Mimar Bahadır KUL:
Kamu çelik projelerine o kadar uzak ki, Bayındırlık pozlarında bile sayılmıyor, "özel imalat" olarak geçiyor çelik yapı hâlâ.
İlk çelik yapı projenizden başlasak...
Bahadır KUL: İlk çelik strüktür gereksinimi duyduğumuz projemiz, Kadir Has Kongre Merkezi oldu. 7.500 kişi kapasiteli bir alan. İşvereni Kayseri Büyükşehir Belediyesi idi. Ofisimi kurduğumun ikinci yılına denk gelen bir proje idi. Çok gençtik, 26 yaşında idim. Dolayısıyla birincisi mesleğe karşı olan toyluğumuz, ikincisi Türkiye'nin bu tarz mega ve kamusal projelere olan yabancılığı, yapılmamışlığı, bilinmemişliği, üçüncüsü bu tarz yapısal çelik projesi üreten mühendis grupların azlığı ve bu tarz deneyime sahip olan insanların neredeyse parmakla sayılacak kadar az olması, bizleri çok zorlandırdı. İlk bu proje ile çeliğe başladık ve bu epey bir deneyim sağladı.
Sonrasında da ardarda çelik projelerinizi gördük, özellikle de Kayseri'de...
Bahadır KUL: Bu projenin akabindeki dönem, Kayseri'nin de gereksinimlerinin ortaya çıktığı bir dönemdi. Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı'nın özel gayretleri ile yeni projeler üretmek ve şehre yeni bir vizyon katmak arayışı vardı ve biz de bu arayışın eşiğinde onlara mimar olarak eşlik ediyorduk. Bunlardan bir kaçına bakarsak Kayseri şehir Terminali, tam bu inşa edilirken Kayseri İlçe Terminali, bunlarla beraber Kayseri şehir Stadyumu ortaya çıktı. Eski stadyumun UEFA kriterlerine uyarlamak amacıyla yola çıkılmıştı ama biz bununla yetinmeyip şehrin yeni stadyuma sahip olması gerektiğini vurguladık. Onlara ilham olduk, projeler hazırladık, maketler yaptık, kafaları karıştırdık. Tüm bunlar müşterimiz olan belediyenin de fazlasıyla sahip olmak istedikleri projeler idi. Önünde engeller vardı ama aşıldı. Bürokratik engeller, bütçesel engeller aşıldı ve proje start alıp hayata geçti. Bu süreç içinde çok sayıda kamu projesi üzerinde çalışıyorduk. Kafamızda hep kamu projeleri tasarımlarına yoğunlaşma oldu. Hep bu ilkleri kovaladık ya da hep bu işlerden çağrıldık. Derken nerdeyse uzun bir süre özel sektöre çalışmayıp kamu projeleri ile haşır neşir olduk.
O zaman en doğru yanıtı sizden alabiliriz, hep söylenegelir, kamu çelik projelerine çok uzak duruyor diye, siz nasıl başardınız kamuya çelik yapı yapmayı?
Bahadır KUL: Düşünün o kadar uzak ki, Bayındırlık pozlarında bile sayılmıyor, "özel imalat" olarak geçiyor çelik yapı hâlâ. şimdi 50 yıl öncesine bir gidelim. Düşünün her ile bir stadyum yapılmış, onlarca stadyum, tamamı betonarme ile yapılmış. 50 yıl öncesinden 2000'lere kadar çok seri bir betonarme bina üretimi olmuş. Çünkü çok fazla hızlı üretmek zorunda, ham maddeye kolay ulaşılıyor, üretimi çok basit, eğitimsiz insanlar bile yapabiliyor. Bu durumda fazlasıyla temin edilen, tercih edilen bir şey olarak ve aynı zamanda ekonomik çeliğe göre, bu gerekçelerle yola çıkıldığında çok fazla betonarme tercih edilmiş. Taa ki 2000'li yıllardan sonraya kadar. Gerek Türkiye'deki mimarların, gerek yurt dışındaki mimarların ortaya koydukları başarılı ürünlerin, kabukların diyelim, yapı fasatlarının farklılaşması, farklı arayışlar içerisine girmek, bunlar ciddi şekilde yönümüzü çeliğe doğru döndürdü. Aslında kamu bunun farkında değil, yani çelik malzemeyi bilmiyor ama bizlerden bazı yapılar istiyor. Gereksinimleri var, örneğin stadyum, terminal, büyük açıklık gerektiren bir yapı istiyor. Bu yapılar ister istemez en önemli özelliği geniş açıklık istemesi gereği ile çelik olmak zorundalar. İkincisi çelik malzeme ile beraber bizim ortaya atıp önerdiğimiz, geleceğe iz bırakacak, ilham olacak, farklı yapı kabukları arayışı da ister istemez bizleri de çelik malzemeye doğru itti.Ortaya koyulan ürünün beğenilmesinden sonra artık kamu yapının strüktürünün ne olduğuyla ilgilenmez, sorgulamaz hale geldi.Biz de hemen hemen tüm yapılarımızda çelik strüktür kullanma gereksinimi duyduk. Dolayısıyla 2000'lerden sonra bu furya ile çelik yapı sorun olmaktan çıkmaya başladı ve çelik yapının kullanımı gittikçe arttı.
Gerçekleştirdiğiniz projelerde sadece geniş açıklık dolayısıyla mı tercih edildi çelik? Mesela hızlı yapımı etkili olmadı mı?
Bahadır KUL: Öncelik geniş açıklık oldu ama zaman da en çok istenen özellikti. Artık kamu da çok fazla aceleci. Yapıları artık çok hızlı bir şekilde ortaya çıkarmak zorundayız. En son örneğini Konya'da yaşadık. Konya Büyükşehir Belediyesi Konya Stadı yapısında yapı artık gereksinim olmaktan çıkıp bir an önce sahip olmak için bir nevi zaruriyet haline gelmişti. Ya da büyüyen şehirlerimizde çok ciddi kültürel faaliyetlere sahip büyük holler, büyük mega yapılar yapmak zorundalar. Stadyum gereksinimleri var ve takımlar klüpler bir an önce bunlara sahip olmak istiyor. Dolayısıyla örneğin üç yıl gibi biten bir stadyum alışkanlığı artık zor geliyor Kayseri iyi bir örnek oldu. 1,5 yılda bitti bu bina örnek teşkil etti. şimdi böyle bir bina için artık ihale süresi olarak bir yıl gibi bir süre tanınıyor. Mesela Mersin Arena, Mersin Stadyumu projelerimizde olduğu gibi Akdeniz Olimpiyatları'na ev sahipliği yapacak bir yapı olması planlandığı için, o yapıya bir yıl gibi kısa bir sürede sahip olma gereksinimi vardı. Dolayısıyla bu çelik projenin, çelik imalatın hızı, taşınabilirliği, çelik atölyelerde imal edilirken aynı zamanda betonarme imalatların da paralel gidebilirliği ile süreleri birbirine giriştirerek çok kısa sürelerde yapıyı temin etme söz konusu oldu. Artık yapının imalatındaki pahalılık ikinci planda kalmaya başladı ve hız ile düzgün imalat daha hassas detay imalatları ile çeliğin çok daha rahat yapılabilirliği gözlemlendikten sonra gerek kamunun gerekse mimarların tercihi çeliğe yöneldi.
Sektördeki yapısal tasarımcılar, imalatçılar, malzemeciler sizlerin tasarımlarına destek verebildiler mi? Bu alanlardaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahadır KUL: İlk olarak mühendislerden başlayayım, mühendisler bu konuda nerdeyse çelikte deneyimli mühendisimiz az. Yavaş yavaş bu oran arttı ama halen daha ekonomik en verimli, en hızlı ve en estetik çözümleri bir arada çözümleyecek mühendis sayımız yine de çok az. Çelikte hunharca davranamazsınız, bu ciddi tonaj artışlarına ve ciddi maliyetlere yol açan bir durum. İstediğiniz boyutu kullanamıyorsunuz hâlâ çünkü o kesitlerin yüzde 90'ı çok özel boyutlar ve tamamıyla yurtdışına bakıyor. Bunların temininde gerek ülkenin koşulları gerekse uluslararası arenada da bir dil var ve bu siyasi dilin verdiği bazı olumsuzluklar ya da olumluklar var, dolayısıyla o malzemeye ulaşmanız zaman alıyor. Bütün bunlar projecinin hünerine bakıyor. Bir yerden sonra artık projecinin Türkiye'deki çelik imalatı yapan fabrikanın stoğundaki bir ürünü biliyor olması gerekiyor, projeyi daha hızlı üretebilmesi için veya bir yerden sonra proje kısmında imalat kısmında sıkıntılar yaşanmaması için. Bu deneyimler çok önemli ve bu deneyimlere sahip mühendis sayısı az olunca, düşünün biz aynı anda Bahadır Kul Mimarlık olarak 5 ayrı stadyum tasarımı yapıyoruz, simdi bu beş stadyumu aynı anda yaptığımız için aynı mühendisle çalışmak çok zor, çünkü bir mühendislik grubu ancak bir stadyumu projelendirmeye odaklanabiliyor. Diğer stadyumlarımız ya da diğer projelerimizi çalışacağımız zaman aynı kalitede mühendis bulmakta zorlanıyoruz. Bırakın bunu şu an Türkiye'de aynı anda TOKI'nin üstlenmiş olduğu ve bizlerin bazı avam projelerini yapmış olduğumuz, kimilerin de uygulama projelerini yaptığımız nerdeyse onlarca stadyum var ve bunlar hepsi aynı anda start aldı. şu an bütün müteahhitlerin betonarmede temini çok kolay, yerel temin de söz konusu ama çelik işlerine geldiklerinde gerek mühendis, gerekse imalatçı bulmakta zorlanıyorlar. Bir yerden sonra beni arayarak müteahhitler kendilerine mühendis önermemi istiyorlar. Her bir stadyum için 4-5 Bin Ton çelik söz konusu, bunun temini bir anda fabrikalara yükleniyor bu kadar malzemenin temini söz konusu olamıyor. Bütün bunlar temin edilse dahi bu kadar başarılı ve hassas ürün işleyebilecek imalatçıları bulmakta zorlanılıyor. Bu strüktürler mevcut imalatçıların alışık oldukları taşıyıcı sistemler değil. Türkiye'deki imalatçılar çok da geçmişe gitmeden daha 15-20 yıl öncesine kadar sadece endüstriyel yapılar imal ediyorlardı şimdi önlerine bu kadar farklı tasarlanmış bir strüktür çıkınca bu imalat sürecinde bocalama, malzeme temininde bocalamalar ve mühendislik çözümlemelerinde bocalamalar başladı. Ve tüm bunlar bir yerden sonra eliminiz kolumuzu bağlamaya başladı. Sadece Türkiye'deki yapılar da değil, çok önemli de bir şey, bizler artık uluslararası arenada çalışıyoruz, özellikle şu an doğru bloğu güney bloğu nerdeyse tüm proje çözümlerini ve ek olarak imalatları yüklenicileri müteahhitlikleri Türkiye'den temin etme yoluna gidiyorlar. Bu da var olan yoğun iş kapasitesini daha da artıyor. Gerek bizler mimari olarak, mimar olarak yeteri kadar çözüm olamıyoruz. Mühendisler imalatçılar yetemez hale geliyor. Avrupa'daki çelik yapı kullanım oranlarını biliyoruz, oralardaki firmaların deneyimlerini biliyorum ve biz yüzde 5'lerde kalmamızın sıkıntısını yaşıyoruz. Talebe verdiğimiz yanıt yüzde 5 iken aldığımız talep şu an yüzde 30'lara çıktı ve geçti. Bu çok ciddi bir fark.
Van kökenli olduğunuzu biliyoruz. İki yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ devam eden bir sorun var Van'da. Buradan da hareketle deprem ve çelik yapılar desem size neler söylersiniz?
Bahadır KUL: şimdi Van'da onları da haklı bulduğum yerler var, bir kere sektörün hazır olmayışı, ikincisi işçilik imalatların hazır olmayışı bunları getirdi ama benim gözlemlediğim ve içinde benim de bulunduğum bir durum oldu, 2011 yılında Van Depremi'nden sonra yaşadığımız bir deneyim, bizim şahsen yaşadığımız bir deneyimdi. 2011 yılında tam da deprem sırasında Van Urartu Müzesi'nin tasarımını gerçekleştiriyor idik o sırada depremin oluşu projeyi aylarca askıya almayı getirdi beraberinde. Öncelikten çıkmıştı artık bu gerek idarenin gerekse bizim tercihimiz binanın tamamıyla çelik strüktürle inşa edilmesi oldu. Ve bunun birinci nedeni depremdi. Depremin insanların üzerinde bıraktığı korku ve kaygı nedenini oluşturdu bu düşüncenin. İlk yıl olay çok taze iken hemen hemen herkes bundan sonra tüm yapıların çelik yapılması gerektiğini konuşuyordu, çünkü tüm insanların canı yanmıştı. Biraz da bu ülkede böyle bir şey var, acı olmadan bir şeylerin farkına varamıyoruz, canımızın yanması gerekiyor. Dolayısıyla Van'da gezerken çevremdeki yeni inşaatların çelikle inşa edildiğini görünce bir şeylerin değişmeye başladığını, kırılmanın gerçekleşmek üzere olduğunu fark etmem, görmem beni mutlu etti. Ama bu dediğiniz gibi oldukça kısa sürdü ama bence bu bir başlangıç. Türkiye'de bir şeyler çok kolay olmuyor, teknolojiye alışmak gibi bir şey bu aslında. Önce bir yadırgarsınız sonra kullanmaya başlarsınız, daha sonra o sizde bir bağımlılık yaratır ve yasam stilinize dönüşür. Yapı sektöründe de bence çelik de bu yolu kat edecek ama bunun için birinci görev mimarlara düşüyor, çünkü gerek idarelere gerek işverene kamuya en yakın kişi mimardır ve mimarın görüşü çok önemlidir. Ben sanatıma ve mimarlığımın doğruluğuna inandırmalıyım. En önemli yönlerinden biri de çelik strüktürün yapılarımıza, tasarımlarımıza, eserlerimize daha uzun süre kalıcılık kazandırması. Daha esnek çözümler ve daha doğru çözümler ve en önemlisi geleceğe ilham olacak binalar yaratmakta bize sonsuz artı katacağını düşündüğüm için gönlüm bundan yana ve çabalarım da bu yönde. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Son donemde gerçekleştirilen çelik yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahadır KUL: Türkiye'de çelik sadece gereksinimle kalmamalı. Artık çelik tercih edilen bir malzeme boyutuna geçmeli. Yani "Ben bir stadyum yapıyorum, geniş açıklığa ihtiyacım var bunun için çeliğe ihtiyacım var"dan başka bir şey olmalı. İlham vermeli çelik. Böyle başlarsanız ortaya çıkan yapılar gerçekten sanat eseri gibi olmaya, farklı tatlar taşımaya başlar. Türkiye'de birçok yapı sadece alan oluşturmak gereksinimi ile ortaya çıkıyor. Örneğin Levent taraflarında gördüğümüz birçok kule veya bina, metrekare yaratmak telaşı ile yapılan projeler. Bütün bunlar varken çaba ve amaç buyken çelik gölgede kalıyor, biraz da artık alışkanlıklar ne yönde ise o yönde gitmek bence acziyettir. "Betonu çok iyi imal ediyoruz" diyerek gökdeleni betonla imal etmek, o devasa taşıyıcı boyutlarla çok ciddi alanlar kaybetmek ve zorlanarak bir şeyleri yapmak, açılı duran bir yüzeyi eğik kolanlarla betonarmeye taşıtmaya çalışmak bence komik. Çünkü elinizde çelik gibi sınırsız şeyler yapabileceğiniz bir yapı malzemesi varken gidip hâlâ katı, rijit, insanın doğasına uymayan bir malzeme ile çözümler üretme gayretinde bulunmak, bence bir acizlik. Dolayısıyla burada en büyük görev mimara düşüyor. Mimarın düşleri ile ortaya çıkan bu tasarımda mühendislerin de çokça deneyimlemeleriyle buna yön vererek doğru çözümler ortaya koyma çabalarıyla da yatıyor. Artık imalatçıların olaya sorunsal ve itici bir gözle değil çözümsel yaklaşımlarıyla kolaylaştırmaları gerekiyor. Çünkü ortaya getirdiğiniz her tasarımda bunun yapımı zor, temini zor, çizimi zor gibi yaklaşımlar nerdeyse herkesi çelikten soğutmaya ve uzaklaştırmaya başlıyor. Tüm bunların aksine bir direnişle tüm bunların kolay olacağını, dünyada bunların çok daha zorlarının çözümlenebildiği örnekleri ile fazlaca direniş halindeyim. Bu direnişim mühendis ve imalatçılarımızı fazlasıyla ileriye taşıdı. Artık bir çok şey yapılabilirliği çok kolay hale geldi. Bu da bizim işimizi kolaylaştırdı, biz şimdi artık bir şeyleri ikna etme çabamızdan uzaklaşıp rahatlayarak bu sorunları halletmiş olarak daha iyi ne üretebileceğimizle meşgulüz ve bu da bizi en azından bir miktar rahatlatıyor.
Sizin çalışma alanlarınızdan biri de tarihi yapıların yeniden kazandırılması üzerine olduğunu biliyoruz. Bu konuda da çelik malzeme ile yapılabilecek çok iş var Türkiye'de. Neler yapılabilir bir de siz bize söyleseniz?
Bahadır KUL: Mesela Urartu Müzesi bunun çok iyi bir örneği. Bu müze tarihi dokuda bir proje ve Van Kalesi'nin hemen yanında. Bu proje ilk Anıtlar Kurulu'na gittiğinde ve Kültür Bakanlığı'na taşındığında oldukça sert tepkilerle karşılaştı. Tasarımında kullanılan malzemelerle tarihi dokunun tekrarı gibi hissettirmeye çalışılan ve yörenin kimliğini ya da Urartu'yu anlatan bir şeylerle hayat bulmasını, projenin bu şekilde olmasını istediler. Bu bizim için bir hayal kırıklığı idi. Çünkü bizim yapmaya çalıştığımız şey tarihten ilham alarak, tarihin büyük bir saygıyla önünde eğilen bir yapı yaparak ve içersinde de o tarihi barındıracağı için ve oraya gelip o müzeyi gezecek herkese ilham olacak bir bina yaratmak istedik. O yapının konseptindeki direnişimiz şu oldu, o binanın Kale'nin hemen yanı başında, aslında yok gibi duran bir yapı yaratmaktı. Ve biz binayı oldukça alçak inşa ederek ve oluşturduğumuz hollerin önüne ayrı bir duvar koyarak ve ayna yüzey sayesinde de binayı tamamıyla yok ederek bir tasarıma gittik. Bu yine de sert tepkiler alsa da kabul gördü. İnşa edilirken de kaygılar taşıyordu, eleştiriler alıyordu ama inşa edildikten sonra yapmaya çalıştığımız şey görüldüğünde proje kabul görmeye başladı. şu an inşaatı tamamlanmak üzere. Bu yaratmaya çalıştığımız kabuk tamamen çelikle imal edilmek zorundaydı, bütün strüktür çelikle imal edildi.
Sorunuza bunu örnek gösterdim çünkü şunu anlatmaya çalışıyorum, tarihi bir dokuya çelik dokunuşlar o bölgeye, o yöreye saygısızlığın aksine, bir saygı niteleğindedir. Çeliğin zarif duruşu, tasarımsal esnekliği ve ilham vericiliği o tarihi dokuya müthiş bir saygı içinde durur. Örneğin bir tarihi yapıya ilave bir eser ortaya çıkarmaya çalıştığınızda o yapıya ancak çelikle çok az, nerdeyse değmeden tasarım yapabilirsiniz. Daha zarif durabilirsiniz. Artı bu müze binası ilerde tamamıyla taşınmak istendiğinde taşınabilecek şekilde tasarlandı, yapının yüzde 90'ı tamamıyla taşınabilir halde, çeliğin bu esnekliği de özellikle tarihi dokuda oldukca büyük bir avantaj.
Çelik Yapıların geleceğini nasıl görüyorsunuz, nasıl bir yere doğru gider sizce?
Bahadır KUL: İçinde bulunduğumuz çağ teknoloji çağı ve artık çağımız büyük bir devinim içersinde. Bu devinim gerek teknoloji, gerek bilimde, birçok sektörde gerçekleşmekte. Tüm bunların ana çatısı olan mimarlık ve yapılarsa bu değişime çok hızlı ayak uyduramamakta. Ama ben şuna inanıyorum ki önümüzdeki bir kaç 10 yıl içersinde çok hızlı bir devinim söz konusu olacak yapı sektöründe. Bir nevi sinemalarda izlediğimiz uzay çağı hayata geçecek ve bu da yapılara yansımak zorunda. Yapılar bu gereksinime yanıt vermek zorunda. Bu gereksinim de ancak demonte ya da hareket edebilen, plan çizimleri değişebilen, bir çok fonksiyona dönüşebilen binalar olmak zorunda olacak. Teknoloji ile beraber çok daha robotik binalar inşa edilmeye başlanacak. Bütün bunlara ilham veren ve bunlara imkan sağlayan yegane malzeme çelik. Çeliği çok iyi öğrenmek zorundayız, çelik bir yerden sonra bizim ana malzememiz haline gelecek. Bütün bunların yanı sıra benim fazlasıyla üzerinde durduğum ve önemsediğim şey de doğa. Doğayı hızla kirletmeye devam ediyoruz, gittikçe yıpranıyor, doğaya en az dokunabildiğimiz, doğaya en az dokunarak yaptığımız doğaya gerçekten saygılı ve insanca yapı, çelik yapıdır. Bir yerden sonra benim düş dünyamda hareket eden kentler yatıyor. Doğaya zarar verme durumu belli bir seviyeye ulaştığında oradan hareket edip uzaklaşan kentler. Doğayı yıpratmama kaygısı taşıyorum çünkü. Ben çok büyük bir doğa hayranıyım, çocukluğum doğa içinde geçti, kusursuz bir doğada büyüdüm Van'da, benim için bir çiçeğin dalı bile yıpratılmamalı. şimdi bunu çok daha evrensel boyutta mimarca bir düşle kurmaya çalışıyorum, doğayı kirletmemeye, çok daha ekolojik çözümlerle yaklaşmaya çalışıyorum. Benim mimarlık felsefeme göre insanın doğaya saygılı davrandığı ama iç içe yaşadığı yasam üniteleri kurmak bu da ancak ve ancak hantal olmayan, taşınabilir yapılarla mümkün, bunun da yegane yaratıcısı çelik.