1. Giriş
“Herkes hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi davranıyor, ama her şey değişiyor.”
Meir Ezra
Dünya Yeşil Bina Konseyi verilerine göre küresel enerji tüketiminin, enerjiyle ilgili karbon emisyonlarının ve kaynak tüketiminin %50’sinden sorumlu olan yapılı çevreler, üretilen atık miktarının da %35’inden sorumludur. 2050 yılına kadar küresel nüfusta beklenen %27 artış nedeniyle iki katına çıkacak olan küresel bina taban alnının ise 2060 yılına kadar bu değerleri ikiye katlayacağı öngörülmektedir 1. Yapılı çevrelerin tasarım sürecinden başlayarak yapım, kullanım, yıkım ve atık üretme süreçlerinin her birinin çevre üzerinde önemli etkileri olduğu artık kabul edilmiş bir gerçekliktir ve bu durum tüm dünya ülkelerini sürdürülebilir uygulamaların zorunluluğu hususunda ortak hareket etme noktasına getirmiştir.
Hızla artan nüfus, değişen dinamikler ve çeşitlenen bağlamlar ile plansız ve orantısız gelişen yapılı çevrelerin enerji kullanımı ve olumsuz çevresel etkiler açısından büyük oranda sorumlu tutulması, sürdürülebilirlik kapsamında hedeflerin belirlenerek, yapılan anlaşmalar, düzenlenen mevzuatlar ve vaat edilen çeşitli teşvik modelleri ile çözümlerin üretilmesini gerektirmiştir. Bu bağlamda doğal çevre ile yapılı çevre arasındaki dengenin korunması ve çevre sorunlarına karşı sürdürülebilir yaklaşımların geliştirilmesi amacıyla yapılı çevrelerin yaşam döngüsü kapsamında değerlendirilmesi önemli yaklaşımlardan biridir. Belirli bir ürünün veya sistemin çevreye olan toplam etkisini tespit edebilmek ve değerlendirmek amacıyla başvurulan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD), yapılı çevrelerde birincil girdilerden nihai çıktının ve atıklar da dâhil olmak üzere yan ürünlerin bertarafına kadar yaşam boyunca tüm evrelerindeki çevresel etkilerinin değerlendirilmesi amacıyla kullanılabilen bir yöntemdir.
Seçilen malzemeler, kullanılan teknoloji ve yöntemler ile küresel ölçekte dünyanın geleceği için büyük bir tehdit oluşturan yapılı çevrelerin yaşam döngüsü boyunca çevresel etkilerini ölçebilmek amacıyla değerlendirme, derecelendirme ve sertifikalandırma sistemleri geliştirilmiştir. Çoğu ülkenin kendi yerel standartlarını, iklim verilerini ve yapım kültürünü dikkate alarak kendisine özgü bir sistem oluşturma girişimi bulunsa da İngiltere menşeli BREEAM ve Amerika menşeli LEED uluslararası kabul görme özellikleri ile en yangın kullanılan sürdürülebilir bina sertifikalandırma sistemlerindendir. Değerlendirme ölçütlerine bakıldığında sürdürülebilir arazi yaklaşımı, yenilik, enerji ve su tüketimi, malzeme kullanımı, atık malzeme politikası, çevresel kirlilik, sağlık ve konfor konularını ele alan bu sistemlerde çevresel etkilerin azaltılması amacıyla çevre dostu sürdürülebilir tasarım ve yapım stratejileri öne çıkmaktadır. İlgili stratejilerde binaların kullanım süreçlerinde tüketilen enerji ve su kullanımını ifade eden operasyonel enerjinin ve karbonun azaltılmasına yönelik yaklaşımların ötesinde, binaların yaşam boyu değerlendirilme süreçlerinde ortaya çıkan gömülü enerji ve karbonun azaltılmasını hedefleyen yaklaşımların da geliştirilmesi son derece önemlidir.
Bu durum yapım, yenileme ve yıkım süreçlerinin tamamında büyük bir kaynak tüketicisi ve atık üreticisi olarak kabul edilen yapı sektöründe görev yapan tasarımcıların iklim değişikliği ve çevresel problemler ile mücadele için vizyoner bir sorumluluk alma zorunluluğunu beraberinde getirmiş ve sürdürülebilir kaynak kullanımı odaklı kaynak verimliliğine, dolayısıyla da kaynak döngüselliğine yönelim, kullanım ömürleri sonuna kadar binaların yeniden işlevlendirilmesi ve yenileme süreçlerindeki etkilerin azaltılması bağlamında esnek tasarım yaklaşımlarını ve 1990’lar itibarıyla yapı söküm için tasarım yapma düşüncesini ortaya çıkarmıştır.
2. Yapılı Çevrelerde Kaynak Verimliliği Odaklı Tasarım
İklim değişikliği ve çevresel etkiler ile mücadelede kritik bir role sahip olan yapılı çevrelerde bugüne kadar binaların kullanım sürelerine odaklanılarak enerji verimliliği ve karbon ayak izi ele alınmış, ancak atılan adımlar ne yazık ki yeterli olmaktan uzak kalmıştır. Kaynak verimliliği söz konusu olduğunda operasyonel enerji verimliliği son derece önemlidir. Bu hususta ülkelerin anlaşmalarla vaat ettikleri hedeflere ulaşabilmesindeki diğer önemli yaklaşım ise binalarda kaynak verimliliğini esas alan tüm yaşam döngüsüne odaklanmak gerektiğidir.
Kaynak verimliliği doğal kaynakların etkin kullanımı, bir başka deyişle minimum değer kaybıyla yaşam döngüleri boyunca yeniden kullanılabilirliği ve bu sayede yeniden üretimde kaynak girdisinin azaltılabilme potansiyeli anlamına gelmektedir. Bütüncül bir yaklaşımla kaynak korunumuna ve hammaddenin kaynağından çıkarılması, malzeme veya bileşen olarak üretimi, transfer süreçleri, yapımda kullanılma yöntemleri (atık oluşumu ve enerji tüketimi), bakım ve onarım gereksinimleri, kullanım ömürlerini tamamlama süreleri, atık olarak değerlendirilme potansiyelleri kapsamında gömülü enerji tüketimi ve karbon üretimi bağlamlarında değerlendirilerek sürdürülebilir çözüm stratejileri geliştirmeyi içermektedir.
Yapılı çevre üretiminin yürütüldüğü mevcut düzen içerisindeki “al – yap – kullan – at” doğrusal yaklaşımı fazlasıyla atık oluşumunu ortaya çıkardığı için ve yine bu düzende yeni üretim süreçlerinde ihtiyaç duyulan hammaddeler doğrudan kaynağından sağlandığı için sürdürülebilirlik kaygıları (kritik kaynakların tükenmesi, gömülü enerji ve karbon yüklerinin artışı, çevresel bozulma, iklim değişikliği, artan maliyet vb.) ile çelişen bir gidişat söz konusudur. Çünkü bina yaşam döngüsündeki her bir süreç diğerinden bağımsız hareket etmekte, bir süreç tamamlanmadan diğerine geçiş yapılamamakta ve geriye dönüş sağlanamamaktadır. Bu bağlamda atıkların azaltılmasını amaçlayan ve sınırlı kaynakların tüketiminden kademeli olarak uzaklaşmayı öngören yeniden kullanım ya da geri dönüşüm odaklı döngüsel bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Döngüsel yaklaşım, geri dönüştürme, yeniden üretme ve/veya yeniden kullanma esasıyla hammadde, yapı malzemesi ya da yapı bileşeni ihtiyacına karşılık vererek kaynakların korunumunu desteklemesi, bu süreçlerdeki enerji girişi ve emisyon çıkışlarını dikkate alması, atık oluşumunu azaltması, düzenli depolama alanlarına olan ihtiyacı sınırlandırması gibi etkileri nedeniyle tasarım yoluyla onarıcı/yenileyici bir sistem olarak daha rejeneratif bir çözüm önermektedir. Bu kapsamda öne çıkan kaynak verimliliğine dayalı atık yönetimi, yeni bir değer kaynağı yaratma sürecine dönüşmekte, aynı zamanda da gömülü karbon ve enerji ortaya çıkaran süreçleri minimize ettiği için iklim değişimi ve çevresel sorunlar ile mücadelede fayda potansiyeli olan yaklaşımları desteklemektedir.
Atık yönetiminde başarılı stratejilerin geliştirilmesi ve hayata geçirilmesi çeşitli paydaşların farklı sorumluluklarını ve iş birliğini gerektirir. Kolektif sorun çözme yaklaşımı ile paydaşlar arasındaki etkileşimin geliştirilmesi önemlidir. Ancak bu konuda en büyük fırsatların tasarım aşamasına dayandığı aşikâr bir gerçekliktir. Bu bağlamdaki tasarım hususları yapı yaşam süresi boyunca kaynak girdisinin oluştuğu, yapım, yenileme ve yıkım/söküm süreçlerinin planlanmasına odaklanır. Ana hedefler, değişen demografik, siyasi, kültürel, teknolojik ve küresel ihtiyaçlara bağlı olarak fiziki ömrünü tamamlamadan işlevsel ömrünü tamamlayan binaların yıkım süreçlerinin önüne geçmek, zamana bağlı olarak binalarda gerçekleşen bozulmaların iyileştirilmesi amaçlı yenileme çalışmalarında kullanılacak kaynak tüketimini kontrol altına almak ve fiziksel ömrü tükendiğinde yıkım ya da yapı söküm süreçlerini etkin bir şekilde tasarlamaktır.
Kaynak verimliliği dâhilinde atık oluşumunu azaltma ve kaçınılmaz olacak atıkları da yeniden kullanma veya dönüştürme odaklı yaklaşımların ilgili hedeflerine ulaşmak amacıyla kullanılan yöntemlerden biri olarak “mimarlıkta esnek tasarım” son derece önemlidir. James Douglas’a göre; bir binanın kapasitesini, işlevini ve performansını değiştirmek için binayı yeni koşullara ve gereksinimlere uyacak biçimde ayarlamak şeklinde tanımlanan mimarlıktaki esneklik kavramı, yenileme (iyileştirme veya yeniden işlevlendirme) süreçlerindeki tasarım ve yapımda ihtiyaç duyulacak değişiklikleri kolaylıkla ve en az etki/maliyetle yapabilme yeteneği olarak açıklanabilir 2,3,4. Mevcut yapı tasarım ve yapım pratiği, temel olarak, yapının güvenlik ve servis kolaylığı gereksinimlerini karşılayan ihtiyaçlara ve inşaat maliyetlerinin optimize edilmesine odaklanmaktadır. Kullanım süreçlerinde ortaya çıkan bakım, onarım, işlev değiştirme esaslı etkiler ile bina fiziksel ömrünü tamamladıktan sonraki yıkım/söküm süreçlerinin etkileri genellikle göz ardı edilmektedir. Oysa ki yarısından çoğu yenilenemez olan doğal kaynakları en fazla kullanan sektörlerden biri olarak yapı sektörü seçilen malzemeler, kullanılan teknoloji ve yöntemler ile küresel ölçekte iklim değişikliğinin, hava kirliliğinin, su kirliliğinin, ekolojik dengesizliğin, düzenli depolama atıkları artışının ve kaynak tüketiminin baş sorumlusu olarak dünyanın geleceğine büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle kaynak verimliliği odaklı esnek tasarımlar ve yapı yıkım/söküm süreçlerinin tasarımı bugünün yapılı çevrelerinin en önemli konularından biri olmak durumundadır. Belirli bir dayanım ve kullanım ömrü olan binaların eskimesine ya da işlevsel yetersizliğine bağlı olarak ihtiyaç duyulacak yenileme süreçlerini veya öngörülen süreleri dolduktan sonra nasıl yıkılacağını/söküleceğini en baştan planlamak ve bu süreci olabildiğince verimli hale getirmek çevresel bir zorunluluktur.
Yapılı çevrelerin büyük bir yüzdesini oluşturan binalarda tasarım ve yapım süreçlerinin yönetilebilirliği, pek çok değişkeni ve sabiti bir arada düşünmeyi gerektirdiği için son derece karmaşıktır. Bu karmaşıklığın içerisinde sistemi oluşturan parçaların (alt sistemlerin) birbirleri üzerindeki etkilerini de dikkatlerden kaçırmamak gerekmektedir. Brand’in tanımladığı bina katmanları teorisi, yaşam döngüsü boyunca sürdürülebilirliğin sağlanması için değişim ihtiyaçlarında katmanların birbiri üzerindeki etkisinin azaltılmasını ve bağımsızlaştırılmasını öngören bir yaklaşım sunmaktadır 5.
Bina katmanları teorisi yapıların birleşim ve söküm noktaları haline gelen katmanların ara yüzleri doğru tasarlandığında, üst katmanlardaki bileşenlerin alt katmanları etkilemeden, bir başka deyişle değişimin zor ya da uzun vadede olduğu katmanlar ile az ya da kolay olduğu katmanlar arasında sağlanacak serbestlik sayesinde iyileştirilebilir veya değiştirilebilir olabilmesinin mümkün olacağı tezine dayanmaktadır 2,5,6.
Değişimin kaçınılmaz olduğu binalarda hizmet ömrü boyunca ortaya çıkan ihtiyaçlara doğru cevap verebilmek için bina katmanlarının doğru tanımlanması, planlanması ve katmanlar arası ilişkilerin anlaşılması önemlidir. Katmanların hizmet ömürleri (az – çok) ve değişim süreçleri (zor – kolay) göz önüne alınarak katmanlardan beklenen performansların sağlanmasında, katmanlar arası ilişkilerden ortaya çıkan kısıtlamalar ile serbestlikler çerçevesinde her katman özelinde bağımsız esneklik stratejilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda binaların zaman içerisinde gelişecek olan ihtiyaçlarına karşılık verebilecek şekilde çok işlevli kullanıma izin verecek “uyarlanabilirlik”, küçük müdahalelerle sağlanabilecek değişebilirlik ve/veya yeni ve köklü değişimler gerektiğinde yeniden programlanmaya, tasarıma ve yapım aşamalarına, yani yapısal dönüşüme adapte olabilecek “dönüşebilirlik” yaklaşımları dikkate alınarak tasarlanmaları gerekmektedir. İç içe geçmiş olan ve esnek tasarımın temelini oluşturan bu kavramlar binaların esnek tasarım süreçlerinin hedeflerinin de belirleyicisidir. Bina katmanları özelinde sözü edilen esnek tasarım hedefleri Tablo 1’de özetlenmiştir.
Yapılı çevre içerisindeki mevcut binaların yapısal ömrü tükenmediği sürece günün ihtiyaçlarına cevap verecek performans düzeylerine eriştirilerek yeniden kullanımı her zaman öncelikli tercih olmalıdır. Yeniden kullanımın mümkün olmadığı durumlarda ise yıkım/söküm süreçleri devreye girmektedir. Sürmekte olan düzen içerisinde yapısal ömrü tükenen binaların planlanmamış yıkım süreçleri neticesinde tüm elemanların ve malzemelerin moloz haline getirildiği bir sonuçla karşılaşılmaktadır. Bu durum yapı malzemelerinin ve elemanlarının yeniden kullanım olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Harç kullanımı gibi sabit bağlantıyla üretilen yapı elemanlarında uzun işçilik, maliyet ve daha fazla süre gerektiren sökme faaliyetleri malzeme ya da bileşende miktar ve gördüğü hasar nedeniyle değer kayıplarına yol açabileceği için optimum bir çözüm olmaktan uzaktır. Ancak tasarım aşamasının başından itibaren binayı oluşturan tüm sistemlerde malzeme ve eleman seçimi ile birleştirilme yöntemleri kapsamında en iyi dönüşüm veya yeniden kullanım amaçlı analizlerin yapılması ve yeni eş değerlerinin kullanımına göre daha düşük verimlilikte olsa bile kaynak korunumu, enerji tüketimi ve karbon emisyonlarının artışı hususlarındaki katkı payları dikkate alınarak bertaraflarından kaçınılması gerekmektedir. Kısmi ya da bütün olarak döngüye geri kazandırılabilecek, kapı, pencere, panel, sabit donatılar gibi her bir bileşenin önceden tespit edilerek sökülebilirliği ve söküm yöntemleri, geriye kalan parçaların ise hammadde olarak kazandırılma potansiyelleri doğru şekilde planlanmalıdır. Benzer şekilde kaynakla sabitlenmiş metal elemanların yeniden kullanım imkânlarına getirdiği kısıtlamalar ya da hammaddeye dönüştürülme süreçlerinde ortaya çıkan ilave enerji ve karbon yükleri gözetilerek tasarım aşamasında birleşim yöntemlerine dair detay üretimine daha fazla dikkat edilmelidir. Söküme izin veren birleşim detayları ile prefabrike beton elemanların seçimi de bu bağlamda düşünülebilecek yaklaşımlardandır.
Bu bakış açısıyla kaynak verimliliğini destekleyen diğer bir etkin yöntem ise “yapı söküm için tasarım” yaklaşımıdır ve farklı yaşam sürelerine sahip katmanları birbirinden bağımsızlaştırmak teknik olarak yapı söküm tasarımını da mümkün kılmaktadır. Çünkü katmanların ara yüzleri yapı söküm noktalarını (derzler ve bağlantı noktaları) oluşturmaktadır. Yapı sökümün ana hedefi eski binalardan kurtarılan malzemelerin doğrudan ya da küçük müdahalelerle yeni projelerde veya bina yenileme süreçlerinde kullanılmasını sağlayarak atık bertarafının, yeni malzeme üretimi ve geri dönüşüm süreçlerinde oluşabilecek enerji ve karbon yükleri ile işleme maliyetlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Çünkü malzemelerin toplanması, ayrıştırılması, transferi, ön işleme tabi tutularak temizlenmesi ve ardından yeniden üretilmesi hammadde ihtiyacına vereceği cevap ile kaynak korunumu hususunda etkin bir yaklaşım olsa da ilgili süreçler hâlâ çevresel etkileri beraberinde getirmektedir.
Ayrıca çoğu durumda kurtarılan malzemeler kırılarak, öğütülerek ya da eritilerek hammaddeye dönüştürüldükten sonra daha düşük değerli ürünlerin üretim süreçlerinde kullanılmaktadır. Bu nedenlerle kaynak verimliliğinde yeniden kullanımın geri dönüşüme göre daha avantajlı bir seçenek olduğu düşünülmekte ve iyi planlanmış bir yapı söküm stratejisiyle yapım ve yıkım atıklarının %50 azaltılabileceği öngörülmektedir.
Yapılı çevrelerin geçici ömürlerinin olduğu kabulüyle yapı ya da bileşen ömrü sonunun da planlanması gereği bugün yeşil bina derecelendirme sistemlerinde de yer bulmaya başlamış, ilgili sistemler mimarları yapı söküm veya yeniden kullanım için tasarım felsefesi geliştirmeye ve bir malzeme/bileşen koruma yönetim planı hazırlamaya teşvik etmektedir. Buradaki en büyük zorluk uzun ömürlü binalarda malzemelerin ya da bileşenlerin içeriğine, özelliklerine ve nasıl ayrıştırılabileceğine dair bilgi sağlamanın zorluğudur. Bir malzemeyi/bileşeni kurtarmak ve yeniden kullanım için kabul edilebilir hale getirmek amacıyla izlenecek bir prosedür henüz tam olarak tariflenememiştir. Ancak konuyla ilişkili bilimsel çalışmalarda yapı söküm için tasarımda sökümü kolaylaştırma hedefli verimli yapı elemanlarının seçimi, bina katmanlarının tasarımı, tasarım dokümantasyonunun oluşturulması gibi konulara dikkat çekilmektedir. Bu kapsamda aşağıdaki hususlar öne çıkmaktadır 7,8:
Mimari projede, taşıyıcı sistem tasarımında ve bina alt sistemlerinde karmaşıklığı azaltan, basit (anlaşılabilir) ve/veya modüler tasarım
Prefabrikasyon veya ön montaj kullanılabilecek yapım yöntemleri
Bina sistemlerinin ayrıştırılması (bina katmanlarının birbirinden bağımsızlaştırılması)
Dayanımı yüksek, yeniden kullanılabilir veya dönüştürülebilir malzemelerin seçimi
Kompozit veya ikincil kaplaması olan malzemelerden kaçınılması
Erişilebilir ve dayanıklı derzlerin oluşturulması
Standartlaştırılmış ve basit tasarlanmış bağlantı detaylarının tasarımı
Bağlantılarda kaynak, çivi ve yapıştırma yerine somun/cıvata gibi mekanik bağlantıların tercih edilmesi
Yapı bileşenlerinin standardizasyonunu sağlama, türünü ve sayısını azaltma
Reçine ve ikincil cila gibi uygulamalardan kaçınılması
Zehirli ve tehlikeli maddelerden kaçınma
Malzeme ve bileşen türleri ile bağlantı yöntemlerinin tanımlandığı envanterlerin oluşturulması
Yapım ve yıkım atıklarının tamamen ortadan kaldırılması düşüncesi tartışmaya açık olmakla birlikte tasarımın ilk aşamalarından itibaren planlanan söküm süreçlerinin yıkım atıklarını yarı yarıya azaltabileceği öngörüsüne dayanan yaklaşımların son derece etkili olabileceği görüşü giderek yaygınlaşmaktadır. Yine de tasarım aşamalarında dikkate alınması gereken yapı söküm ilkelerini ortaya koyarak kavramsal bir çerçeve sunan çalışmalarda bu ilkelerin nasıl uygulanacağına dair uluslararası kabul görmüş bir yöntem tam olarak geliştirilememiştir ve yapı söküm tasarımının uygulanmasını ya da geri kazanılan yapı malzeme ve bileşenlerinin tedarik zincirine nasıl ekleneceğini kapsayan yasal gereklilikler de henüz oluşturulamamıştır.
3. Son Söz
Tüm dünyada öncelikli sorun olarak kabul edilen iklim değişikliği ve çevresel sorunlarla mücadele için büyük bir potansiyele sahip olan yapılı çevrelerin, özellikle de binaların, tasarım, uygulama, kullanım, yıkım ve atık yönetimi süreçleri sürdürülebilirlik beklentileri kapsamında sürekli yeniden düşünülmeye ve yeni stratejilerin geliştirilmesine ihtiyaç duymaktadır. Yasal mevzuatlarla da desteklenerek teşvik edilen kullanım süreçleri içerisindeki operasyonel enerji tüketimi ve karbon üretimine dair çözüm arayışları ile önemli gelişimler kaydedilmiş olsa dahi, yapıların yaşam döngüsü boyunca tüketilen sınırlı kaynaklar, yenileme ve yıkım süreçlerinde ortaya çıkan atıklar ile kaynak israfı, gömülü enerji tüketimi ve karbon emisyon üretimleri azımsanamayacak etkilere sebep olmalarına rağmen dikkatlerden uzak kalmış durumdadır. Oysaki sürdürülebilir kalkınma ve kaynak yönetimi arasında, özellikle kaynak verimliliğine odaklanan malzeme kullanımı (üretim süreçleri dâhil), atık malzeme yönetimi ve gömülü enerji ve karbon yükleri ile ortaya çıkan çevresel kirliliğin engellenmesi bağlamında, son derece kritik bir ilişki söz konusudur.
Çevresel sürdürülebilirlik yaklaşımı, doğal kaynakların kendilerini yenileme hızından daha hızlı bir şekilde tüketilmemesini, yenilenemeyen kaynakların tüketim hızının yerlerini yenilenebilir kaynakların doldurma hızından düşük olmasını, atık oluşumu hızının hava, su ve toprağın emme ve yeniden işleme kapasitesinin üstünde olmamasını gerektirir. Bu bağlamda yapılı çevreler için yapı yaşam döngüsü boyunca kaynak verimliliğine odaklanan tasarım kararları ile yapım ve yıkım süreçlerindeki uygulama yöntemleri öne çıkmaktadır. Kaynakların verimli kullanımını öngören birincil ve ikincil ya da daha sonraki kullanım ömürlerinin planlandığı tasarım ve yapım yöntemlerinin ötesinde iyileştirme ya da yıkım süreçlerinin de planlandığı, atık yönetimini de kapsayan yaklaşımlarla döngüselliğin sağlanması önemlidir. Avrupa Birliği Atık Çerçeve Direktifi’nde atık hiyerarşisi yüksek öncelikli olan önleme ve yeniden kullanım, mümkün olmadığında ise geri dönüşüm, enerji gibi diğer amaçlar için geri kazanım ve en son bertaraf olarak belirtilmiştir. Bu kapsamda artan küresel kentleşmenin etkisiyle plansız ve niteliksiz olarak büyümeye devam eden yapılı çevrelerde zamana ve farklı dinamiklere bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçlara uyarlanabilecek ve sınırlı fiziksel dayanım ömrü sona erdiğinde veya doğal afetlere yenik düşüldüğüne ortaya çıkabilecek yıkım atıklarını azaltacak yaklaşımların geliştirilmesi elzem bir gerekliliktir. Yapılı çevrelerde kullanılan yapı malzemelerinin ya da bileşenlerinin bakımının yapılmasını, yeniden kullanılmasını, yenilenmesini ve/veya geri dönüştürülmesini hedefleyerek sınırlı kaynakların kontrolsüz tüketimini ve atıkları sistemden çıkarmayı, böylece gömülü enerji ve karbon yüklerinin de minimize edilmesini sağlayacak önemli iki yaklaşım esnek mimari tasarım ve yapı söküm için tasarımdır. Yapım, iyileştirme ve yıkım/söküm atıklarının tamamen ortadan kaldırılması düşüncesi tartışmaya açık olmakla birlikte tasarımın ilk aşamalarından itibaren detaylı olarak planlanan geri dönüştürülmüş ya da iyileştirilerek aynen sisteme kazandırılmış malzeme ve bileşenlerinin kullanımının tasarım süreçlerine dâhil edilmesi, yenileme/bakım süreçlerinde kullanım ve dayanım ömürleri farklı olan sistemlerin yenileme-yıkım/söküm süreçlerinin birbirinden bağımsızlaştırılması ile bu hususta son derece etkili sonuçlara ulaşılabileceği görüşü giderek yaygınlaşmaktadır.
KAYNAKÇA
- https://worldgbc.org/what-is-a-sustainable-built-environment/
- Yıldız, M.A., Kamu Yönetim Binalarında Esnek Tasarım Problemleri Üzerine Bir İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Kasım 2018 (Danışman: Prof. Dr. Figen BEYHAN)
- Gosling, J., Naim, M., Sassi, P., Losif, L. and Lark, R. (2008). Flexible buildings for anadaptable and sustainable future. Paper Presented at: Association of Researchers in Construction Management (ARCOM) Annual Conference, Cardiff.
- Douglas, J. (2006). Building Adaptation, (Second edition). New York: Spon Press, 1.
- Brand, S. (1994). How Building Learn. What Happens After They’re Built (Second Edition). London: Penguin Books, 11-20.
- Olugbenga O. Akinade, Lukumon O. Oyedele, Muhammad Bilal, Saheed O. Ajayia Hakeem A. Owolabia Hafiz A. Alaka, Sururah A. Bello, Waste Minimisation through Deconstruction: A BIM Based Deconstructability Assessmen Score (BIM_DAS), Resources, Conservation and Recycling, Issue: 105 (2015), Elsevier.
- Design for Deconstruction, https://www.designingbuildings.co.uk/wiki/Design_for_deconstruction
- Design for Deconstruction in the Design Process: State of the Art https://www.mdpi.com/2075-5309/8/11/150