Panel, İnş. Yük. Mühendisi Alparslan Güre’nin gerçekleştirdiği açış konuşması ile başladı. Güre açış konuşmasında şunların altını çizdi:
“Panelimize öncelikle hoş geldiniz. Panelimizin başlığı ‘Yüksek Teknolojiyi İnşaat Sektöründe ve Modüler Yapılarda Yeterince Kullanıyor muyuz?’ İnşaat sektörünün yüksek katma değer yaratabilecek seviyede üretim yapabilmesi ve bunun sürdürülebilir olması adına böyle bir başlık düşündük. Sevgili panelist arkadaşlarımın sadece ileri teknoloji ve modüler sistemler konuları ile sınırlı olmadan, engin deneyimlerinden faydalanarak, sektörün gereksinimlerini dikkate alarak içeriği daha da zenginleştireceklerini düşünüyorum.
Esasen sektörümüzün sürdürebilir başarıyı yakalaması rekabetçi olabilmesi sektör paydaşları olarak hepimizin ortak beklentisi. Bunu yakalayabilmek için aklıma gelenler yenilikçi çözümler oluşturmak ve Endüstri 4.0’ın ürünü olan yüksek teknolojileri inşaat sektöründe kullanmak.
Sadece yüksek teknolojinin kullanıcısı olmakla yetinmeyip yaptığımız işe değer katabilecek, katma değerini arttırabilecek yenilikçi sistem ve teknolojilerin bizzat geliştiricisi olabilmenin de sürdürülebilir başarıyı yakalamak açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bir yerde, sektördeki firmaların salt oyuncu olmalarının yanı sıra oyun kurucu olabilmelerinin de önünü açacaktır. Ancak bu sayede sürdürülebilir başarıyı yakalamak, sektörümüzü yukarılara taşıyarak verimliliği ve buna bağlı kârlılığı artırmak mümkün.
Ana başlık olarak, Endüstri 4.0’ın inşaat sektöründe kullanımı, yapay zekâ ve sektörel uygulamalar, dijital teknolojiler ve BIM uygulamaları ile son yılların yükselen değeri ‘volumetrik modüler sistemlerin’ sektörümüze katkılarını düşünebiliriz. İlk sözü Sayın Halil Kulluk’a veriyorum.”
İnşaat sektörünün sürdürülebilir başarıyı yakalayabilmesi ve yeni teknolojilerin kullanımı hakkında neler söylemek istersiniz?
Halil Kulluk: Öncelikle bu paneli ve “22. Yapısal Çelik Günü”nü düzenledikleri için Türk Yapısal Çelik Derneğine teşekkür ederim. Türk Yapısal Çelik Derneğini çok beğeniyor ve takdir ediyorum. Çünkü faaliyet alanlarımdan biri olan demir-çelik ile lokomotif bir sektör olan inşaatı bir araya getiriyor. Böylece iki önemli sektör için kesişme ve kucaklaşma noktası görevini görüyor. Bu iki sektör ülkemizi ileriye taşımakta önemli bir rol oynuyor. Panelde konuşacaklarımız, iç içe yaşadığımız her iki sektörü de etkileyecek.
J.P. Taylor, “Geçmişin güzel tarafı; ‘olmuş’ olması, ‘yaşanmış’ olması.” demiş. Ben de naçizane, şunu söylemek isterim ki geleceğin en güzel tarafı henüz yaşanmamış olması… Bugün gelecekten ve geleceği ödünç almaktan konuşuyoruz. Bizler geleceği “bugün” tasarlayabiliriz. Bunun için bir tasarım düşüncesi gerekiyor.
Peki, geleceği nasıl tasarlayacağız? Alparslan Bey ile panel öncesi konuştuğumuzda görsel, slayt kullanmama kararı aldık. Eğer kullansaydım ilk slayt başlığı, “Yapay Zekâ Nöromühendislik ve İnşaat” olurdu.
Yaşamlarımıza baktığımızda tıpkı insan bedeninde olduğu gibi, bir merkezi sinir sisteminin oluştuğunu görüyoruz. Yaşamlarımızın da beyni, omuriliği ve en uç noktalara kadar yayılan sinir ağları bulunuyor. Bu sinir ağlarını dijital platformlar oluşturuyor. Üstelik bu ağlar, her an daha da geliştiriliyor. Bunun iyi olan, olmayan ve dikkat edilmesi gereken tarafları var. İnşaat sektöründe de bu çok önemli. Bir bakımdan inşaat sektörü oldukça şanslı çünkü bu konuda bir altyapı oluşmuş durumda.
İnşaat sektöründeki merkezi sinir sistemi nedir? Cevap: Yapı Bilgi Modellemesi (BIM). Bu büyük bir şans. Peki, BIM yeteri kadar efektif kullanılıyor mu? Bir tarafta akıl, donanım olarak beyin, onun yazılımı zekâ, diğer tarafta merkezi sinir sistemi BIM ile eyleme geçme, inşa etme, yapılaşma. Bugünün dünyasında bunları incelememiz gerekecek. Yapay zekâdan otomasyondan, robotlardan konuşulduğunda konuya korku ile yaklaşmaya gerek yok. Beraberce yapabilmeyi, insan zekâsı ve yeteneklerini, makina zekâsı ve yetenekleriyle harmanlamayı düşünmemiz gerekiyor.
“Yapay Zekâ, Nöromühendislik ve İnşaat” olan varsayımsal başlığımdaki yapay zekânın “zekâ” kısmına bakalım. Yaşadıklarımız, bildiklerimiz bir şekilde makinalara bilgisayarlara aktarılıyor. Yapay zekânın ilk dönemlerinde benim de içinde olduğum 1980’li ve 1990’lı yıllarda uzman sistemlerden bahsederdik. O zaman hedef, tecrübeyi protokol analizleriyle, özel mülakatlarla bilgisayarlara yansıtmak ve biraz da öngörü yapabilmekti. Ama ne zaman ki sinir ağları ve derin öğrenme harekete geçti, yapay zekâ da o zaman kış uykusundan uyandı ve insanlık için daha faydalı olmaya başladı. Dolayısıyla yapay zekâ ve akıl kısmında sürekli olarak insan ve makina bilgisini harmanlayarak daha etkili hale getirmemiz lazım. Bu nasıl yayılacak? Doğal olarak mühendislerimizin, mimarlarımızın, çalışanlarımızın, sanayi-inşaat sektörleriyle ve üniversitelerimizle iş birliği içinde çalışması, teori ile pratiğin buluşması ve sonra yayılması gerekir. İçimizde çok değerli BIM uzmanları var. BIM büyük bir şans. Bunun farkına varmalı ve kullanmalıyız.
İnşaat tarafına bakalım. Nemetschek Group’un yaptığı bir araştırmada son 60 yılda verimlilik artışı inşaat sektöründe %60, imalat sektöründe ise %760 olmuş. Demek ki uygulamaya geçişte ve verimliliği artırmada otomasyona daha fazla yönelmemiz lazım. Nasıl görüyor, duyuyor, kokluyor, hissediyor ve konuşuyorsak, insan bedeninde olduğu gibi yapay zekâya da veri akışının sürekli hale gelmesi önem taşıyor. Bunun için sensörler gerekiyor. Örneğin betonun durumunu sürekli olarak cep telefonundan görebilmenizi sağlayan, mukavemet eğrisini gösteren ve karar alıcıları doğru zamanda harekete geçiren sensörler söz konusu. Çalışan sağlığını ve güvenliğini arttırıcı sistemler de yine sensörler sayesinde besleniyor. Büyük resmi görebileceğimiz farklı sistem ve yapılanmalar bulunuyor. Sürekli takip eden işlerde artık robotların kullanımı bizleri şaşırtmıyor. Özetle söyleyeceklerim bunlar. Alparslan Bey inanıyorum sizin yönetiminiz ve liderliğinizde arkadaşlarımız çizdiğim resmi güzel şekilde dolduracaklardır.
Alparslan Güre: Teveccühünüz için teşekkür ederim. Özellikle son söyledikleriniz gerçekten çok önemli. İnşaat sektöründe sadece otomasyon ve üretimin verimliliği değil, ayrıca bizzat yapımda çalışanların güvenliği ve sağlığını önceleyerek, bu doğrultuda yeni teknolojilerin olanaklarından yararlanmak şüphesiz sektörümüze değer katacaktır. İnşaat sektörünün özellikle yapısından da kaynaklanan insan faktörünün, diğer sanayi sektörlerine göre çok fazla olduğunu görüyoruz. Çünkü biz aslında her projede farklı bir şey yapıyoruz. Bu açıdan, otomasyon sistemlerini sektörümüze adapte etme noktasında insan faktörünü mutlaka dikkate almamız çok önemli. İnşaat sektörünün tehlikeli işler sınıfına giren bir sektör olduğunu dikkate alarak, BIM’in de iş güvenliği açısından çok büyük katkıları olduğunu hatırlatmak istiyorum. BIM bizlere sanal ortamda projenin; tasarımından teslimine kadar tüm süreçlerini izleyebilme olanağı veriyor. Konuyu soğutmadan sözü sektörümüzde güzel ve önemli işlere imza atan Sayın Ahmet Topbaş’a vermek istiyorum. Ahmet Bey panelin başlığı ve çelik sektörü özelinde neler söylemek istersiniz?
Ahmet Topbaş: Öncelikle sizlerle beraber olmaktan dolayı çok mutluyum. Ayrıca Türk Yapısal Çelik Derneğine bu panel ve etkinlik için teşekkür ediyorum. Yapım gereği hemen konuya girmeyi severim. Geleceği izlemekten çok oldurmak açısından pratik yaklaşımlar gerekiyor. Şunları hedef olarak belirledim; çelik yapı sektörünün hangi alanlarında ileri teknoloji kullanabiliriz, yüksek teknolojiyi kullanabiliyor muyuz, eğer kullanamıyorsak neden kullanamıyoruz, sorunlarımız neler? İlk önce bunlarla ilgili konuşmak istiyorum. Daha sonra sürdürülebilirliği seyreden olmak yerine kullanmak adına neler yapılması gerektiği hakkında konuşmayı amaçlıyorum. Uygulama, denetim, eğitim ve mevzuat konularında
tasarımcı, uygulayıcı ve kamu olarak neler yapılmalı bunlardan bahsedeceğim.
İlk önce yüksek teknoloji nerede kullanılabilir ve neden kullanmıyoruz? Çok değerli ekonomistlerimizin de söylediği gibi, endüstriyel devrimler tarihine baktığımız zaman, bir geriden gelen grup ve önde yer alan grup, yani ilk 10 var. Dolayısıyla geriden gelenlerin bazı avantajları söz konusu. Çünkü sistemler ve kurgular oturmuş. Siz yüzyılın başında Rusya ve Japonya gibi, 30 sene önce ise Finlandiya ve Güney Kore’nin yaptığı gibi bu dalganın üzerinde aklınızı ve tasarım yaratıcılığınızı kullanarak çok güzel yerlere gelebilirsiniz. Ben bir Çin veya ABD olmaktan bahsetmiyorum. Zaten çok akıllı hedefler belirlememiz gerekiyor. Aynı şekilde yüzyılın başında Japonya ve Rusya’nın batıdaki ülkeleri yakalamasının hikâyesi de budur. Özel ilgi alanım olduğu için bunlardan bahsediyorum.
Yazılım konusunda geriden gelen ülkelerin çok büyük bir avantajı var. Özellikle Halil Bey’in de bahsettiği gibi yapay zekâ ve BIM sinir sisteminin üzerinde. Bu dalganın üzerinde yürüyebilecek oturmuş sistemleri tekrar icat etmeye gerek yok. Oturmuş sistemlerin altına yapılan uygulamalar, bunların üzerinde yapılan çalışmalar ve eklemelerle birçok marka gelişti. Bunlar tasarım ve uygulama sektörlerinin çelik yapıda ve inşaatta lokomotifi oldu.
Oyun uygulamaları sektöründe Dünya markası olmuş yazılım şirketlerimiz olduğu gibi internet satışı üzerinde de marka şirketlerimiz var. Bu neden çelik tasarım sektöründe olmasın? Bunun çok düşük sermaye ile Steve Jobs ve Bill Gates’in yaptığı gibi üniversiteyi terk edip otomobil garajlarında geliştirilebilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Zaten oyun şirketlerimizin başarısına baktığınız zaman bunu görüyorsunuz. Fakat dediğim gibi tekerleği yeniden keşfedecek şekilde değil yazılım birleşenleri konusunda bir şeyler yapılmalı.
Bunu sadece geriden gelen ülkelerde görmüyoruz. Bizden yapay zekâ, gayrisafi millî hasıla ve genel gelişmişlik konusunda çok ileride olan birçok yapılanmaya baktığımızda Start-Up sınıfında ve üniversitelerin içerisinde yer alan girişimci ile yazılımcı grupları var. Örnek vermek istersek, Zürih’teki Block Research Group, Lozan Teknik Üniversitesi, MIT Stuttgart ve Münih üniversitelerindeki küçük yazılım grupları geleceğin hikâyesini yazıyor. Bunlar 4-5 sene önce kurulmuş yapılar. Bu açıdan çok şanslıyız çünkü omurgaya sahibiz ve çok iyi kullanıcılarız. Teknolojiyi iyi kullanıyoruz. Son dakikada mucize yaratan bir ecdadın evlatlarıyız. Krizle ayakları yere basan ve bu aletleri plansız programsız da olsa çok verimli kullanan insanlarız. Geriden gelerek buna yaklaşmamızın mümkün olduğunu düşünüyorum.
Neden şu anda yapamıyoruz? Oyun ve perakende sektöründe yapmaya başladık çünkü buna kafa yoruyoruz. Tasarım sektöründe buna yeterince kafa yorduğumuzu sanmıyorum. Dünya markası tasarım programlarımız, bileşenlerimiz yok. Donanımdan daha uzman arkadaşlarımız bahsedecektir ama sadece tasarıma yönelik yazılımlar için veya BIM’i geliştirmek üzere neden destek alamıyoruz, neden bunlar gelişmiyor soruları bence hep sorulmalı.
Türkiye’de çok değerli tasarım programcılarının uluslararası markalar olabilmesi için vakit harcanmalı ve devletin desteği gerekli. Bunların dışında Alparslan Bey ile uzunca tartıştığımız başka bir konu; aklın değeri. Mühendisliğe verilen paranın saygının çok ciddi sınıflandırılması ve üst seviyeye getirilmesi gerekiyor. Mühendislikte yetkinlik sertifikalandırması, bir ehliyet, bir doktorluk gibi gerekli. Ayrıca bir sigorta zorunluluğu da olmalı.
Betonarme bir kuleyi, hafta sonu mesai harcayarak bilgisayara çok yatkın mühendis bir arkadaşımız tasarlar. Öyle olursa tabii metrekaresi 1 liraya yapılır bu işin. Odalar ve devlet nezdinde tasarım sorumluğunun sigortalanması ve yetkinliğin resmileştirilmesini garantiye almamız gerekiyor. Mükemmel bir şekilde denetlenmesi de lazım. Bu akla verilen değerdir esasında. Her ülkede bu şekilde mi, değil. ABD’de veya İngiltere’de böyledir, Almanya’da başkadır. Bazı çok gelişmiş ülkelerde örneğin Hollanda ve Norveç’te her gelen mühendislik yapar gibi görünür. Fakat çok doğal, otomatik kendi içerisinde bazı sistemlerle bu yetkinlik denetlenir. Her gelen giremez. Bizde her gelen girer gözüküyor.
Şimdi deneysel işler yapmalıyız. Biz çok pratik ve pragmatik bir milletiz. Deneysel şeyler yapmaya çalışmıyoruz. Hâlbuki bir mühendisin, mimarın, uygulayıcının, çelik üreticisinin başka türlü öğrenme durumu yok. Önceden yapılmamış 40 metrelik bir konsolu, daha önce yapılmamış bir malzemeden uygulayacak insanların artması gerekiyor. Bu insanlara devletin destek vermesi lazım.
Biraz önce bahsettiğim okullarda inanılmaz bir pavilyon üretimi var. Dikkat edin, karbondan, ahşap kabuklardan ipek böceğinin kozasından ve örümceğin ağ üretim şeklinden esinlenmiş, belki hiç kullanılmayacak ama oradaki mimarı mühendisi, yazılımcıyı kafasını zorlamaya iten deneysel işler yapılıyor. Bizim ecdadımızın malzemesi ahşap, biz ahşapla çok iş yapıyoruz. Deneme hakkımız yok Türkiye’de. Hiçbir yere gitmeyeceğini bile bile buna yatırım yapmak gerekiyor. Ama burada denetleme de devreye girmeli. Öyle bir memleketteyiz ki biliyorsunuz bunlar çok rahat istismar edilebilir, belirli çok büyük grupların altına girip deneme adı altında bir deneme yapılmayabilir.
Dolayısıyla ismi olmayan, küçük tasarımcıların yetkinliğine ve aklına değer vererek bunları gözden geçirmek gerekiyor. Bu Kuzey İtalya modelidir. Çok fazla bizim gibi KOBİ’nin birleştiği ama hepsinin bir şekilde Dünya çapında markalar ürettiği bir model bu. Dediğim gibi Finlandiya, Güney Kore ve İtalya’nın Kuzeyi gibi modelleri seçmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Bugün ayakkabı ve gözlük sektöründe İtalya’nın Dünya markaları bir kasabaya toplanmış 10 tane dükkândır ama hepsinin eğitimi çok yüksektir, hepsi aileden geçme geleneklerle çalışır. Birçok ülkede bu donanım ve yazılımda da yapılıyor. Türkiye’nin de bu modellerle çalışması ve bunların da teşvik edilmesi gerektiğini söylemek istiyorum. Devletin gerçekten yetkin, iyi denetlediği, deneysel çalışan KOBİ ve tasarımcılardan vergi almaması gerektiğini, özellikle bizim gibi ülkelerde çok pahalı tasarım paketlerini tamamıyla devletin vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Yeterince modüler yapı kullanıyor muyuz? Atölyede üretim, mümkün olduğunca şantiyede montaj mükemmel ve sürdürülebilir bir yöntem. Yine önceki konuştuklarıma paralel olarak volumetrik üretim çok önemli, DORÇE bu konuda ilerici ve harika bir şirket. Yaptıklarını takdir ediyorum. Herkes bunu yapabilir mi ya da bunu tabana yayabilir miyiz? Bakın bugün Almanya, Japonya ile beraber en yüksek saygınlık ve kaliteye sahip otomobil üreticisi. Almanya’yı Bursa besliyor. Buradan inanılmaz bir otomobil parçası ihracatımız var. Ama bu markalara, son ürüne biz sahip değiliz. Bazılarımız modüler yapı olarak çok büyük bina veya ev yapabilir. Bana sorarsanız Türkiye yine Finlandiya, Güney Kore ve İtalya gibi birleşen yapmalı bir yandan da. Yani bir kolon-kiriş bağlantısı bir kaplama paneli, bir kiriş, bir gergi, bunları bizim ilk başta tabana yaymamız için çok önemli.
Mesela INTEKNO’nun altında bu tip markalar var hepsi çok değerli. Bunu yazılımda ve modüler yapıda yapmamız gerekiyor. Özel bir kiriş veya vida üreten markalaşmış büyük şirketler var. Bazısı prekast betonlar için çelik bileşenler üretiyor. Siz bunu Türkiye’de sanayide her yere yaptırırsınız ama bir garantisi, sertifikalandırması, bir marka güveni yok. Dünya markaları oluşturmamız gerekiyor. Marka oluşturmanın da bütün hocalarımızın söylediği iki kuralı var; birincisi, bir hikâyesi olmalı, ikincisi ise ardında bilim olmalı. Biz modüler bileşenler üretirsek veya yerinde yapılan inşaatlara modüler sistemler üretirsek, bunları da Dünya markası yaparsak özendiğimiz, geriden gelip de gelişmişliği yakalayan ülkelerden olabiliriz.
Alparslan Güre: Çok önemli şeyler söylediniz. Tabii vurguladığınız hususları yapacak olanlar bizleriz. Bunları yapmak için de AR-GE çalışmalarına önem vermek çok önemli. Ancak bu noktada devlet desteği gerçekten gerekli. Devletin AR-GE çalışmalarına daha rasyonel desteği olması lazım.
Ahmet Topbaş: Kamudan şu an bizi dinleyen var mı bilmiyorum. Varsa “Ya bizim de tasarımcıya desteğimiz sigortamız var.” diyebilir. Bunları almak küçük şirketler için çok zor. Çok uzun sürüyor. Biraz kâğıt üzerinde kalıyor bu destekler açıkçası. Bunu söylemek gerekir. TÜBİTAK, KOSGEB, Sanayi ve Ekonomi Bakanlığı olsun, bunların verdikleri destekler deneysel çalışamayacak şirketlere gidebilir. Çünkü büyük şirketlerin sadece bu işi takip edecek, devletteki, kamudaki çalışanlara “Ya ne oldu bizim başvuru?” diyecek insanları var. Ama yenilikçilik buradan gelmez. 500-1000 kişilik mühendislik grubundan yenilikçilik çıkmaz. Bugün binlerce kişinin çalıştığı bütün mühendislik gruplarının içinde yazılımda ve tasarımda yeniliği yapanlar limitlidir. Dünya’da 10 bin kişiden bahsediyoruz. Özellikle bizim gibi tek tabanca olmayı seven, hemen kendi şirketimi açayım düşüncesinde, pek sıkıntıya gelemeyen, sıcakkanlı insanlar için büyük şirketlerde kafasını kaldırıp yenilikler yapmak mümkün değildir.
Yetkinliğimizi ispat edemediği ve bunu kim hak ediyor sorusunu yanıtlayamadığı için kamunun koyduğu sistemler var. Bunlar çok eski sistemler. “Sen bir yap bakayım ben bir sene sonra sigorta desteği veririm.” düşüncesi söz konusu. Buna KOBİ nasıl dayansın? Ama büyük şirketler dayanır. Küçük bir örnek şahıs şirketiysen tasarım merkezi olamıyorsun. Böyle bir şey olabilir mi? Yani seni vergi açısından çok iyi takip etmek istiyor, aynı zamanda sana “Bir sene çalışsın herkes, sonra ben öderim.” diyor. Bunun finansmanını devlet yapmalı, neden KOBİ yapsın? Ama KOBİ bunu hak ediyor mu? Bunun belki standardı ortaya koyulmalı.
Alparslan Güre: Dediklerinize %100 katılıyorum, yapılan desteğin rasyonel olması şart. Biz de denedik. Tekfen’de genel müdür olarak çalıştığım süre içerisinde AR-GE grubu kurduk üstelik başlangıçta devlet desteği de alamadık. Neyse ki Tekfen’in bunu finanse edebilecek gücü vardı, başarabildik. Bu ciddi bir maliyet getiriyor. Üstelik bu maliyetin katma değerini almak zaman ve sabır istiyor. Devletin AR-GE desteği için “Akmasa da damlar.” şeklinde yaklaşıldığına şahit oluyorum bazen. Oysa özellikle AR-GE çalışmalarına desteğin damlama şeklinde değil şelale gibi akması gereken bir dönemdeyiz artık. Bizim neden büyümemiz Avrupa ve ABD’deki %2-3 rakamlarına karşılık %20’lerde olmasın. Arada o kadar büyük bir fark var ki başka türlü bizim aradaki farkı kapatmamız mümkün değil. Devletin bu konu ile ilgili politikası mutlaka tekrar gözden geçirilmeli ve rasyonel hale getirilmeli.
Güzel konulardan bahsettik. Özellikle volumetrik modülerleşmeyi ben ön plana çıkarmak istiyorum. Bu arada modüler ile prefabrikasyon sıkça karıştırılıyor. “Çelik bina veya köprü yaptım, ben bunu modüler olarak gönderdim.” diyenler oluyor. Zaten başka bir şansınız yok. Çelik atölyeye girdiği andan itibaren taşınabilecek boyutlarda ön üretim olarak yapılır. Bu modüler değil prefabrik yapımdır. Modüler üretim ile kastedilen şüphesiz bu değil. Bu konuda DORÇE tarafının da söyleyeceği şeyler olacaktır diye umuyorum. Bu yüzden sözü Cenk Çetin Bey’e vereceğim.
Volumetrik modüler sistemler konusunda neler düşünüyorsunuz ve Endüstri 4.0’ın nimetlerinden yeterince faydalanabiliyor muyuz?
Cenk Çetin: Öncelikle hem sizlere hem de Türk Yapısal Çelik Derneğine böyle bir organizasyonu düzenledikleri için teşekkür ediyorum. Volumetrik modüler yapılar biraz daha öne çıkıyor ve geçmişi çok daha eskiye dayanıyor. Bir fabrikada, farklı ebatlarda ve farklı tipteki modüllerin, kontrollü bir ortamda %85-90 oranında tamamlandığı ve sahada birleşenlerin bir araya getirildiği bir yapı tipolojisini tanımlıyoruz.
Ana konumuz yüksek teknolojiyi inşaat sektöründe ve modüler yapılarda kullanıyor muyuz? Burada modüler yapılar özellikle teknolojinin kullanımı açısından büyük bir potansiyel vadediyor. Tabii bu potansiyel henüz %100 kullanılamıyor.
Modüler yapılarla alakalı süreçleri toparlarsak, aslında inşaatın diğer süreçleri gibi bir planlama süreci gerekiyor. Planlama ve tasarım sürecinden sonra bir de üretim kısmı var bu işin. Bu üretim kısmı az önce vurguladığımız gibi fabrikada kontrollü bir ortamda gerçekleştiriliyor. Daha sonra bunun lojistik operasyonu yani fabrikada imal edilen bileşenlerin, bunlar bir hacim olarak tanımlanabilir ya da hacim tanımlandıktan sonra daha farklı birleşimleri de oluşturabilir, sahaya sevkiyatı monte edilmesi, bir araya getirilmesi söz konusu. Üstyapı altyapı ve diğer kısımlarından da bahsetmek gerekiyor. Diğer inşaat faaliyetlerinin yürütülmesi ve sonunda işletim ile bakım da gerekli. Denetim bu arada bütün bu süreçlerin hepsinde muhakkak olması gereken ana unsurlardan biri.
BIM, bütün bu süreçlerin toparlanması için müthiş bir imkân sağlıyor. BIM’i hakkını vererek kullanırsak, en başındaki planlama sürecinden işletme ve bakım süreçlerine kadar zaten bütün bu süreçlerin sayısal bir ortamda kontrolünü sağlamış oluyoruz.
Modüler yapıların işin içerisine kattığı bir başka unsur var. Üretim işin içerisinde olduğu için aslında bizim AEC (Architecture, Engineering & Construction) sektörünün kapsamadığı bir imalat ve üretim tarafı söz konusu. Bu imalat ve üretim tarafında tabii ki bir tesisin bir kapısı var. O kapının içerisinden çeşitli hammaddeler giriyor. Bu hammaddeler depolanıyor, depolanan yerlerden süreçlerin devam edeceği kısımlara aktarılıyor. Buralarda izlenebilirliğin sağlanması gerekiyor. Bir stok oluşuyor, yarı mamuller var, bu yarı mamuller bir araya geliyor ve mamulleri oluşturuyor. Dolayısıyla bizim imalat sektöründen bildiğimiz birçok terminoloji bu sefer inşaat sektörünün içerisine girmiş oluyor. Çünkü biz artık yarı mamul ve mamullere “kolon, döşeme, kiriş” diyoruz. Dolayısıyla inşaatta kullanmaya alıştığımız terminoloji birden imalat sektörü ile buluşuyor. Bu noktada da BIM ile beraber bir diğer önemli araç ERP. Yüksek teknolojinin modüler yapılarda kullanılamamasıyla ilgili bu alandaki çalışmaların devam etmesi ve bunların hâlâ tam olarak olgunlaşmamasını sayabiliriz. İmalat sektörünün dinamikleri ile inşaat sektörünün dinamikleri tam olarak bir araya gelebilmiş değil. Burada çeşitli zorluklar söz konusu. İmalat sektörünün özellikle sunmuş olduğu imkânların inşaata evrilmesi için modüler yapılar çok önemli bir fırsat sunuyor. Biz hep konuşurken “inşaat sektörü” diye konuşuyoruz. Bazen onu “inşaat endüstrisi” diye de çeviriyoruz. Ana bileşenlerle ilgili özellikle bunu çok kullanıyoruz. Bir inşa yapmayı endüstri olarak ele almak şu an ki koşullarda çok mümkün değil. Çünkü inanılmaz verimsiz, izlenebilirliğin olmadığı süreçler yürüterek biz üstyapı ve altyapıları oluşturuyoruz. Bunun da sebepleri var. İnşaat sektörünün tek başına kabahati değil, dinamikleri biraz öyle. Çünkü siz şehir merkezine yakın bir lokasyonda yapmıyorsunuz bunları. Çoğu zaman uydu lokasyonlarda herhangi bir enerjinin ya da su kaynağının zar zor ulaşabildiği yerlerde bu faaliyetler yürütülebiliyor. Dolayısıyla kontrollü ortamlardan çıkarttığınız zaman bir endüstriyelleşmeden bahsetmek çok zor. Ama modüler yapılar tam bu noktada devreye giriyor. İnşaatın endüstrileştirilebilmesi için büyük bir potansiyeli var. Çünkü artık siz az önceki lokasyonlardan çıkartıyorsunuz, kontrol edilebilir bir ortam içerisinde yapabiliyorsunuz bunu.
Şu anda otomotiv sektörünü hayranlıkla izliyoruz. Robotik süreçlerin inanılmaz bir şekilde işin içerisine girdiği, yazılımla üretim tarafının entegre hale geldiği, izlenebilirliğin çok üst düzeyde olduğu ve bunun tabana yayıldığı bir alan. Modüler yapılarda bunların hepsini hayal etmek mümkün. Tabii bunları hayal ederken karşılaşılan en büyük güçlük yine insanın ortaya çıkarttığı bir şey. Otomotiv sektöründeki kitlesel üretim inşaatta tam olarak söz konusu olamıyor.
SSCB döneminde Rus şehirlerine gidenler varsa örnek olarak görmüşlerdir. Orada birbirini tekrar eden ve birbirinden farkı olmayan toplu konutlardaki yapılaşmaların sürdürülebilir olması zaten mümkün değil. Dolayısıyla inşaatın ve mimarinin farklı beslendiği alanlar var. Bir yapının bir diğeri ile birebir aynı olması çok mümkün değil. Bu da özellikle seri veya kitlesel imalatta teknolojinin daha fazla bu alanda işin içerisine dâhil olmasına bir engel teşkil ediyor.
İngiltere’de özellikle son 5-6 yıldır yapılan bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Construction Innovation Hub isimli devlet destekli bir kurum var. Bu kurum inşaatın daha verimli ve teknolojiyle nasıl daha fazla entegre olabileceğiyle ilgili AR-GE çalışmaları yapıyor. Hâlihazırda mevcut yapıların birçoğunda emeğin çok tekrarlanan bir olgu olduğu ortaya konulmuş. Neyi kastediyorlar burada? Örneğin bir inşaattaki en basit bileşenler nedir? Kapı ya da pencere. Bu kapı binlerce proje ofisinde aynı ebatlarda tekrar tekrar çiziliyor ve farklı üreticiler tarafından ele alınıyor. Tabii ki burada bir takım estetik farklılıklar olabilir ama daha standart özelliklerinden bahsediyorum. O standart özelliklere bile biz tekrarlı bir çalışma neticesinde ulaşıyoruz. Daha hacimsel ebatlarda da benzer bir durum var. Örneğin bir yapının içerisindeki depo alanı ya da bir ıslak hacim çözümleri aslında devamlı tekrarlanan çözümler haline gelebiliyor. Bir sağlık yapısı ya da otel tarzındaki yapılar için de aynısı geçerli olabilir. Bu tarz yapıların %50’sinin çok tekrarlanabilir, standartlaştırılabilir unsurlardan oluştuğu tespit edildikten sonra bir platform yaklaşımı ortaya koyuyorlar. Nedir bu platform yaklaşımı? Bu yaklaşıma göre standartlaşan yapılarla ilgili tasarımlar ve üretimlerle alakalı bir uygulama dükkânı mantığı ile bir platform oluşturulmuş. Bu platform içerisinde hazır parçaların ve tasarımların olduğu, tasarım özgürlüğüne ihtiyaç duymayan standartlaşmış kısımlarla ilgili bunların kullanılmasının zorunlu hale getirilmesi ile ilgili değerli bir çalışma var.
Modüler yapıların avantajlarının özellikle yüksek teknolojiyle buluşmasında en kritik konu ürünü standart bir hale getirebilmek. Çünkü siz standartlaştırdığınız zaman robotik süreçleri işin içerisine çok daha rahat koyabiliyorsunuz. Oradaki tasarımla alakalı kısımlardaki kaybedeceğiniz süreçleri kazanmış oluyorsunuz ve verimliliği aslında artırıyorsunuz.
Yine ileri teknoloji ile alakalı konuşabileceğimiz giyilebilir teknolojiler, büyük datanın toplanması ve kullanılabilmesi konusu. Daha sonraki aşamalarda Blockchain ve Bitcoin hayatımızın bir parçası haline geldi. Bunun özellikle kontrat düzenlenmesi ve süreçlerin hızlandırılması ile alakalı faydalarından konuşabiliriz. Şu an biz bunları yeterince kullanamıyoruz. Bunlarla alakalı bence önümüzde büyük fırsatlar var. Arkadaşlarım oyun sektöründen örnekler verdi. Oyun sektörünü ben de çok önemsiyorum. Oyun sektörünün en büyük artılardan biri dinamiklerin, kemikleşmenin kireçlenmenin olmaması. Dolayısıyla sektör çok elastik ve kolay. Özellikle yeni neslin ilgisi ile beraber çok kolay şekil alabiliyor. İnşaatta ise çok kemikleşmiş, standartlaşmış gençler aşmaya çalışsa bile bürokratik konuların karşılarına duvar olarak çıktığı durumlar var. Bence orayı çok iyi şekilde etüt edip özellikle buradaki dinamizmi kendi sektörümüze olabildiğince dâhil etmemiz gerekiyor. Ben de bu anlamda biraz umutluyum. Start-Up kuruluşları takip ediyorum. Mentor olarak konuştuklarım da var. Birçok soruya “hayır” diyerek cevap vermemiz gelecekte de aynı cevabı vereceğimiz anlamına gelmiyor. Kısa, orta ve uzun vadeli stratejik planlamalar belirli stratejik yaklaşımlar ortaya koyarak, pragmatizmi biraz daha kenarda tutarak, sonuç odaklılıktan ziyade sistematik yaklaşımla teknoloji ile inşaatın birleştirilmesinde söz sahibi ülkeler içerisinde olabileceğimizi rahatlıkla düşünüyorum.
Mevcut durum olarak aslında çok kötü bir durumda değiliz. Biz bu alanda yurt dışında ağırlıklı olarak faaliyet gösteren bir firmayız. Dolayısıyla yurt dışındaki dinamikleri de çok rahat bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Ama tren kaçmadan firma sayısını artırarak bu trenin bir noktasından yakalamamız gerektiğini düşünüyorum.
Alparslan Güre: Burada bir konu hep aklıma takılır. Volumetrik modüler sistem denildiğinde nedense hep bina sektörünü düşünüyoruz. Genel olarak baktığımız zaman bina inşaatının oyun kurucuları “desing and build” yüklenici olarak geçer. Endüstriyel yapılar, enerji santralleri, rafineri petrokimya sektöründeki oyun kurucular ise EPC yüklenici olarak adlandırılır. İkisi birbirine çok karıştırılır. Ama bunların oyuncuları farklı. Nitelik ve nicelik açısından çok büyük farklar var. Design & Built işler genelde inşaat projeleri için söz konusudur. Bu projelerde üst düzey bilgiden çok çalışan insan gücü sayısı daha öne çıkar ve yaratılan katma değer göreceli olarak daha düşüktür. EPC projelerde üst düzey multi-disiplin mühendislik çalışmaları öne çıkar, buna bağlı olarak yaratılan katma değer de çok daha yüksektir. Ülkemizde EPC projeleri üstlenebilecek yüklenici sayısı maalesef çok az, bu da teşvik edilmesi gereken bir diğer konu. Volumetrik modüler sistemle benim kişisel olarak ilk tanışmam rafineri sektöründe oldu. Bu o kadar önemli ki rafineri sektöründe. Rafinerilerde üretilen ürünlerin teknolojik kullanım ömrü sınırlıdır. Üretim proseslerinin; gelişen teknolojiye, çevre korumaya yönelik kurallara ve en önemlisi ürüne olan talebe göre güncellenmesi söz konusudur. Bu nedenle rafinerilerde sıkça yenileme çalışması yapılır. Bir zorunluluktur bu. Rafinericilik bu açıdan dinamik bir sektördür. Rafinerilerde yenileme çalışmalarının genelde bakım için duruşa geçilen sürelerde yapılması arzu edilir. Rafineriler yıllık olarak duruş sürelerini planlarlar. Bu süreler içerisinde en hızlı bir şekilde talep edilen yenileme çalışmalarını yaparsınız. Bu tip çalışmalarda olabildiğince modüler sistem çözümlerine gitmek çok büyük avantaj sağlar. Üstelik bu tip işler için geliştirilecek modüler sistemlerin katma değeri bina sektörü ile karşılaştırıldığında çok daha yüksektir. Bizim sektörümüz bu konulara nedense biraz çekingen yaklaşıyor. Oysa gerek ülkemizin coğrafi konumu gerekse eğitimli insan gücü ile bu konuda öne çıkmak, bu sayede yüksek katma değerli projelerde rol almak olası. Bu açıdan volumetrik modüler sistemlerin sadece bina sektörü ile sınırlı kalmaması, bu vizyonun EPC projelere destek sağlayacak şekilde genişletilmesi sektör yüklenicilerimizin hedefleri arasına girmeli.
Konu sıcaklığını kaybetmeden imalat ve montaj sektöründe önemli projelere imza atan, bu konunun deneyimli firmalarından TEMSAN firmasının temsilcisi olarak Volkan Bey’e sözü iletmek istiyorum.
İmalat ve saha çalışmalarında ileri teknoloji ne şekilde kullanılıyor? Sizce yapay zekâ ve sistemler arası iletişim gibi Endüstri 4.0 gereklerini çelik yapı alanında kullanmak mümkün mü?
Volkan Şenkul: Ben de Türk Yapısal Çelik Derneğine bu değerli etkinlik için teşekkür etmek istiyorum. Biraz önce Cenk Bey’in söylediği gibi ben de “evet kullanıyoruz” demek isterdim ama maalesef kullanamıyoruz yüksek teknolojiyi. Bunun bence en büyük sebeplerinden birisi de kâr marjı çok düşük bir sektör olmamız. Sizin dediğiniz gibi bütün her şeyi bir araya toplayıp volumetrik bir şekilde devam edebilsek belki biz de yüksek teknolojileri kullanabilecek kazançlar elde edebiliriz.
Şu an sadece çelik imalatı ve montajı yapan bir firma olduğumuz için sektördeki durumu da göz önünde bulundurunca maalesef yüksek teknolojiye yatırım yapmak genelde ikinci hatta bazen üçüncü planda kalabiliyor. Biz TEMSAN olarak bunu olabildiğince kullanmaya çalışıyoruz. En başta hepimizin bahsettiği gibi BIM teknolojisi artık o kadar içimize girdi ki yeni projeler geldiğinde bazen müşteriler BIM’i çok tanımıyor olabiliyorlar. Bu yüzden bize PDF ya da AutoCAD çizimleri iletiyorlar. Arkadaşlarımız kendilerine, bu yöntemlerle ilerlersek en az iki ay sadece projenin süreceği bilgisini veriyorlar. Ancak Tekla modeli ile bu süreç bir hafta hatta 2-3 güne kadar düşebiliyor. Biz de bu yazılımı hem imalatta hem de montajda kullanıyoruz. Bunu montajda kullanmamızın en büyük yararı ise daha imalat aşamasında montajda yaşayacağımız sıkıntıları görerek gereken önlemleri alabilmek.
Bu önlemleri alırken de tabii ki iş sağlığı ve güvenliği de en büyük yarar sağladığımız konulardan birisi. Böylece sahada yaşanabilecek tüm kazaları önceden görerek önlemimizi almış oluyoruz. Bunun yanı sıra Endüstri 4.0 değil belki Endüstri 3.0 hâlâ ama CNC teknolojisini BIM ile bir araya getirerek Kuveyt’te kurduğumuz fabrikayı Ankara merkezden projeleri ve kesim planları dâhil olmak üzere yönetebiliyoruz. Direkt olarak Kuveyt’teki CNC’lerimize buradan kesim planlarını gönderebilme gibi bir lüksümüz var. ERP sisteminde izlenebilirlikle birlikte malzemenin girdi kontrolünden başlayarak nihai ürün çıktığında, üstünde kullanılan hammaddenin hangi milden alındığına kadar, ölçü kontrolü ya da boya kalınlık kontrolü vb. unsurları kontrol edebiliyoruz. Bu durum toplam kaliteye çok büyük bir yarar sağlıyor. Fabrikamızda imalat sırasında artık formenlerimizde el terminalleri bulunuyor. İmalatın tamamlanmış olan parçalarının el terminalinden kalite kontrol birime bildirilmesi sayesinde işçi dâhil olmak üzere herkesi sistemin içine sokmuş oluyoruz. Dediğim gibi bunların hiçbiri ileri teknoloji değil. Burada yapabileceğimiz en büyük şey olabildiğince teknolojiyi takip ederek sektörümüzde bize sağlayabileceği faydaları maksimum derecede kullanmak.
Bunun dışında Endüstri 4.0’da firma olarak en fazla takip ettiğimiz şeylerden birisi de kaynak ve taşıma robotlarının sektörde uygulanması. Burada hâlâ fiyat/fayda olarak çok büyük bir açıklık var. Biz şu anda bir robot teknolojisini alıp fabrikamıza adapte etmeye kalktığımızda maliyeti çok yüksek oluyor ve rekabet şansımızı kaybetmiş oluyoruz. Tabii ki şu an Türkiye’de ve Avrupa’da özellikle bu işin AR-GE sürecini devam ettiren, daha uygun çözümler bulmaya çalışan firmalar var. Bunlarla da görüşmelerimiz devam ediyor. Endüstri 4.0 ile ilgili yapacağımız çok şey var ama burada sıramızı bekleyeceğiz diye düşünüyorum.
Alparslan Güre: Sektörümüzün özellikle imalat ve montaj sürecindeki sıkıntısı yeteri kadar katma değeri yüksek işleri üstlenemememizden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Biz aldığımız işleri nasıl zarar etmeden kotaracağız derdindeyken AR-GE yapmaya konsantre olmak biraz hayalcilik olur. Mutlaka devletin desteği şart. Bu sektör lokomotif niteliğinde. Biz birçok sektörü harekete geçirebilecek potansiyele sahibiz. Dolayısıyla burada “Devlet sadece inşaat ve çelik sektörüne bir ayrıcalık tanısın.” demiyoruz. Gerçekten ülkenin büyümesine kalıcı ve sürdürülebilir katkıda bulunabilecek bu sektörün desteklenmesi şart.
Robotik teknolojilerin sınırlı da olsa sektörümüzde de kullanıldığı alanlar var. Ne var ki, standart üretim yapan endüstrilere göre kullanım alanları şüphesiz daha kısıtlı. Çünkü biz standart üretim yapmıyoruz. Ürünlerimiz her projeye göre farklılık gösteriyor. Sektörümüzün özelliğinden kaynaklanıyor bu.
Bir projenin gerçekleştirilmesi için binlerce insan-saate gereksinim duyuluyor. Yüzlerce farklı malzemenin satın alınması, malzeme akışının planlamaya uygun yürütülmesi her bir aktivitenin planlanması gibi pek çok işi yönetmek durumundasınız. Üstelik bunlar her bir projede farklılıklar gösterebiliyor. Bütün bunların yönetimini konvansiyonel yönetim anlayışı ile yapmak nerede ise olanaksız. Yönetimde ana hedef verimliliği arttırmak olduğuna göre diğer endüstrilerde yaygın kullanımı olan ERP sistemlerinin sektörümüzde de yaygınlaşması bu açıdan çok önemli. Son sözümüzü İNTAÇ İnşaat Mühendislik firmasının sahibi Sukan Bey’e vereceğim. Sukan Bey’i ve firmasını açıkçası Çanakkale’deki görkemli kule ile tanıdım. Oldukça güzel ve ilginç bir projeydi. Bu projenin de jürisindeydim. Sanıyorum TUCSA’dan da iyi bir değerlendirme notu aldı. En azından benden olumlu not almıştı bu proje. Uzun zamandır sektörün içerisindesiniz. Sizleri dinleyelim.
Sukan Külekçi: Alparslan Bey çok naziksiniz, güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Yener Bey, Aydın Bey ve Yeşim Hanım’a TUCSA’ya da teşekkürlerimi sunuyorum. Güzel bir yapılanma içerisindeyiz. Aslında hepimizin o kadar çok söyleyeceği sözü var ki bunların dillendirilmesi gerekiyor. TUCSA da bunları gerçekten güzel bir şekilde gündeme getiriyor. Hatta Yener Bey ile geçen gün konuşurken kendisi güzel bir haber verdi. Artık bizim Çelik Yapılar dergimiz Turkcell’in Dergilik uygulamasında da yer alıyor. Yani uçakta giderken bile uygulamalar vasıtasıyla dergimizin okunabilecek olması muhteşem bir şey.
İNTAÇ İnşaat Mühendislik olarak 20 yıldan beri sektörde irili ufaklı 1000’den fazla proje imza atmış bir firmayız. 30’dan fazla ülkede proje yaptık. Kendi içerisinde mühendislik ve mimarlık birimleri bir arada olan bir kuruluşuz. Proje uygulama kontrolü, danışmanlık ve bazen de uygulamayı yapıyoruz. Birçok ülke ve proje gördüm. Bunları gördükten sonra ülkeme yapılan işlerle ilgili başka bir bakış açısı ile döndüm. Ekonomiyle ilgili bugün yaşadığımız sorunlarımızın hepsinin temelinde modülerlik var. Modülerlik denildiğinde aklıma IKEA geliyor. İsveç’ten bir firma, Bayrampaşa’da 20 senedir mağazasını kurmuş. Satıyor mallarını ve para kazanıyor. Modülerliğin gücüne bakalım, verdiği de mobilya. Bayrampaşa’da mobilyacıların olduğu bir çarşıda yapıyor bunu.
Mercedes’in fabrikasında işlerimiz oldu. Orada da modülerlik söz konusu. Bu fabrikada motor yapmıyorlar, parçaları getirip birleştiriyorlar. Kendimiz için ne yapabiliriz diye düşünüyorum. Aklımda başarılı projeler var ama dediğiniz gibi tek başımıza güçsüzüz. 22. Yapısal Çelik Gününde olduğu gibi bir araya gelerek gücümüzü artırmamız gerekiyor.
Ahmet Bey benim dilimi çok daha iyi anlayacaktır. Bizler proje tarafındayız. 20 bin avro bir tane program. 20 bin avro bugün olmuş 250 bin lira. Ev parasına programdan bahsediyoruz. Bizimle çalışan bir sürü mühendis arkadaş var. Kısıtlı miktarda lisansımız var, kiralamaya gitmeye çalışıyoruz. Kime ne teklif versek daha yüksek teklifle bize geri dönüyorlar. Akabinde mühendis bulamıyoruz. Mühendisler yetişmiyorlar, çünkü mühendisin aldığı maaş belli burada. Bir tasarımcıya ne kadar verebilirsiniz? Ama her şeyin anahtarı tasarım. Tasarım
uygulama süreçleri ve aynı zamanda mevcut yapıların kontrolüyle ilgili hizmetlerden oluşuyor.
Bahsettiğiniz gibi bizler de İNTAÇ İnşaat Mühendislik olarak havalimanları, AVM’ler, oteller, konutlar, son dönemde de depremle ilgili yapıların güçlendirmesiyle beraber enerji sektörüne işler yapıyoruz. Termik santrallerle ilgili çok ciddi çalışmalarımız var. Şu an yenileme ve modernizasyon işlerini yaptığımız bir termik santral yaklaşık 40 yaşında. Bundan yıllar evvel Polonyalılar mükemmel şekilde projelendirmiş. Aslında bunu rafta yapmışlar. Bizim proje raflarımız boş. Uyanık olmalıyız. Yabancılar bizim köprülerimizi projelendiriyor
hangi programı kullanıyor? Adamlar gelip senin Marmaray’ını yapıyor, bu tasarımı nasıl yapıyor? İnşaatta iyiyiz ama ya tasarım konusu?
Katar bir kriz yaşadığında, ülke abluka altındayken orada ciddi oranlarda warehouse yaptık. Çok sık Katar’a gittim. Projeyi denetleyen bir Yunan vardı. Onun üzerinde de bir Alman firması bizim projemizi denetliyordu. Elimiz ayağımız kırık gibi. Yunan denetçiye anlatıyorum, hesapların doğru olduğunu söylüyorum, değerlerden bahsediyor. Anlatıyorsun ama anlamıyor. Hesaplar geçmeli ki imalat süreci başlasın. Bana, “Sukan Bey sen hiç uğraşma, bu adamlar köşeleri tutmuşlar ve devlet de bunlara destek oluyor.” dediler. Biz projemiz için oraya binlerce ton çelik gönderdik. Bizler yani tasarımcılar Truva atı gibiyiz. Bir yere giriyoruz sonra arkamıza dönüp diyoruz ki “Burada iş var.” Ticaret ataşelerimiz ticaret odalarımız ve benzeri kurum ile kuruluşlar amiral gemiler oluşturup tasarımla ilgili özellikle bizi öncü atlar gibi sürseler içeriye biz oradan işleri çıkartırız. Neden modülerlik kıymetli? Biz modüler işleri iyi yapıyoruz, çelik yapılar bizim için değerli. Çelik yapılar ile modüler olabiliriz. 2 avroya buradan göndeririz her türlü çeliği. Dışarıdaki malı nitelikli firmalar 3-4 avrodan aşağıya gönderemezler. Böyle bir makas açılmışken gelin bunu kendi lehimize kullanalım. Ama makası kullanmanın yolu biraz önce belirttiğim tasarım konuları. Aklımdaki belli projelerden bir tanesi de bir enstitü kurmak. TUCSA bunu çok iyi yapıyor. Orada hangi standart ve program varsa enstitüye katılanlar bilsinler. Hatta bizim para verip köprü için proje yaptırdığımız şirketler var. Köprü bizim köprümüz, bu şirketlere “Gel bu köprüyü nasıl projelendirdin bize anlat.” diyelim. İleri teknoloji ile ilgili kim varsa getirelim. Bilişimin ve teknolojinin kullanıldığı böyle alanlar oluşturalım. Bu konulara hevesli öğrencilere daha okurken maaş verelim. Bunlara diyelim ki “Sen 10 yıl Türkiye’ye hizmet vereceksin.” Bu insanlarla bir anlaşma imzalayalım. Bizim belki de en büyük eksikliğimiz planlama teşkilatımızın olmaması. 15 bin inşaat mühendisinin mezun olduğu bir ortamda bu insanları nerede değerlendireceğiz? Bu söylediğim alan için gelin bir ihracat birimi kuralım. Yabancı dili gayet iyi olan, oraya giden, kendi projelerini yayımlayan ve kendisini anlatan projelerle birlikte bunları birlik haline getiren bir yapı oluşturmak gerekiyor.
Daha faydalı olmak açısından konumuzun başlığı altında neler yaptığımızı sizlere anlatmak isterim. TÜREB’te rüzgâr tribünleriyle ilgili bir yayınımız oldu. 10 yaşını geçmiş bir rüzgâr tribününün değerlendirmesini biz yüksek teknolojiyle sensörler koyarak gerçekleştirdik. Temel ve gövdede ciddi sıkıntılar vardı. Gövde temelden yaklaşık 10 cm ayrılmış ve görevini ifa edemiyordu. Verimliliği düşmüş bir rüzgâr tribününün temeline ve gövdesine sensörler yerleştirerek burada olması gereken salınım değerinden ne kadar uzakta olduğunu fark ettik. Buna göre yeni tasarım yaptık. Yeni tasarımdan sonra da çelikle temeli güçlendirdik. 24 m/sn olarak rüzgâr toplayabilen verimliliği yüksek bir hale getirdik. Bu çelik ve yüksek teknolojinin kullanımı açısından önemli bir örnek.
Air-Preheater’ın cıvatalarıyla ilgili bir çalışmamız oldu. Bu cıvatalar kırılmışlar. Air-Preheater ciddi manada rüzgâra tozlara, bir takım kuvvetlere maruz kalan bir alan. Biz bunun sayısal modellemesini yaptık. Firmaya 11 ayda bir cıvatayı değiştirmesini gerektiği bilgisini verdik. Bunlar hassas tesisler olduğu için cıvata erken kırıldığında tesis duruyor.
Ülkemize artık güvenlik bahaneleri üreterek yabancılar daha zor gelmeye başladılar. Bu zorlu projeleri gerçekleştiren bir İspanyol firma vardı. İspanyolların gelmesi gitmesinde sıkıntı olunca Air-Preheater gibi zorlu bir konu için bizi davet ettiler. Çok kıymetli makina mühendisi üstatlarımızla beraber bu modelleri oluşturduk. Sonra şunu gördüm; burada çok ciddi bir açık var Dünya çapında.
BIM konusuyla ilgili olarak şunu söylemek istiyorum; 250 bin dolar vererek vatandaşlık alacağı için hızlı yapılması istenen bir binada siz BIM uygulayamazsınız. Bir yıl içerisinde tüm projeyi bitirmek istiyorlar. İzolatör kullanımı ve art germe çok önemli konular. Çünkü biz deprem ülkesiyiz, yapının ağırlığı azaltılmalı ve depreme karşı hazırlıklı olmalıyız. Çeliğin kullanımı yine yapının ağırlığından dolayı çok kıymetli. Biz sektör olarak birbirimizi tanıyor ve kendi aramızda konuşuyoruz. Bu keşke bir yayın haline getirilse, bizim de üzerimize düşen bir görev varsa destek vermeye hazırız.
Alparslan Güre: Sukan Bey çok teşekkür ederim. Güzel bir final konuşması oldu. Dergiyle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Dergi aslında güzel bir mecra, sizin yaptığınız çalışmaları ben dergide de görmeyi arzu ederim. Özellikle Air-Preheater ile ilgili çalışmalar çok özel. Piyasa SAP 2000’nin peşine takıldı gidiyor. Aslında Ansys-ABACUS gibi daha üst segment programlara geçmek mühendislik olarak yaptığımız çalışmaların da katma değerini arttıracaktır.
Bu arada, dergiden konu açılmışken; dergimizde “Kendimizi Sınayalım” isimli küçük bir köşe var. Yeri gelmişken bundan da çok kısa bahsetmek istiyorum. Burada zaman zaman ilginç teknik problemleri bulmaca formatında sunup, az da olsa okuyucuların bilgi hafızalarına katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Bu köşeyi öneren biri olarak, tüm okurlardan ilginç soruları ile katkıda bulunmalarını beklediğimi buradan hatırlatmak istiyorum. Bu vesile ile bunu da söylemiş olayım. Şimdi konuklarımızdan son sözlerini almak istiyorum.
Halil Kulluk: Tüm panelistlere teşekkür ediyorum. Çok faydalı konulara değindiler. Türk Yapısal Çelik Derneği bir güzelliğe daha imza atmış oldu. O kadar güzel dinamikler var ve katılımcıların enerjisi o kadar yüksek ki parıldayarak yansıyor. İnanıyorum ki bu parıldayarak yansıyan enerji hem çelik imalat ve üretim sektörüne hem de bilhassa tasarım ve inşaat sektörlerine yansımıştır. Ortada bir “verimlilik” hedefi var. Artık daha verimli inşaatlar yapmak zorundayız. 1970 ve 80’li yıllarda esnek imalat sistemleri, CNC makinalar, robotlarla ve yazılımlarla ilgili büyük bir çalışma vardı. Hatta “24 saat çalışan” fabrikalardan bahsedilirdi. Charlie Chaplin’in “Asri Zamanlar” (Modern Times) adlı eleştirel bir filmi vardır bilirsiniz. Sanayi Devrimi temalı bu film, montaj hatlarının sıkıcılığı ve bunun insan ruhu ve ergonomi üzerine olumsuz yansımalarını aktarıyordu. Biz de bu olumsuzluğu gidermek için çareler aradık. Çünkü bu şekilde, çalışan insan hep aynı şeyi yapıyor. Ama yaşam bu değil. Yaşamın güzelliklerle heyecanlarla, doğaçlamalarla dolu olması gerekir. 1980’li yıllarda yurt dışındaki lisansüstü çalışmalarımda esnek imalat sistemleri ve robotların tam içerisindeydim. Bizler, bu montaj hatlarının seri üretime getirdiği avantajları, küresel imalata getirmeyi amaçlıyorduk. Bunda da çok başarılı olduk. Birçok teknik kullanıldı. Endüstri mühendisleri bu konuyu detaylı bilirler. Şimdi ise tersanede gemi yapımından bir inşaata dek imalatın bulunduğu tüm sektörlere ve sistemlere, bilhassa modüler yaklaşımlara, küresel imalatın avantajlarını taşımaya çalışıyoruz. Dolayısıyla geçmişteki çalışmalara bakıp, bunları veri olarak değerlendirmeli ve analizini yaptıktan sonra, “İyi ki geçmiş olmuş” diyerek geleceği tasarlamamız gerekiyor. Paneldeki hemen hemen tüm konuşmacılar bu tasarıma değindi. Yerinde olan, hareket ettiremediğimiz inşaatlara seri imalatın, kitlesel ve küresel imalatın avantajlarını getirmek için tüm imkânlarımızı kullanmalıyız. Elimizde bundan 40-50 yıl öncesine göre bize farklı avantajlar sunan dijital olanaklar bulunuyor. Geçmişte bu olanaklar, bu kadar yoğun, yaygın ve yükselişte değildi. Üniversitelerden çok fazla söz edemedik ancak akademi-endüstri iş birliklerinin öneminin altını çizmekte yarar görüyorum. Üniversite-sanayi ilişkilerinde daha aktif ve verimli olmalıyız. Mimarlarımıza mühendislerimize, tasarımcılarımıza ve yöneticilerimize tekrar teşekkür ediyorum.
Ahmet Topbaş: Çok memnun oldum çünkü çok güzel bir derleme oldu. Yani felsefeden tasarıma, tasarımdan modülerliğe, modülerlikten imalata kadar önemli konuları konuştuk. En sonunda Sukan arkadaşımızın da tekrar toparladığı gibi yine tasarımla bitirerek müthiş bir kesit aldık esasında bu panelden. Notlar aldım ve doyum noktasına ulaştım. Şimdi düşünme ve uygulama zamanı.
Cenk Çetin: Ben de teşekkür ederim. Burada bulunmaktan dolayı çok mutluyum. Teknoloji ile başladık, teknoloji ile ilgili son bir şey söylemek istiyorum. Biz ulus olarak teknolojiye hem meraklıyız hem de bunu kullanmaktan keyif alıyoruz. Kolay adapte olabiliyoruz aslında. Yüksek teknoloji ürünlerinde bir kullanıcıyız ama aynı zamanda bunların yaratıcısı da olmamız, yatırımla ilgili daha fazla adım atmamız gerekiyor.
Barack Obama’nın çocuklara yönelik bir konuşması var. Ben çok değerli buluyorum onu. “Oyun oynayın, oyun oynamaktan kendinizi geri planda bırakmayın. Ama oyun oynarken de bir tane de siz yazın. Uygulama olarak binlerce uygulama var. Bu uygulamaları kullanın ancak bir tane de siz yazmaya çalışın.” diyor kendisi. Bence bu hep arka planda hatırlamamız gereken bir yaklaşım. Dolayısıyla daha fazla elimizi taşın altına koyarsak, yaratıcılığımızı daha fazla konuşturmaya çalışırsak eminim güzel günler bizleri bekliyor olacak.
Volkan Şenkul: Eminim ki bir farkındalık yaratmaya başlamışızdır bu panel sayesinde. Umarım yakın zamanda yenilerini de yaparız hep beraber. Çok teşekkür ederim hepinize.
Alparslan Güre: Sukan Bey çok önemli bir konuya değindi. Dışarıdan gelen mühendislerin yaptığı birçok şeyi öğrenmek lazım. Özellikle asma köprüler konusu çok canımı yakar. Çanakkale’yi de sayarsak beşinci asma köprümüz olacak. Çanakkale ve Osmangazi köprülerini yanılmıyorsam Danimarkalı bir firma yapıyor. Bir ülkede beş asma köprü varsa, karşıdan baktığınız zaman “Bu ülkenin asma köprü konusunda mühendisleri çok uzmandır.” diye düşünürsünüz. Ama maalesef biz asma köprünün sadece kablolarının paketlerini açıp karşıdan seyirci gibi izliyoruz o kadar.
Ahmet Topbaş: Bir şey söylemek istiyorum. Mühendislerin şahsen isminin bilinmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda mimarlara çok özeniyorum. Bir ülkede tarihi bilirsek, isim bilirsek, Sezai Türkeş’i ve Fevzi Akkaya’yı, bu isimlerin Libya’da yaptıklarını bilirsek çok ayrı bir yere gideceğimizi düşünüyorum. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün mühendisi İsviçreli Pierre Moya’dır. T3 Mühendislik ve Pierre Moya. Bunu özellikle araştırdım ve kendisiyle de tanıştım.
Alparslan Güre: Kesinlikle haklısınız. Bir kere konuştuğumuz formatta mühendis sayısı Dünya genelinde de çok yok. Ahmet Bey’in dediği gibi bu mühendislerin isimleri bilinmeli. Birinci Boğaz Köprüsü’nün mühendisi Dr. Brown’dur. Bu çok önemlidir. O, daha sonra eğik asmalı sistemin sakıncalarını bulup düz askıyı uygulamıştır. Bizim işimiz yaptıkça öğrenilen bir iş. Dr. Brown kötü proje yaptı anlamında söyleyemeyiz bunu. Mesela Brooklyn Köprüsü benim çok ilgimi çeker. Tavsiye ederim tarihini okumanızı. Baba oğul Roebling’ler gerçekleştiriyor projeyi. En son oğul Roebling derin kuyu temel inşaatı sırasında vurgun yiyor ve felç oluyor. Oğul Roebling’in eşi Emily de mühendis. İşi devralıyor, kocasının hasta yatağından verdiği yönlendirmelerle işi bitiriyor. Tüylerimi diken diken eden bir olaydır bu.
Sukan Külekçi: Benim burada aslına bakarsanız serzenişim biraz da köprü konusunda. Uzman firmalar var. Onlar yapsınlar ancak biz en azından kontrol edecek düzeye gelelim. Adamların sattığı mala bir bakalım.
Alparslan Güre: Sukan Bey yapalım. Biz Tekfen olarak Çanakkale Köprüsü ve bağlantı yollarının yapım işleri müşavirliğini aldığımızda Tekfen Mühendislikte Genel Müdür idim. İşe başladığımızda, her ne kadar köprü tasarımını yabancı bir firma yapıyor olsa da bizim işin müşaviri sıfatı ile tüm tasarım hesaplarının en küçük ayrıntısına kadar yapılmasını arkadaşlarımdan rica ettim. İşi bizzat yapmadan deneyim kazanmak mümkün değil. Bu fırsatı kullandık. Bence aldığımız müşavirlik işinin en büyük getirilerinden biri bu oldu. Bu tip konularda ısrarlı olmamız lazım. Başka bir şekilde öğrenmek mümkün değil.
Ahmet Topbaş: Bir kez daha araya girmek istiyorum. Burada geriden gelenler bunu nasıl yaptılar, mesela Ruslar, bunu araştırdım, çok değerli şeyler söylüyorsunuz. Sukan Bey’e de bu konuyu açtığı için çok teşekkür ederim. Rusya, endüstriyel döküm fabrikalarının kurulmasında Belçikalılardan yararlanmış. 1910’da dünyanın en büyük savaş gemisini yapan ve İkinci Dünya Savaşı dönemine geldiğinde ABD’den fazla uçak gemisine sahip olan Japonlar gemi yapımını İngiliz firmalardan öğrenmiştir. Ama nasıl öğrenmişler? Bu dediğiniz şey bir politikadır. Devletin yüksek ve yeni teknolojiyi ülkeye davet edip ülkede kalmasını sağlaması ve bir sonraki projenin yerli bir şekilde üretilmesi için çok bilinçli çalışmalar yapması gerekiyor.
Mitsubishi gemi firması olarak doğmuştur. İngiltere zırhlılarını Tokyo Limanı’na dayayıp Dünya ticaretine Japonya’yı mecburen açtığı zaman ilk başta demiştir ki “Kore size yakın. Anakarayla da ticareti en iyi bizim demir gemilerimizle yaparsınız. Dolayısıyla burada 10 hat var, tüm hatları biz çalıştıracağız.” Japon İmparatoru buna cevap olarak, “Tamam haklısınız, biz demir gemi yapmayı bilmiyoruz, siz çok iyi biliyorsunuz. Ama bizim de bir şirketimiz var. Adı Mitsubishi. Kore ile Tokyo arasındaki 10 hattın 1’ini bu firmanın gemileri geçmeli.” diyerek yanıtlamış.
Mitsubishi beş sene sonra ikinci hattı, 10 sene sonra ise beşinci hattı alır. 20 sene sonra Mitsubishi İngilizlerin gemi yapma teknolojisini tamamen kavramıştır. 1800’lerin ortasında gerçekleşir bu olay.
1910 yılına gelindiğinde artık Dünya üzerindeki en büyük savaş gemisini yapan Japonya’dır. Japonya’nın imparatorluk ve sömürgecilik gücünü sağlayan gemi teknolojisidir. Bütün Uzak Doğu’yu sömürme ve imparatorluk olmasının sebebi budur. Bunu övünülecek bir şey olarak söylemiyorum ama bir milletin bu güce ulaşmasının sebebinin altında yatan bu milliyetçilik düşüncesi. Dışarıdan bir şey aldığınız zaman bu esasında kalıcı olarak ne bırakıyor bize? Sadece bir köprü ürünü değil, köprü yapmanın Know-How’ını ikinci köprüde artık tamamen ya da %90 oranında bizim yapabileceğimiz şekle dönüştürmek bir politikadır.
Sukan Külekçi: Çok kıymetli ve güzel şeyler konuştuk. Bu konuşmaları modülerlik ve yüksek teknoloji ile ilgili bir yayına dönüştürelim. Volkan Bey’in bahsettiği CNC’nin gelip işaretlemesi bile modülerlik ile ilgili başka bir konuya ışık tutar.
Alparslan Güre: Tüm panelistlere kıymetli katkıları için çok teşekkür ediyorum.