzerine çıktığı bilgileri paylaşıldı.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının 18 Mart 2023 tarihli raporuna göre depremden etkilenen ilk 11 ildeki 5.649.317 binanın %82’si betonarme, %2,4’ü çelik (büyük çoğunluğu sanayi yapısı), %3,5’i yığma, %3,6 prekast beton prefabrik binalar. Bu binalardan 518.009’u yıkılmış/ağır hasarlı (%9,2), 131.577 adedi orta hasarlı (%2,3) ve 1.279.727 adedi az hasarlı (%22,7) olarak belirlendi. Bu rakamlar daha sonra yapılan incelemeler sonucunda bazı değişikliklere uğramış olabilir.
Her depremden sonra, çelik yapılara olan ilgi önce artar, kısa bir süre sonra unutulur. Ancak bu kez durum farklı. Son depremde yüz binlerce betonarme ve yığma yapı yıkıldı, ağır hasar alan betonarme ve prekast sanayi yapıları yıkılmak zorunda kalırken, hasar alan çelik taşıyıcı sistemli sanayi yapıları kısa sürede faal hale geldiler. Hiç şüphe yok bilim insanları bunların nedenlerini araştıracak, bilinen “doğru projelendirilen, doğru malzemeyle doğru yapılan her yapı güvenlidir” gibi kalıp cümlelerin arkasındaki gerçekleri belirleyeceklerdir.
1999 Depremi’nden sonra geçen 24 yılda ülkemizde kullanılan çelik yapı oranı (sanayi yapıları dâhil) belki de %3’lerden %5’lere veya biraz üzerine çıkmış olabilir. Buna karşılık ülkemizde mevcut yapı stokunun yaklaşık %95’inin betonarme, prekast, yığma ve diğer tip yapı olduğunu biliyoruz. Sektör olarak yine biliyoruz ki %95 ve %5 oranı (ya da dengesizliği) gelişmiş bir deprem ülkesi için kabul edilebilir değildir ve gelecek depremler için ölümlere ve maddi kayıplara davetiyedir.
Ancak, ülke olarak bu dengesiz dağılımı Prof. Dr. Üstün Dökmen’in deyişiyle “öğretilmiş çaresizlik” içinde kabul etmiş durumdayız. Oysa yapılması gereken, ülkenin ihtiyacı olan yeni bir çelik yapı hedefi belirlemek ve bu hedefe kararlı ve sistematik bir şekilde ilerlemektir. Deprem ülkesi olan ülkemizde de en az çimento ülkesi Fransa ve Almanya’daki gibi %70’e karşılık %30 çelik taşıyıcı sistemli yapı olmak zorunda. Aksi takdirde, bilimsellikten uzak, alışkanlıklarımıza dayalı davranışlarımızla gelecek depremlerde 100 binlerce can vermeye, 100 milyarlarca Euro ekonomik kayba uğramaya devam ederiz.
Bir an düşünelim, Kahramanmaraş depreminde tüm yapılar çelik olsaydı ne olurdu diye. Bölgede depremden etkilenen 17 ilde hasar alan oldu ama bir tek çelik yapı yıkılmadı. Bu konuda en çarpıcı hasar örneği olarak Antakya’da yapılmış olan Çelik Apartmanlar hakkındaki görüntüler aşağıda paylaşılmıştır.
20 Şubat 2023’te merkez üssü Defne ve Samandağ ilçeleri olan 6,4 ve 5,8 Mw büyüklüğünde meydana gelen iki depremden sonra Antakya’daki binaların ve küçük sanayi yapılarının çoğu yıkıldı veya ağır hasar aldı. Antakya’daki yukarıda belirtilen hasarlı çelik yapılardan birinde muhtemelen zemininde meydana gelen çökmeden sonra meydana gelen hasar aşağıda görülmektedir. İlk anda bu hasar meydana gelse dahi içindeki insanların binayı güvenli bir şekilde terk edebilecekleri anlaşılmaktadır. (En alttaki fotoğraf 27 Nisan 2023 tarihinde çekilmiştir.) Sonuç olarak mümkün olsa da tüm yapılar çelik olsaydı, hiç can kaybı olmayabilirdi.
Sonraki depremlerde yararlanmak üzere kurtarma operasyonlarıyla ilgili de şu değerlendirmeyi yaptık; Kahramanmaraş depremine yurt dışından 90 ülkeden gelen, yurt içinden de kamu ve yerel kuruluşların kurtarma ekipleri ve gönüllülerden oluşan ve bir kısmı modern ekipmanlarla donanmış ve arama köpeklerine sahip çok sayıda kurtarma timi vardı. Ağır hasarlı ve yıkılan binalar grubunda 518.009 binadan 200.000 adedinin yıkılmış olduğunu, iyimser rakamlarla 1.000 ekibin görev aldığını varsayarsak ve her ekibin 10 enkaza ulaştığını kabul edersek, 10.000 enkazda kurtarma operasyonu mümkün olabilir. Bunun anlamı; yıkılan binaların %5’inde kurtarma gerçekleştirilebilecek, enkazın geri kalan %95’ine ulaşmak mümkün olamayacak ve oradaki varsa ilk aşamada canlı kalan insanlar adeta kaderlerine terk edileceklerdir. Kurtarma organizasyonu mutlaka geliştirilmeye devam edilmeli, güçlendirilmeli ama depremdeki ölümleri engellemenin tek yolunun depremde yıkılmayacak deprem dirençli yapılar yapmak olduğu daima göz önünde bulundurulmalıdır.
Çelik Yapıların Deprem Hasar Tespiti Çalışmaları
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğünün (YİGM) 29 Mart 2023 tarih ve “Hasar Tespit Çalışmaları” konulu yazısı uyarınca deprem bölgesindeki çelik yapıların hasar kontrolünün yapılması ilk kez Türk Yapısal Çelik Derneğinden istendi.
YİGM’nin talimatı üzerine çelik yapılar konusunda uzman dördü akademisyen 11 mühendisin gönüllü katılımlarıyla hasar tespit ekipleri oluşturuldu ve hasar tespiti yapılması istenen Payas, Antakya, İskenderun, Kahramanmaraş ve Osmaniye’deki hasarlı olduğu bildirilen çelik yapıların hasar tespitleri yapıldı, daha önce betonarme ve yığma yapıların hasar tespit esaslarına göre belirlenen hasar derecelerinin çelik yapıların özelliklerine uygun olmadığı görüldü ve bulgular 18 Nisan 2023 tarihinde çoğunluğu akademisyenlerden oluşan TUCSA Hasar Tespit Komitesi’nde tartışılarak değerlendirildi.
Çalışmanın önemli sonuçlarından biri; deprem hasar tespitine ilişkin mevcut yasa, yönetmelik ve yönergelerin yapı stokunun %95’ini oluşturan betonarme ve yığma yapılar için hazırlanmış olduğu, yapı stokunun yaklaşık %5’ini oluşturan çelik yapıların deprem hasar tespitinin yapılması için çelik yapıların özelliklerine uygun düzenlenmiş mevzuata ihtiyaç olduğu tespit edildi.
TUCSA heyeti 26-28 Nisan 2023 tarihlerinde bölgede incelemeler ve YİGM yetkilileri ve yerel yöneticiler dâhil ilgililerle görüşmeler yaptı. Bu kapsamda, daha önce betonarme ve yığma yapıların hasar tespit esaslarına göre düzenlenen hasar raporlarının bir kısmı, çelik yapıların özelliklerine göre düzeltildi.
Türk Yapısal Çelik Derneğinin 25 Nisan 2023 tarih ve “Hasar Tespit Çalışmaları” konulu yazısı ile Hasar Tespit Komisyonumuzun da görüşleri paralelinde TUCSA’nın önerileri YİGM’ne bildirildi. Daha sonra 26 Temmuz 2023’te Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürü Banu Aslan, TUCSA heyeti tarafından ziyaret edildi ve kendilerine TUCSA Çelik Yapılar Deprem Hasar Kontrol Dokümanı çalışmaları ile 16 Ekim – 4 Kasım tarihleri arasında bir gün süreli olarak OSTİM Teknik Üniversitesi konferans salonunda yapılmasını planladığımız Deprem Dirençli Yapılaşma Zirvesi başta olmak üzere etkinliklerimiz hakkında bilgi verildi.
31 Mart 2023 tarihinden itibaren yapılan Çelik Yapıların Deprem Hasar Tespiti çalışmaları sırasında aşağıdaki hususlar tespit edildi.
- Konut tipi yapılarla ilgili olarak, Antakya’da ağır hasarlı Çelik Apartmanları vardı ve yukarıda bu yapılar hakkında fotoğraflarla bilgi verildi. Bunun dışında, sayısal olarak sanayi yapılarından çok azı hakkında teyit amacıyla hasar tespiti talep edildi. Çelik yapılar konusunda uzmanlığı olmayan mühendisler tarafından yapılan ilk değerlendirmede ağır hasarlı olarak tanımlanan yapıların (biri hariç) çoğunluğunun orta veya az hasarlı olduğu görüldü ve YİGM yetkilileriyle koordineli olarak buna uygun düzeltmeler yapıldı.
- Betonarme yapılarda kolonlardan biri kırılır veya taşıyıcı özelliğini kaybetmesine neden olacak hasar alırsa binanın yıkılmasına karar verilirken, çelik taşıyıcı sistemli yapılarda tüm taşıyıcı elemanların değiştirilebilme veya tamir özelliğinden dolayı, bu yapıların çok özel durumlar dışında bir hol veya o bölgede alınacak tedbirler sonucunda yıkılmamasının, sanayi faaliyetine devam etmesinin mümkün olduğu, böylece afetler nedeniyle yerel ekonominin durağanlaşmamasının sağlanabileceği görüldü. Bunun sonucu olarak, çelik taşıyıcılı sanayi yapılarının, can kaybını önlemesinin yanında en büyük avantajının depremden sonra hasar alsa dahi kısa sürede tekrar faaliyetine devam edebilmesi, dolayısıyla hem sosyal ve moral hem ticari açıdan bölgeye büyük avantaj sağlayacağı görüldü. Henüz deprem hasar kontrolüne ilişkin mevzuatta yer almamasına rağmen (bunun için YİGM’nin talimatıyla çalışmalar başlatıldı) bu olumlu uygulamalar komisyon kararıyla hayata geçirildi.
- Çelik yapıların Yeşil Mutabakat Eylem Planı paralelinde sıfır karbon hedefine ulaşmaya sağladığı katkılardan her platformda bahsedilmekle beraber, taşıyıcı elemanların değiştirilebilme/takviye edilebilme özelliğinden bu depreme kadar pek bahsedilmemişti. Dolayısıyla, gerek taşıyıcı elemanların yukarıda belirtilen özellikleri, gerek CO2 salımının azaltılmasına katkısı daha önce TUCSA Önceki Başkanı Prof. Dr. Nesrin Yardımcı ve TUCSA Başkanı H. Yener Gür’eş tarafından hazırlanan “Deprem ve Kentsel Dönüşümde Çelik Yapılar Etüdü” kapsamına alınacaktır.
- 9 Ağustos 2017 tarihinde hazırlanarak Türkiye Çelik Üreticileri Derneği kanalıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ulaştırılan söz konusu etüde aşağıdaki linkten ulaşılabilir. https://tucsa.org/tr/yayinlar.aspx?yayin=3
Ülkemizde Çelik Yapılar Neden Yeterince Yapılamadı?
Yıllardır sektör olarak kendimize sorduğumuz soru: Mademki deprem ülkelerinde çelik yapılar bu kadar önemli, hatta zorunlu, neden betonarme, prekast beton ve yığma yapılar ile çelik yapıların oranı %95 ve %5 oluyor? Piyasa koşullarında son 24 yılda çelik yapı kullanım oranının nasıl minik minik arttığından yukarıda bahsetmiştik. Peki neden?
Kartopu etkisi de diyebileceğimiz başlangıçtaki büyümenin çok yavaş olması gibi, bu oranın da %3’ten %5’e yükselmesi uzun yıllar aldı. Zannedildi ki, “doğru projelendirilen, doğru malzemeyle doğru yapılan her yapı güvenlidir”. Burada ülke koşulları hesaba katılmadı ve “doğru yapılan” ifadesi romantik bir şekilde ele alındı. Strateji ve Bütçe Başkanlığının 18 Mart 2023 tarihindeki rakamlarına göre 11 ildeki binaların %9,2’sinin yıkılmış veya ağır hasarlı, %65,8’i hasar almamış. Acaba bu sonuç bizlere “bu kadar kusur kadı kızında da olur” dedirtmiş ve depremde 100 binlerce insanımızın öleceğini ön görmemizi engellemiş olabilir mi? Malzeme konusunda ise “biz böyle gördük, böyle öğrendik” misali alışkanlıklarımız, hangi malzemenin hangi koşullarda daha uygun olacağının yeterince değerlendirmemize mani olmuş, hafiflik süneklik tamir edilebilirlik gibi birçok özelliği ikinci plana itmemize sebep olmuş olabilir.
Çimento ve çeliğin yapılarda kullanılması, çimento ve çelik yapı sanayilerinin ülkemize gelişi ve gelişmesi ile ilgili zamanlamanın da bu önceliklenmede etkisi var. Anadolu’nun yapı geleneğinde taş yapıyı Paleolitik dönemin sonuna ve Neolitik dönemin (MÖ 10.000-5.400) başına tarihlenen Göbeklitepe kalıntılarından da görüyoruz. Daha sonra kerpiç ve yığma yapıları da bu topraklarda görmek mümkün.
Yapılarda kil gibi bağlayıcıların taş ve tuğlalar arasında kullanılması milattan öncesine dayanırken, bildiğimiz anlamda çimentonun ve çeliğin kullanılmaya başlaması 18. yüzyılda yaşanan “Sanayi Devrimi” paralelinde yaklaşık aynı dönemlere denk geliyor. Dünya’da çimento üretim ve satışına 1878 yılında başlanmasına rağmen, Türkiye’nin çimento sektörü ile tanışması ise esas olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemlerine rastlayan 1912 yılında Aslan Osmanlı Anonim Şirketine ait Darıca Fabrikası ile Eskihisar Portland Çimento ve Su Kireci Osmanlı Anonim Şirketine ait Eskihisar Fabrikasının işletmeye alınması ile olmuştur. Bu paralelde ilk Çimento Fabrikası 1848’de İngiltere’de kuruldu. İlk Alman Çimento Standardı 1860 yılında oluşturuldu ve American Concrete Institute (ACI’)nın kuruluşu ve ilk Amerikan Yönetmeliklerinin oluşturulması ise 1913 yılına rastlamaktadır 2,3,4.
Yazılı kaynaklara göre, kökeni Türklerde Ergenekon destanına, Almanya’da Edda, Wielandsage ve Nibelungen destanı gibi efsanelere dayanmakta ise de demirin ilk elde edilişinin MÖ 1000 yıllarına dayandığı belirtilmektedir. Demir çeşitli formlarda kullanıldıktan ve geliştirildikten sonra ilk sıvı çelik 1740 yılında İngiltere’de üretildi. Almanya’da bu proses ancak 19. yüzyılın başında kullanılmaya başlandı. Demir ve çeliğin bildiğimiz anlamda inşaatta kullanılması ise binalarda İngiltere’de 1726’da Wales’de White Gates ve 1796’da Shrewsbury’deki Charles Bage’s Flax Mill’de, köprülerde ise yine İngiltere’de 1779’da Coalbrookdale, 1796’da Wearmouth, 1819’da en geniş açıklığa sahip, Thames Nehri üzerindeki Southwark ve 1826’da Mythe Köprülerinde demir döküm (font demir) yapı elemanları kullanıldı. Bundan sonraki yapılarda çelik yapı elemanları da kullanılmaya başlandı. 19. yüzyılda İngiltere dışında yapılan demir ve çelik köprüler kapsamında 1839’da Paris’teki Pont du Carrousel, 1862’de İsviçre’de yapılan Grandfey Viaduct ve 1874’de çelik boru ve demir döküm kullanılarak yapılan Mississippi Köprüsü sayılabilir.
Türkiye’deki çelik yapıların tarihçesine bakacak olursak, Feshane veya eski adıyla Feshâne-i Âmire, Osmanlı Padişahı II. Mahmud tarafından 16 Haziran 1826’da kaldırılan (Vak’a-i Hayriyye) Yeniçerilerin yerine kurulan Osmanlı Ordusu’na (Asâkir-i Mansure-i Muhammediye) üniforma üretilmesi amacıyla 1833 yılında, İstanbul’da Fatih’in Kadırga semtindeki Cündî Meydanı’nda kurulmuş ve 1835’te hizmete açılmıştır. 1839 yılında ise Abdülmecid’in fermanı ile günümüzdeki yerine Eyüp Sultan’da Haliç kıyısına taşınmıştır. 56.000 m2 alan üzerine kurulu ve 8.000 m2 brüt kapalı alana sahip olan, ülkemizin gerçek anlamda ilk tekstil sanayi kuruluşu Feshane,1851 yılında Belçika’dan getirilerek monte edilen demir döküm kolonlarla, çelik konstrüksiyon yapının dünyadaki öncü örneklerinden biri oldu.
Balat’taki Sveti Stefan Kilisesi (Demir Kilise) de Osmanlı dönemindeki çelik yapılar açısından güzel bir örnek. Aynı yerde bulunan ahşap şapelin yerine yapılacak kilisenin ilk temel çalışmalarına 1859’da başlanmış. Bu tarihi kilisenin statik projeleri ve imalatı Viyana’daki Waagner Company tarafından 1895’te yapılmış ve sevk edilmiş inşaat 1896’da tamamlanmış ve 1898 yılında görkemli bir törenle açılışı yapılmıştır. Kilise dökme demir profiller çelik levhalar, dövme çelik (ferforje) kullanılarak yapılmış taşıyıcı sistem elemanlarına ve cıvata somun, perçin ve kaynaklı birleşimlere sahip. Yapının taşıyıcıları dışında kalan kaplama ve süsleme elemanlarının çoğu da çelikten yapılmış. Kilisenin inşaatı, Fransız İhtilali’nin 100. yılı münasebetiyle 1889’da yapılan Eyfel Kulesi’nden 7 yıl sonra tamamlanmıştır. Kilisenin ilk renovasyonu 1946’da son renovasyonu da 2018 yılında yapılmıştır.
Türkiye’ye çelik sanayi ise 29 Eylül 1911’de başlayan Trablusgarp savaşından 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtuluşuna kadar savaşlarla geçen dönemin ardından Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörü ve talimatı doğrultusunda Karabük’te demir ve çelik fabrikası kurulması işi Sümerbank’a verilmiştir. Bu amaçla açılan ihale sonucunda 29 Eylül 1936’da bir İngiliz firması ile anlaşma yapılmış, tesisin temeli ise 3 Nisan 1937’de Başvekil İsmet İnönü tarafından atılmıştır. Ancak Türkiye’deki çelik yapılar yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere uzun yıllar yabancı firmalar tarafından yapılmıştır. Ülkemizde, çelik konstrüksiyon fabrikaları askeri tersanelerin de katkılarıyla çok geç kurulmuştur.
Çelik Yapıları Bilen Mimar ve Mühendisler Sayıca Yetersiz. Betonarme ve yığma yapılar konusunda eğitim veren üniversitelerimize çelik derslerinin girmesi de çok geç olmuş, yakın zamana kadar çelik dersleri seçmeli ders olarak verilmiş, inşaat mühendislerinin büyük bir çoğunluğu çelik dersi almadan mezun olmuştur. Cumhuriyet döneminde yapıların çelik olmaya başlamasından günümüzde %5 seviyesine ulaşana kadar geçen süreçte, doğal olarak çelik yapıları bilen öğretim elemanı sayısı da %5’in altında kalmış, ders saatleri de yine %5’ten çok az olabilmiştir.
Bunların sonucunda, gelişmiş bir deprem ülkesinde çelik yapıların kararının verilmesi, tasarımı, projelerinin onaylanması, yapımı ve denetimi için mimar ve mühendis sayılarının bugünkünün çok üzerinde olması gerekir. Çelik yapılarla ilgili olarak; kamuda karar vericileri destekleyecek uzman personel sayısı, belediyelerde onaylayacak mühendis ve mimar sayısı, işveren bünyesindeki çelik uzmanı sayısı yetersizdir hatta çoğu zaman yoktur. Müteahhitlerin de önemli bir bölümü, benzer zafiyetler nedeniyle alışkanlıkları doğrultusunda hareket etmeyi tercih etmekte, çelik yapılar için ekstra zahmete girmeyi istememekteler. TUCSA bu gibi müteahhitlere olanakları ölçüsünde destek vermekte belediyelere proje kontrol hizmetleri sunmaktadır.
Deprem kuşağındaki ülkemizde, depremden dolayı ölümleri azaltmak amacıyla çelik yapıların, en azından deprem kuşağında olmayan Almanya ve Fransa’daki kullanım oranlarına yükselebilmesi için sadece çelik yapıları bilen mimar ve mühendislerin artması yetmeyecek ilgili meslek liseleri ile meslek yüksek okullarının yeniden yapılanması ve geliştirilmesi de gerekecektir.
Çelik yapılar yeterince bilinmiyor. Deprem sonrasında Antakya bölgesinde konuştuğumuz birçok vatandaş üstlerine çöken yapıları ima ederek “bir daha beton yapılara girmem, çelik yapı istiyorum” diyor. Bu maalesef istisnai bir durum. Diğer taraftan, kamunun çelik yapıların önemini fark ettiğini görüyoruz, ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi uzman personel sıkıntısı çektiklerini hissediyoruz. Son kullanıcı ise yıllarca şu üç şehir efsanesi nedeniyle çelik yapılara sıcak bakamamış:
- “Çelik yapılar pahalıdır”
- “Çelik yapılar yangına ve korozyona (paslanmaya) karşı dayanıklı değildir”
- “Türkiye’de çelik yapıların tasarımını, mühendisliğini ve imalatını yapacak uzman yok”
Günümüzde ise bu koşullanmışlıkların hepsinin şehir efsanesi olduğu anlaşılmıştır. 2000 yılı öncesine kadar çok yaygın ve geçerli olan “Çelik yapılar pahalıdır” söylemi bilimsel olarak değerlendirildiğinde, günümüzde çelik yapıların ilk yatırım maliyeti, projesine bağlı olarak bazen daha ucuz bazen daha pahalı ancak yaşam döngüsü sürdürülebilirlik, değer mühendisliği (value engineering) göz önüne alındığında daima daha ekonomiktir. “Çelik yapılar yangına ve korozyona karşı dayanıklı değildir” savı ise günümüzde yangın güvenliği mühendisliği ve korozyona karşı geliştirilen teknikler kapsamında gerçekliğini kaybetmiş, bu husus deneylerle de kanıtlanmıştır. Son olarak “Türkiye’de çelik yapıların tasarımını, mühendisliğini ve imalatını yapacak uzman yok” iddiasının ise çelik yapı sektörümüzün dünyanın her tarafında çelik yapı yapmasından da anlaşılacağı üzere bugün için gerçek dışı olduğu görülmektedir. Türkiye günümüzün ihtiyaçlarını karşılama açısından yeterli bilgi ve uluslararası deneyime sahiptir, ancak yukarıda bahsettiğimiz sayısal yetersizlik gelecek için hedeflerin deprem koşullarına uygun olarak büyütülmesine ve gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Son kullanıcı ve yatırımcı açısından baktığımızda depremde bazı vatandaşlarımızın yukarıda da değindiğimiz yaklaşımları dışında çelik yapıların avantajlarının anlaşılması zaman alacaktır. Başta deprem riski yüksek bölgelerdeki sanayiciler olmak üzere yatırımcılar, muhtemelen yalnız depremde yıkılmayacak binalara sahip olmak için değil aynı zamanda depremden sonra en kısa sürede faaliyetine tekrar devam edebilmek, ekonomik ve sosyal yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamak için çelik yapıları tercih edeceklerdir. Bu hususun kamu yararı göz önüne alınarak devlet politikası haline getirilmesi beklenmektedir.
TUCSA Yaz Okulu
Son depremde de görüldü ki, çelik yapılar ülkemiz için %5’lik alternatif bir yapı değil, insanların ölmemesi için asli yapı türüdür, ülkemiz için kaçınılmaz bir gerekliliktir ve yaygınlaşmak zorundadır. Ancak bunun için başta insan gücü olmak üzere yapılması gerekenler vardır. Yine görüldü ki, çelik yapı tasarımı ve uygulaması eğitimi ülkemizde her mimar ve mühendise yeteri kadar ulaşamamakta ve uygulayıcılar tarafından da yeterince bilinmemektedir. Mimarlık ve inşaat mühendisliği öğrencilerinin çelik yapı tasarımı konusunda aldığı eğitimlerin; çelik yapı tasarımı konusunda uzman öğretim elemanlarının yeterli sayıda olmaması, bu derslerin bazı üniversitelerde verilemiyor olması veya eğitim saatlerinin yeterli olamaması gibi nedenlerle TUCSA Yaz Okulu açılmasına karar verildi. Hazırlıkları iki yıl süren TUCSA Yaz Okulu
18 Eylül 2023 Pazartesi günü kapılarını online ve Türkçe olarak dünyanın her yerindeki mimarlık ve inşaat mühendisliği bölümü öğrencilerine açıyor. Yaz okuluna arzu eden mimar ve inşaat mühendisleri de katılabileceği gibi, diğer ilgili mühendislik bölümü öğrencileri de katılabilirler.
Çelik yapıların yaygınlaşması ve çelik yapılar konusunda yetişmiş mimar ve mühendislerin sayısının artırılmasına yardımcı olmak amacıyla katılımı ücretsiz ve online olarak düzenlenen TUCSA Yaz Okuluna katılım için kayıt zorunludur. Gerek KVKK ve Fikir Hakları Hukuku gerek katılım belgesi düzenleyebilmek amacıyla katılımların elektronik ortamda takibi için katı kurallar olmasına rağmen Ağustos 2023 ayı sonuna doğru kayıt başvuruları 1.000 kişiye ulaşınca, kontenjan 1.500 kişiye çıkarılmıştır. Kayıt, ders programı ve diğer ayrıntılar aşağıdaki linkten öğrenilebilmektedir.
https://tucsaevents.org/#yazokulu
Ders Programı ve içeriği, TUCSA Öğrenci İşleri Komitesi Başkanı Prof. Dr. Özlem Eren koordinasyonunda Prof. Dr. Görün Arun, Dr. Özgür Köylüoğlu, Dr. Selçuk Özdil H. Yener Gür’eş, Aydın Kulaksız ve Yeşim Gür’eş’ten oluşan Planlama Grubu tarafından hazırlanan TUCSA Yaz
Okulu aşağıdaki üç modülden ve bir proje atölyesinden oluşmaktadır:
Modül-1: Tanıtım (Çelik Yapılara Giriş)
Modül-2: Çok Katlı Çelik Yapılar
Modül-3: Modüler ve Hafif Çelik Yapılar
Proje Atölyesi: Zorunlu değildir. Modül-1 ve Modül-2 paralelinde yürütülecek bu çalışmaya, mimarlık veya inşaat mühendisliği bölümlerinde çelik dersi almış olanlar ile Modül-1 ve Modül-2 derslerinde %70 ve üzeri devamı olanlar katılabilir. Kurstan önce Proje Atölyesi’ne katılacaklardan ayrıca talep alınacak olup, Proje Atölyesi’ne en az %80 katılım zorunludur.
SONUÇ ve ÖNERİLER
1. İleride meydana gelecek depremlerde yapıların yıkılmaması için alınabilecek önlemler ve çözümler için ortak akılla ve tüm koşullanmışlıklardan arınarak doğru stratejiler geliştirilmeli, planlar yapılmalı ve sabırla uygulanmalıdır. Bu kapsamda şu hususların değerlendirilmesinde yarar vardır:
a. Gerek deprem dayanımı gerek ülke ekonomisine olan etkisi nedeniyle deprem bölgelerindeki sanayi yapıları ile depremde kullanılmaya devam edecek kamu yapılarının çelik taşıyıcı sistemli olması,
b.Güncel standartlara ve yönetmeliklere uygun mühendislik hizmeti görmemiş ve/veya uygulamasında hatalar/değişiklikler yapılmış olabileceği göz önüne alınarak mevcut tüm sanayi yapılarının idare tarafından verilecek bir takvime göre performans analizlerinin yaptırılması ve bunun farklı sanayi yapı türüne göre ruhsat yenilemesine esas olacak şekilde belirli periyotlarla tekrarlanması (örneğin 4 veya 6 yılda bir gibi) gerekli görülmektedir.
c. Fay hattına 10 km mesafedeki tüm yapıların çelik taşıyıcı sistemli deprem dirençli yapı olması ve Özellik Arz Eden Binalar kapsamına alınması,
d. Şu anda zafiyet bulunan “Çelik Yapıların Hasar Tespiti ve Değerlendirmesi” konusunda; ağır ve orta hasar tanımlarını da içeren mevzuat hazırlanması (TUCSA tarafından taslak hazırlıklarına başlanmıştır).
2. Şantiyede yapılan yapılarda insan hataları riskinin fazla olması nedeniyle, fabrika ortamında daha uygun kalite kontrol ve denetime imkân veren şantiye dışı inşaat (off – site construction) uygulamasının mevzuatımızda da yer alması,
3. Depremde insanların ölmemesi için ülke çapında çelik yapıların yaygınlaşması için düzenlenen TUCSA Yaz Okulu’nun önümüzdeki yıllarda kamunun ve çelik üreticilerinin de desteğiyle geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
4.
Orta vadede aşağıdaki önlemlerin alınması;
a. Büyükşehir Belediyelerinin de katılımıyla devam eden envanter çalışmaları ve zemin etütleri, bina performans analizleri tamamlanmalı,
b. Çelik yapıların deprem hasar tespit ve değerlendirmelerinin uzman ekipler tarafından daha sağlıklı ve süratli yapılabilmesi için illerdeki çelik yapılar envanteri çıkarılmalı ve ön planlama için TUCSA ile paylaşılmalı,
c. Deprem yönetmeliğinin (TBDY 2018) akademisyenler ve sektörde çalışan uzman mühendislerden oluşan karma komisyon tarafından geliştirilmesi (hafif çelik yapıların bilimsel olmayan kat sınırlamasının yeniden değerlendirilmesi, modüler çelik yapılar ve karma çelik yapıların ilavesi dâhil) sağlanmalı,
d. Şehirlerin yeniden imarı ve kentsel dönüşüm çalışmalarında çelik yapıların avantajlarından istifade edilmeli, belirli koşullarda (fay hattına yaklaşık 10 km mesafe içindeki yapılar, yumuşak/gevşek zemin ve belirli kat yüksekliğinin üzerindeki yapılar, kamu yapıları gibi) yapılacak yapıların çelik taşıyıcı sistemli deprem dirençli yapı olması kuralı getirilmeli,
e.Çelik yapılar konusunda ruhsat veren veya denetim yapan mühendislerin belirli eğitimleri alması zorunlu hale getirilmeli, bu kişilerin yeterlilik belgesi alması sağlanmalı,
f. Çelik yapıların toplam yapılar içindeki oranı ülkemizde maalesef çok düşük olmakla beraber avantajlarından daha fazla yararlanabilmek için kamu ve yerel yönetimlerin Deprem Komisyonlarına ve Kent Konseylerine Türk Yapısal Çelik Derneği davet edilmeli.
5. Uzun vadede sonuçlarını hemen alamayacağımız ama derhal uygulamaya başlanmasında yarar gördüğümüz işlemler;
a.
Her gün dünyanın çeşitli ülkelerinde sel, şiddetli fırtınalar, çığ, orman yangınları gibi olayların artmasına ve bu artışın geri dönülemez boyutlara gelmesine karşı küresel ısınmayı ve iklim değişikliklerini engellemek üzere çelik üreticilerinin ve çelik kullanıcılarının da gerekli önlemleri ve bu yönde yöntem geliştirmeleri bu önlemlerin Yeşil Mutabakat Eylem Planı paralelinde sürekliliği ve sürdürülebilirliği sağlanmalı,
b. Fay hatlarının belirli bir mesafesinde ve sel, çığ ve tsunami riski olan bölgelerde yapılaşmaya izin verilmemeli, bu alanda zorunlu olarak yapılacak her yapının ilgili yönetmelik uyarınca Özellik Arz Eden Bina statüsünde gözetim ve denetiminin yapılması sağlanmalı, bu mümkün olmadığı takdirde bu bölgelerdeki yapılar öncelikle güvenli alanlara nakledilmeli, iklim değişikliğinde önemli rolü olan şehirlerin betonlaşmasının önüne geçilmeli, kar ve yağmurları emmesi gereken toprakların asfalt ve beton ile kaplanmasını azaltacak tedbirler alınarak toprakların yeniden mümbit hale gelmesi sağlanmalı,
c. Çelik kullanım oranının ortalama %5 civarında olmasına paralel olarak eğitiminin de aynı oranlarda olması doğaldır. Yani inşaat mühendisliği bölümlerinde eğitimin yaklaşık %5’inin çelik %95’inin betonarme ağırlıklı olmasına, öğretim üyelerinin de %95’inin betonarme konusunda uzmanlaşmış olmasına şaşırmamak gerekir. Çeliğin avantajlarının daha yaygın ve etkin kullanımı için eğitim konusunda da ciddi bir atılıma ihtiyaç vardır. Özellikle Covid-19 salgını ve yakında da deprem nedeniyle eğitimlerde aksamaların yaşandığı bu dönemlerin ardından daha ciddi önlemlere ihtiyaç olduğu görülmektedir.
d. Her şeyi devletten beklememek gerekir düşüncesinden hareketle, 1952 yılında kurulmuş Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (ECSC) tarafından oluşturulan Kömür ve Çelik Araştırma Fonu (RFCS) gibi bir fonun çelik üreticilerinin ortak girişimiyle oluşturulmasına ve çelik yapılar dâhil çelik sektörünü ilgilendiren konularda sürdürülebilir eğitim ve araştırmaların desteklenmesini sağlayacak bir vakfın en kısa zamanda kurulması ve bu vakfın ileride, uluslararası kurumlarla da iş birliği içinde çeliğe özgü bir üniversite kurması,
e. Uzun vadede üniversiteler de dâhil olmak üzere eğitimin her kademesinde, iş etiği konusunun öncelikli olarak ele alınması gereklidir.