Allan Collins uzun yıllar Avrupa Yapısal Çelik Birliği-ECCS’in Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlenmiş bir isim. Collins’in Türkiye için bir özel yanı da var. Türkiye’de yaşanan depremler sonrasında, örnek bir çelik okul yapımı için, TUCSA Başkanı Prof. Dr. Nesrin Yardımcı’nın da desteğini alarak, ECCS’e üye Avrupa ülkelerinde bir hassasiyet oluşturan Allan Collins, bu girişimi sonucunda Kocaeli’nde, depremde hasar gören bir okulun yerine örnek bir çelik okul olarak yapılan Tevfik Seno Arda Anadolu Lisesi’nin hayata geçirilip, öğrenime kazandırılmasına öncülük etti. ECCS Yönetim Başkanlığı süresince Türk Yapısal Çelik Derneği’ne hep destek veren ve Dernek Yönetimi ile samimi bir dostluk kuran Collins, işte bu geçmişiyle Çelik Yapılar Haftası İstanbul’un “Onur Konuğu” oldu. Biz de bu vesile ile küçük de olsa bir söyleşi yapmak istedik ve Collins büyük bir samimiyetle yanıtladı sorularımızı...
İngiltere’de çelik yapıların oranının %80’lerde olduğunu biliyoruz. Önceki yıllarda gerçekleştirdiğimiz Yapısal Çelik Günlerinin birinde İngiltere’den bir konuğumuz gelip bize bu başarının ip uçlarını anlatmıştı ve 25 yıl boyunca çok çalışarak bu seviyelere gelindiğini ifade etmişti. şu anda durum nedir İngiltere’de? Çelik yapıların aldığı payda bir değişim oldu mu? Bir diğer sorumuz da, siz daha önce 2000 yılında ve 2006 yılında Türkiye’ye geldiniz, şimdi de sempozyumun “Onur Konuğu“ olarak buradasınız, Türkiye’de ne tür değişimler gözlemliyorsunuz?
Allan Collins: Öncelikle söylemeliyim ki, İngiltere otuz yıl önce British Steel adlı yerel bir çelik üreticisine sahipti. British Steel, 1980’lerde “Çelikle İnşaat Daha İyi” adlı muazzam bir kampanya yaptı. Metrolara, otobüslerin üzerlerine dev afişler astılar. Bu büyük afişler “Çelikle İnşaat Daha İyi” diyordu. Bunun parası çelik şirketinden çıkmaktaydı. İnsanlar ne demek istiyorlar diye düşünmeye başladılar. Sizin TUCSA’nız var, bizim de BCSA’mız var, British Steel BCSA ile birlikte çelik için daha fazla reklam yapmaya çaba gösterdi ama aynı zamanda fabrikaların malzemeyi sağlayabilmesini de garantiledi. Burada siz daha çok dışardan gelen ithal çeliği kullanıyorsunuz. Yerli çelik üreticileriniz güçlü olsa şimdi yapmaya çalıştıklarınız için elinden geleni ardına koymazdı. Yani herkese beton yerine çeliği tercih ettirirdi. 2000’de buradaydım, ilk kez, bazı sorunlarınız olduğunu farkettim. Çelik tüketimi çok düşüktü ve siz de benzer noktalardan geçmekteydiniz. İngiltere’de artık bu program otuz yıllık yol kat etti. Siz ise 10 yıldır bu yoldasınız. Ama iyi gelisiyorsunuz. Aslında Türkiye’de bizim İngiltere’de “kurbağa sıçrayışı” dediğimiz şeyi yaparak ilerliyor, bizim karşılaştığımız kimi zorlukların üstünden atlıyorsunuz. Çünkü diğer ülkelerde neler olduğunu görme şansına sahipsiniz. Dolayısıyla aynı yanlışları yapmıyorsunuz, doğrusunu yapıyorsunuz bence, hem de çok çok iyi bir şekildi. Yeterince çelik arzı olduğu sürece, bugün de sunumlarda konuşuldu bu, çelikle nasıl çalışılacağını bilen mühendisleriniz ve mimarlarınız olduğu sürece, şantiyelere çeliği verdiğiniz sürece, kazanacaksınız. Hiç kuşku yok ki, daha önce de dediğim gibi bazı binalarda çelik tek ekonomik çözümdür. Burada yapmanız gereken bu tür binaların hepsini belirlemek ve gidip müşteriyi çelikle inşa etmeye ikna etmektir. Bu tür örneklerden başarıyla bir kaç tane yaptıktan sonra güçlü bir reklam kampanyasını tetikleyecek, herkes iyi haberi duyacaktır. Son altı yılda çelikten yapılan binaları görünce şaşırıyorum. Demek ki Türkiye’de ilerleme çok hızlı ve bence herkesi kutlamalıyız. Çok iyi bir iş çıkarmışınız.
Bir önceki görüşmemizde söylediklerinizi hatırlıyorum, sektörde boşluk olursa, örgütlenilmezse, bu boşluğu yerli üreticiler doldurmazsa, yabancı üreticilerin geleceğini ve o boşluğu dolduracaklarını söylemiştiniz. Aradan 6 yıl geçti, siz yine buradasınız, hafta boyunca sunumları izliyorsunuz, sektör firmalarımızın standlarında neler gerçekleştirdiklerini görüyorsunuz, boşluğu doldurmayı başarmış mıyız sizce?
Allan Collins: şu ana kadar anladığım, Türkiye’de çelik üreticileri talebi karşılamak üzere büyümüşler. Böyle söylüyorum çünkü üretiminizin %30’unu dışarı satabiliyorsunuz. Bir diğer deyişle bu kapasiteniz var. İngiltere’ye dönersem bütün sanayinin %5’inden azı dışarı satılıyor sanırım. Çünkü onların sanayisi dışalımın etkisinde. Ama burada siz, işadamları, talebi karşılamak için hazırlanmışsınız bile. Fransa’dan gelen bir konukla konuşuyordum, Türkiye’de üç şirketi varmış çelik üreten. şirketler Türk ama sahibi o. Demek ki burada bir potansiyel olduğu görülüyor. Bir yandan da bence, hacim meselesi ve ne yapılabileceği konusu var. Türkiye’de net olan, Çelik Yapılar Haftası’na katılanlarla konuştum, bana dendiğine göre, şu an endüstriniz milyon ton yapısal çelik işi üretebilecek konumda. Sonra yapılmakta olan beton binaların hacmini düşünün, Avrupa’nın herhangi bir yerine göre çelik için potansiyel sanırım burada çok daha iyi. Çünkü altyapınız yerinde, mimar ve mühendislerin ve fabrikatörlerin örgütlenmesi için çok çalışıyorsunuz ve gerçekten Türkiye’de fırsatlar heyecan verici. Bence planınız gayet iyi. Sanırım çok başarılı olacak.
Sektörün dünyadaki gelişmelerinden de söz edersek, biraz da yaşanan global krizin etkisiyle olsa gerek, genel olarak çelik yapı sektörünün “Altın Çağ”ını tamamlandığını ve işlerin bir daha hiç o Altın Çağdaki boyutlara yeniden gelemeyeceği ifade ediliyor. Katılıyor musunuz bu görüslere? Ne demek istersiniz bu konuda?
Allan Collins: Yaşlandıkça “asla gençliğimdeki kadar iyi olmaz” görüşünü daha çok duyuyorum. Bu konuda öyle olduğunu sanmıyorum ben. Çünkü mimar ve mühendisler daha dışavurumcu oluyorlar giderek. Güzel binalar yapmak için çok çalışıyorlar. Herşeyi çok daha kullanışlı yapmak için çaba gösteriyorlar. Hem bir de sürdürülebilirlik meselesi çelik kullanımını artıracaktır. Bütün bunlar çeliğe talebi sürdürecektir. Sektöre giren gençlerin on yıl önceki noktadan başlamadığını da söylemek gerek. On yıl önce işin temelini öğreniyorduk, oysa bugün müfredatın yalnızca %15-20’si temel konulardır. Bugün çok daha gelişmiş işler yapıyoruz. Bilgisayar gücü çok arttı. Model yapımında, otomasyon da heyecan verici. Gerçekten görkemli ve pahalı olmayan çelik projeleri yapabiliyorlar. Dolayısıyla tepe noktasına ulaşılmış olduğunu düşünmüyorum. Öte yandan bence toplumun gideceği noktayı da ciddi olarak görmek gerek. Türkiye’yi ele alırsak örneğin, büyük kısmı öncelikle gelişmemiş. Orada yaşayan insanlar İstanbul’da yaşayan ortalama biri gibi yaşamıyor. Nihayetinde herkesin elindeki iyi şeyleri onlar da isteyecekler. Dolayısıyla güzel binalar, eğlence yerleri, iyi hastaneler, büyük okullar ve diğerleri, dalgalar halinde ülkeye yayılacaktır. Bu talep bir 30 yıl daha sürer diyorum.
Ama bazı noktalara da değinmek istiyorum. Pazarın gelişmesinden bahsettik ve de Türkiye’de çelik üretiminin hızından konuştuk. Pazardaki bütün bu gelişmeler, bu ileri adımların atılması güzel bir şey. Ancak bazen bir durum meydana gelir bir adım geri gidilir. Türkiye’de çelik üretim sektörüne çok dikkatli olmasını önermek istiyorum. Çünkü bir yapıdaki bir küçük yanlış sizi yıllarca geri atabilir. Pek çok kişi var çelik sektörünün bir facia yaşamasını bekleyen. Öyle olduğunda da “Betonla inşa etmeliydiniz. Size söylemiştik doğru olmadığını” diyecekler. Gerçekten önermek istediğim çeliğin üretimi sözkonusu olduğunda Japonya’da yürütülmekte olan sisteme bakılmalı mesela. Orada özel bir felsefeleri var: “Amaca Uygun” diyorlar. Aşırı tasarım yapmıyorsunuz elbette ama daha azını da demektir bu. Ürettiğinizde amaca uygun üretiyorsunuz. Yani bir bina eğer harika bir biçimdeyse, insanlar haftanın her günü göreceklerse, biten iş ve cephe kusursuz olmalıdır. Müşteriler kusursuzluğun sıradan bir işin yapılmasından biraz daha pahalıya çıkacağını bilmelidir. Dolayısıyla düşük maliyetle gösterişli işler yapmaya kalkışılmamalı. Bu bir düşünce. Bir diğeri de, duydum ki sempozyumdaki sunumlardan birinde üretici dedi ki, 30 bin ton çelik üretmiş bir bina için ve hepsini şantiyede yapmış. Fabrikada yapmak daha iyidir. Ciddi bir risktir çünkü şantiyede üretim, genel olarak fabrikada olduğu gibi aynı hassaslık ve denetimle yapılamaz. Eğer bu müşteri şantiyedeki üretimden memnun idiyse işlemin tehlikeli olduğunu anlamak zorunda. Beton sektöründe de aynı şey geçerlidir. Döküm yapıldıktan sonra kimse içinde ne olduğunu bilemez. şantiyede çalışınca temizleme ve boyama nasıl denetlenecektir? Bu operasyonlar gereksizse, şantiyede üretim elbette normaldir, çünkü amaca uygundur. Ancak gösterişli bir işi ucuza maletmeye çalışmak çok büyük bir tehlikedir. Herkesin dikkatli olmasını sağlık veririm böylece zor durumda kalmazlar, birgün kimse dönüp “Bunun olacağını biliyorduk” demez. Yoksa bu sektörü çok zor durumda bırakacaktır.
Çok teşekkür ederiz Allan Collins. Hem bize zaman ayırıp görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için, hem de İstanbul’a gelip bu heyecanlı günlerimizde yanımızda olduğunuz için...
Allan Collins: En son Tevfik Seno Arda Okulu Projesi için gelmiştim. Yeniden buraya gelmek benim için büyük bir onur ve zevkti. Herşeyin ne kadar iyi gittiğini görmek, çelik yapıların nasıl geliştiğini görmek güzel. Türkiye’deki çabalarınızdan büyük memnuniyet ve gurur duyuyorum.