“Mimarı kriminal hale getiren bir sistem var” diyorsunuz. Mal sahibinin isteklerinin dışına çıkmakta zorlanan. Gerçekten mal sahibi isteğiyle mi şekilleniyor mimari tasarımlar?
Ö. Selçuk BAZ: Bütün çevrenize, şehirlere bakın, yapılan mimarlığa bakın, gördüğünüz şeyde mimarların ciddi bir payı var. Ben de dahilim buna, biz sorumluyuz bundan. Yani “Mimarlar harika ama bu çevre neden böyle?” demek olmaz. Bunun paydaşısın, bu kötülük, iyiliğin de ortağısın.
İmar mevzuatının nasıl bükülüp dönüştürüldüğünü biliyoruz değil mi? Belediyeler de biliyor, hepimiz biliyoruz bunu. İşveren yapmak istiyor ama kim yapıyor, mimarlar yapıyorlar. Yangın güvenlik hollerini ebeveyn banyosuna çeviriyor, sığınak olarak gösterip spor salonuna çeviriyoruz...
Bir birim inşaat yapma hakkın varken iki birim yapmanın yolunu arıyorsun ve iki birim yaptığın zaman daha iyi mimar oluyorsun. Şimdi bütün bunları biz yapıyoruz ve sonra da diyoruz ki, “Ben yapmasaydım başkası yapardı.” Dolayısıyla hepimiz kriminaliz, yani suç işliyoruz!
Mal sahibinin tavrı tasarımda, imalatta, inşaat dünyasında tabii ki çok belirleyici bir şey. Sonuçta yatırımı yapıyor ve inanması gerekiyor yaptığı işe. Önemli ölçüde işverenlerin görüşleri belirli bir noktaya kadar bükülebilir, bükülüyor da ama bunun da sınırları var.
Çelik yapılar söz konusu olunca da çok duyduğumuz bir şey bu. “Ben çelik olarak tasarladım ama yatırımcı pahalı dedi vazgeçildi” çok da yaygın bir söylem.
Ö. Selçuk BAZ: Sadece malzeme kullanımı açısından da bakmamak lazım buna. Ben öyle bakmıyorum, mimarlar tasarım yapmaya “Şimdi bir çelik yapı yapmalıyım, şimdi bir betonarme yapı yapmalıyım” diye bakmazlar sanıyorum.
Bu tasarım alışkanlıklarıyla da alakalı bir konu. Ülke üretim metodolojisi, destekleyen sektörlerin ne kadar geliştiği ile de ilgili. İnşaat sektöründeki ikincil aktörlerin, taşeronların hangi kabiliyetlere sahip oldukları ile de ilgili bir konu. Mimarların da aslında neyi bildikleri ile de ilgili. Malzeme ve yapım teknolojilerinin alternatif versiyonlarını ne kadar iyi takip ettikleriyle de ilgili.
Burada ortamın alışkanlıkları söz konusu, işverenlerin alışkanlıkları ve tabii ki mimarların da alışkanlıkları söz konusu ama bunların içerisinde dönüştürmeye en yatkın olanlardan bir tanesi mimar muhtemelen. Çünkü onun bir vizyonu var, çok farklı şeyleri görüyor, takip ediyor. Malzeme çok önemli bir konu mimarlıkta, tektonik…
Kendi fikir dünyam üzerinde cevaplamaya çalışayım, malzeme ve madde bütün mimarlığın gövdesini ve imgesini kuran temel unusurdur. Ancak temel düşünce çoğu zaman şeffaf, dışarıdan algılanan, kendini başka türlü gösteren bir yapı kurmak olmadığı için sadece malzeme değil düşüneceğiniz, onların ilişkileri ve onlardan arta kalan boşlukta...
Yoksa bu soru çoğaltılabilir, konutta ya da diğer alanlarda ahşap neden çok kullanılmıyor ya da gerçekten taş ev neden yapmıyoruz gibi. Çelik neden çok kullanılmıyor dan çok farklı sorular değil bunlar çünkü.
Bu dediğiniz anlaşılır bir şey ama proje çeliği gerektirdiği halde yine de garip gerekçelerle kaçınma durumu var çelik yapılardan bizde. Biraz oradan devam etsek...
Ö. Selçuk BAZ: Şu anda inşaatı devam eden bir yapımız var, Troya Müzesi, Çanakkale’de. Yarışma projesi, dışı korten çelik. Betonarme bir yapı aslında, taşıyıcısı çelik değil. Rampaların etrafında dolanan betonarme bir karkas var, bu karkas bir boşluğun içine oturuyor… Bir yarık var etrafında, sirkülasyon alanı, ziyaretçilerin serbestçe dolaşabildiği bir sokak atmosferi gibi bir yarı açık alanı tarif ediyor ve sistem şöyle kuruluyor; çelikle ilgili bölüm, bu gövdenin etrafını çok güçlü L profillerle örüyoruz, bu örgüleri aşağıya doğru döşemelerden asıyoruz, o örgü elemanları beton panellerin aralarından aşağıya doğru düşüyor.
Sonrasında da döşemeye bastırılarak aşağıya doğru sarkıtılıyor. O sarkan çelikler havada çelik yapma profilleri yakalıyor ve burada 10 metrelik açıklık bunlara bastırılarak geçiliyor. Askıda bir sistem, profiller çok narinler ve betonarmenin arasına girerek taşınıyorlar. İşte bunlar hep çelik marifeti ile yapıldı ama çelik burada etkili bir elemana dönüşmedi. Başka türlüsü nerdeyse olmazdı..
Bir diğer projemizde yine çeliğin önemli bir yeri var. Çeşmede 15 konutluk bir yazlık ev projesi bu. Yığma taş bir yapıyla çelik, ahşap yapının kompozisyonu. Taş bölüm bütün yatak odaları ve ıslak hacimleri topluyor, aynı kompozisyon içinde bir çelik kısım var.
Birbirlerine doğru geçişleri var bunların. Taş kısmı yapının dışarıdan algısını kırıyor, denize doğru bloke olmayan kısmı narin bir taşıyıcı ile çelik sistem geçiliyor, birbirinin üzerinde sistemler oluşuyor. İç mekanda çeliği görüyoruz, çelik kaplanmıyor. Taş çelik ve ahşap tasarım içinde kendilerine bir yer buluyor, bu pozisyon fonksiyon, algı, mekan atmosferleri ile birlikte kurgulanıyor. Malzeme tasarımın neresinde duruyor ona bakmak gerekiyor sonunda, çelik, beton, ahşap hangisinin hangi pozisyonda durduğu önem kazanıyor.
Tasarımlarınızda çeliği farklı kullanmayı seviyorsunuz gibi, zorlayarak!
Ö. Selçuk BAZ: Çelik strüktürü gerçekten biliyorum diyemem. Çelikle ilgili Viyana’da da yoğun bir eğitim yoktu, çok fazla çelik üzerine düşünüp kafa yorduğumu iddia etmek anlamsız olur. Farklı malzemelerle taşıyıcı sistem üretmeyi kavrayabilirsiniz, eğer taşıyıcı sistem kavramını öğrenmişseniz. Ama prensibi bilmiyorsanız o zaman betonarmeyi de kuramazsınız. Mühendis ile oturup ölçü, büyüklük, açıklık, genişlik, malzemenin birbiriyle birleşmesi üzerine konuşabiliyor olmak lazım. Bunları tartışabilmeniz gerekir. Bu bence tasarımın çok önemli bir parçası.
Çelik yapılar söz konusu olunca projeniz zorlanıyor mu?
Ö. Selçuk BAZ: Troya Müzesi’nde tuhaf bir strüktür var. Kayar mesnet var, konsol var ama biz bunları mühendisimizle birlikte kurduk. Bizim prensiplerimiz vardı bu prensipler, ölçüsel prensipler değildi, fikirsel prensiplerdi. Strüktüre dair ve mimarlığa dair prensiplerdi ve bunlar birbirlerini bütünlüyorlardı, ayrılmaz parçalarıydı. Mühendisle oturduğunuz zaman o çerçeve içerisinde bunu başardık ama bu şu anlama gelmiyor, bizim “A” dediğimiz kesit “A” olmadı ama bizim derdimiz de “A” olması değildi zaten.
Biz gerçekten mühendislik kurallarının gerektirdiği noktaya kadar onun dediğinin üzerinden, onun söylediğini anlayıp, sonra tekrar bunu yorumlayıp, onu ölçüsüne getirip, çizip, belki modelleyip defalarca bunun üzerine yeniden çalışıp, sonra bunu mühendislik olarak da mimari prensiplerin içerisine olabilecek noktaya getirdik. İşi yapmak demek aslında sürekli karşıdakinin ne yapmaya çalıştığını, probleminin ne olduğunu anlamak. Onu dışlamadan, onu tasarımın bir parçası haline getirip birlikte düşünmeyi teşvik etmek.
“Kamuya, vasat inşa edilse de iyi olabilecek yapılar yapmaya çalışıyoruz”
Kamu’ya ya da Özel sektöre iş yapmak arasında nasıl bir ayrım vardır? Bu ayrım çelik yapılar için de önemli bizim için çünkü havaalanı, stadyumlar, spor salonları gibi bir çok çelik yapı kamu ihaleleri ile gerçekleştiriliyor. Hangi tarafta tasarım daha özgürdür sizce?
Ö. Selçuk BAZ: İkisi de kolay değil. Şöyle bir fark var aralarında, kamuda yapıyı yapacak muhatap belli değil. Kim olduğunu bilmiyorsunuz ve onu her türlü tuhaflığı yapabilecek, daha sonra sizin ürettiğiniz projenin üzerinde manipülasyonlara gitmeye meyilli birisi olarak görüyorsunuz.
Şartnamenizdeki ve projenizdeki açıkları bulup, bunu proje aleyhinde ve sizin aleyhinizde kullanacak birisi olarak görünüyor. Kamuya çok fazla proje yapıyoruz biz dolayısıyla projeyi ona göre kurmaya çalışıyoruz.
Kamuya yaptığınız projeleri detay ve iyi işçilikle var olan projeler olarak kurmamaya çalışıyorsunuz. Çünkü vasat inşa edilse de iyi olabilecek yapılar yapmaya çalışıyoruz. Bu biraz zor bir şey. Çok farklı motivasyonlarla yapıyorlar bu inşaatları ve böyle bir mimarlık da pekala mümkün olabilir. 1960’larda 70’lerde yapılmış, ince bitişler ile yaşamayan Latin Amerika’da bir yapı stoku var.
Güçlü bir mimarlık ama gücünü çok incelmiş detaylardan almayan yapılar bunlar. Mesela bu Troya Müzesi de kamu yapısı. Bu yapıda alçı panel yok. Kamuya göre kurmaktan kastım bu zaten. Ben tasarım aşamasında müteahhitin yapabileceği tuhaflıkları düşünerek, detay hatalarını kısmen düşünerek tasarlamak ve tasarlama metodu geliştirmek durumundayım. Mimarların üzerinde düşündüğü ama çok da ortalıklarda anlatmadığı bir konudur bu. Bence bu çok kritik bir nokta. Yanı şunu biliyoruz, İskandinav ülkelerindeki, Almanya’daki, İngiltere’deki bir incelmişlik seviyesinde bir mimarlık yapmıyoruz, zaten biz de öyle insanlar değiliz. Ben Avusturya’da Almanya’da mimarlık yaptım oralarda çizilenin en az üçte birini çiziyorum burada… Ki şunu da söyleyeyim, çok da çabalıyor olmamıza rağmen en çok o kadarını çiziyoruz. Çünkü sahada üretilen yapının çözünürlüğü belirli, bunu düşünerek başka bir kafa ile üretmeniz gerekiyor.
Bu tarz bir düşünce tasarımları fazlasıyla etkiliyordur herhalde? Mimarlarımızın gerçek tasarımlarını göremiyoruz bile yani.
Ö. Selçuk BAZ: Evet tabii ki. Bütün kurguyu böyle kurmak zorundayız ama tam öyle de diyemeyiz çünkü biz de oyuz zaten aslında. Biz de öyle insanlarız mimarlar olarak. Bu ülke coğrafyasında yaşamıyor muyuz? Bizler de o işçinin soluduğu havayı soluyoruz, onun izlediği akşam haberlerini izliyoruz, sosyal medyadan aynı haberleri takip ediyoruz, biz de başka türlü insanlar değiliz ki. O işveren de bu ortamın içinde. O işveren de özel sektörde ise en çok metrekareyi isteyen kişi, dolayısıyla bu bir bütünsel durum.
Bu durumu değiştirmek için mimarlar ne yapabilirler sizce? Yoksa yurtdışındaki örnekleri görüp buralarda böylesi yapılar yapamadığımıza hayıflanıyoruz sürekli.
Ö. Selçuk BAZ: Bence tuhaf bu cümleler ve pek hoş değil. Çok güzel yapılmış örnekler var yurtdışında evet ama onların iyi ve güzel olmasına ben şöyle bakıyorum, onlar kendi bağlamında iyiler, kendi coğrafyalarında iyiler. Onların sosyal devlet strüktürü de harikulade, eğitim sistemine bakarsan da farklı, insanların işe gidip gelme motivasyonları farklı, yıllık izinlerinin gün sayısı farklı, maaşları farklı. Tekrar asıl konuya dönecek olursam böyle bir mimarlığı da Türkiye’de yapmanın pek anlamlı olduğunu düşünmüyorum ben açıkçası, buraya oturmuyor, buraların malı değil. “İyi tasarım problemler seni köşeye sıkıştırınca çıkıyor”
Coğrafyanın sosyal yapısı ile ilgili de bir durum mu var diyorsunuz?
Ö. Selçuk BAZ: Tabii, biz farklıyız, burası farklı. Her şey burada olup bitiyor, bu topraklarda soluyorsun bütün olumlu ve olumsuz yanlarıyla beraber. Mesela benim tasarımla ilgili bir fikrim var, bence iyi mimarlık, iyi tasarım aslında problemin sizi iyice köşeye sıkıştırdığı zaman çıkıyor. Çok rahat işverenlerle çok rahat bütçelerle bence iyi mimarlığın çıkması mümkün değil, çıkmıyor. Bir şeylerin sizi köşeye sıkıştırması, yada sizin kendinize bir dert edinmeniz lazım.
Sorun yaratıcılığı mı kamçılıyor?
Ö. Selçuk BAZ: Problem olması lazım ve problemin çok çetin olması lazım. İşverenin zorlu olması lazım. Bütçenin de kısıtlı olması lazım. Bu problemler sizi bir yere doğru çekerse, o zaman bir şey çıkıyor ama öbür türlü her şeyin çok rahat olduğu ortamlarda olmuyor. Dünya tarihine de bakın ne zaman özgürlükler maksimum kısıtlanmıştır, ne zaman en baskıcı rejimler ortaya çıkmıştır, bütün enerjiler o zaman ortaya çıkar… Bolluktan, refahtan, rahatlıktan, çıkan çok iyi şeyleri sıralamak kolay değil.
Mimarlık üzerine konuşmak sadece yapılar üzerine konuşmak gibi oluyor ama bence değil. Ben şöyle düşünüyorum, bu şehre baktığınız zaman ne görüyorsanız bence insanlar da tam olarak o aslında. Tuhaflar, kafası karışıklar, organizasyon yok.. Bütün şehre geçerken bir bakıp tek tek bütün bunların arasında 10 tane, 20 tane çok düzgün yapı olsa ne olur ki, ne değişir ki?
Bence değişmez, bir anlamı yok yani bunun. Siz sordunuz ya yurtdışına gidip imreniyorlar diye, ben Almanya’da yaşadım, oralarda yaşadığımda beni en çok etkileyen kentlerin strüktürü idi. Harikulade strüktürü vardır şehirlerin. Bir yerden bir yere gitmek çok kolaydır, çok insani yaşayabileceğiniz alanlar vardır, biraz dışarı çıktığınızda doğaya kavuşabileceğiniz bölümleri vardır, çok iyi kurulmuşlardı. Aynen kendileri gibi sosyal strüktürleri de öyleydi, ekonomik strüktürleri de öyleydi, parlamenter sistemi de öyleydi. Bu böyle bir sistem ağı idi ve onun için oradan da iyi yapılar çıktı. Ama gazetesindeki yazan yazarından tut akşam haberi sunan spikere, metroda bileti kesen adama kadar bir bağlantı bu. Dolayısıyla siz mimarlıkla ilgili “Şunu yapamıyorum, bunu yapamıyorum” dediğiniz noktada bence bu coğrafyanın bir mimarlığı var ve şu anda bulunduğumuz coğrafyada da çok ciddi bir sıkışmışlık var. Her şey problemler dünyası, yeterince problem var aslında iyi bir şey yapmak için.
Birbirine çok benzer yapılar arasındayız. Her şey birbirine benziyor, kopya gibi. Çelik yapının da önü açılamıyor böyle olunca, çünkü yeni bir arayış yok. Nasıl oluşturulabilir bir çelik yapı fikri?
Ö. Selçuk BAZ: Yapı yapmak tırnak içinde hala bir geleneği olan eylemlerden. Yani sizin inşa etme alışkanlıklarınız var ve düşünme alışkanlıklarınız da var. Mesela Amerikalılar da betonarme yapı yapmayı bilmezler, sürekli çelik, hafif çelik ve ahşabı kullanırlar. Onun için oradaki mühendisler bunların statiğine doğru yönlendirilmişlerdir. Bu endüstri ile de desteklenen bir şeydir. Fiyatlarla, tasarlama alışkanlıklarıyla da alakalı bir şey. Bizde bu nasıl geliştirilir diye soruyorsanız bilmiyorum gerçekten, zor da bir soru bu. Demin söylediğim gibi problemlerin sizi sıkıştırma hali var ya, o sıkışma anı kritik bir konu. Çelikle ilgili bir şey olacaksa, işte bu sıkışma halinden olacak.
Çelik yapıların değerli bir yapı türü olduğu Türkiye’de bir şekilde anlaşılamıyor. Hızlı yapılması sağlanamadığı için hızı öne çıkartılamıyor. Bütünsel olarak projelendirildiğinde ekonomik bir yapı türü olmasına karşılık bu hesaplama doğru yapılmadığı için pahalı sanılıyor. Hatta estetik değeri için bile “öyle çok görkemli, şık yapı istemiyoruz” diyerek dışlanma noktasına bile geliniyor. Ne dersiniz bunun üzerine?
Ö. Selçuk BAZ: Bence her yapı malzemesinin strüktürel olabilir, gövde olabilir, kaplama olabilir kendine özgü bir estetik değeri olabilir. Bu çok ileri düzeye taşınabilir ya da berbat da edilebilir. Çok iyi strüktür elemanı olarak kullanılmış, çok şık betonarme bir yapı da yapabilirsiniz, etrafımızda görüyorsunuz.
“Betonlaşma” tabiri, bu kadar banal bir laf olamaz. Yani her şeyi yap ama sonra suçu malzemeye at. Sen rezil etmişsin suçu betona atıyorsun. Ne alakası var, her malzeme ile iyi bir şey yapılabilir. Yapamıyorsan sorun sende betonun ne suçu var! Hakim yapı malzemesi çelik olsaydı ‘çelikleşme’ mi berbat yapı stoğunu tarif için kullanılacaktı?
Aynı şey çelikte de var. Çelikle yapılmış çok berbat yapılar da görüyorum. Var, evet ama harikulade yapılar da var. Bu tamamen tasarımın konusu zaten. Bu malzemeyi nasıl kullandığın ile ilgili bir mesele. Çeliğin inanılmaz bir estetik gücü var kendine has. Farklı bir birleşme, dallanma detayları var. Bunun kurulma şekli ve fikri farklı. Bunu ona göre kullanman lazım. Boyası başka, civatası başka, bağlantısı kiriş yeri başka. Görmek istersen bir narin algısı var. Buna duvar örmek farklı bir şey, betonda duvar örmek gibi değil. Ona başka bir şey düşünmen lazım. Onun tektoniği farklı yoksa bu malzeme iyidir bu kötüdür diye bir şey söylenemez. Evet çelik daha pahalı bunu biliyoruz çünkü daha az kullanılıyor. Daha az gelişmiş bir endüstrisi var. Ancak kendine göre avantajları da var daha az elemanlarla yapılıyor, daha şeffaf ve atölye ortamında üretebiliyorsunuz.
Sizin için çelik malzemenin hangi özellikleri değerlidir?
Ö. Selçuk BAZ: Narin olması, nispeten daha küçük kesitlerle daha büyük açıklıkları geçebiliyor olmak. Kutular değil de profillerin kullanıldığı zaman onun taşıyıcı eleman olarak bir estetiği var. Estetik olarak çok güçlü ve aynı zamanda bunun görünür olduğu durumlar da bana göre ilginç. Ama şu da bir gerçek ki çok fazla bir emek gerektiriyor proje sürecinde. Bağlantıları görmek isteseniz ayrı bir mesai var, içinde saklamak isterseniz ayrı bir mesai var. İyi inşaat mühendisleri ile çalışmanız lazım. Ben bunu kayar mesnet istiyorum ama bunlar birbirine değmesin istiyorum, aralarındaki elemanlar böyle olsun istiyorum diyelim, bunlar çok zaman alan ve zahmetli işler. Betonarmede böyle olmuyor, diyorsunuz ki geometri bu, içindeki donatının ne olduğunu ile ben ilgilenmiyorum bile, öyle mi bağlamış oradan mı götürmüş benim mevzuum değil ama çelikte bu mesai gerçekten artıyor. Ama bu da neyi neye tercih ettiğinizle alakalı durum ve güzel bir his aslında. Hafif bir endüstriyel bir algı kimi zaman projelerde yerli yerine oturabiliyor, fakat bazen de istemediğimiz bir şey oluyor. Tasarımın nerede nasıl geliştiğine bağlı.
Türkiye’de ve Dünya’da beğendiğiniz çelik yapıları bizimle paylaşmanızı istersek, neler gelir aklınıza?
Ö. Selçuk BAZ: Geçen gün İzmir Havalimanı’ndaydım bazı açılardan işçilik olarak çok iyi buldum. Özellikle giriş saçağı çok başarılıydı ve ön holdeki bazı detaylar iyiydi. Mekan çok iri fakat ben özellikle giriş saçağına dikkat çekmek istiyorum, ince bir kesit var orada, özel bir mevzu var, özel düşünülmüş. Antakya’daki bitmekte olan müze otel var mesela. Şantiyesini gezmiştim, ilginç bir çelik yapı. Kayseri’de Abdullah Gül Üniversitesi var, Sümerbank’ın kalıntılarının üzerine kurulmuş, tuhaf bir çelik yapı, o da enteresan diyebilirim. Yurt dışında da beğendiğim çelik yapılar var ama Pompidou Center nerden bakarsanız bakın başyapıttır.
Önümüzdeki yıllarda nasıl bir gelişme bekleyebiliriz çelik yapılar dünyasında? Nasıl bir vizyonu olur sizce?
Ö. Selçuk BAZ: Zor bunu tahmin etmek. Artık her şey bir yere doğru gidiyor, görüyoruz onu. Bazı şeyler çok hızlı, bazıları yavaş oluyor. Bununla beraber tasarım alanında da son 100 yılda belirli atlamalar sıçramalar oldu. Artık çok farklı bir noktadayız. İhtiyaçlar çok farklı bir noktaya geldi ama bütün bu gelişmeler de bazı şeyleri yok etti. Artık daha incelmiş tasarımlara nadiren rastlıyoruz.
Mimarlık ortamına biraz uzaktan bile baksanız üstünkörü, imaj odaklı bir üretim olduğunu aslında görebilirsiniz. Bir kabuk dünyası, dekor dünyası olduğunu düşünüyorum bunun. Gerçek içerikli yapılar üretmek için o şeyden arınmak lazım.
Bir defa bir miktar yavaşlamak lazım. Hızlı yapmak demek, aslında daha önce bildiğiniz, gördüğünüz, okuduğunuz bir şeyi yapıyorsunuz demektir de. Hızlı yapılan şeyler çoğu zaman hızlı tüketilirler. Bunun istisnaları olabilir ama, bir yandan da bakıyoruz giderek hızlanan bir zamanın içindeyiz. İnşaat dünyası, ekonomik krizlere rağmen yavaşlamıyor. İnsanlar giderek daha hızlı bir hayat sürüyorlar 20 yıl önceki iletişim dünyamız ile şu andaki çok farklı. İki saat sosyal medyaya bakmasanız, gün içinde mailleri kontrol etmeseniz kendinizi kötü hissettiğiniz bir dünyada yaşıyoruz. Bu da çok tuhaf bir şey….
Tasarlama motivasyonu da bunun üzerinden gerçekleşiyor. Şimdi bütün bu karışık cümleleri kurduktan sonra şunu söyleyeyim, yeni bir şey beklemek için yeni teknolojinin oluşması lazım, hep de böyleydi bu. Demir kullanılıyordu, güçlendirilmiş demirden ortaya çıkan çelik bir üst adım oldu. Demir değildi ve daha iyiydi, daha homojendi, daha stabildi..
Bunlar mimarlığın geliştirdiği malzemeler de değillerdi. Yani aslında mimarlık normalde çok hantal bir disiplin. Hep geriden, başka şeylerle besleniyor. Sanattan, teknolojiden, bir çok farklı noktalardan….
Kendisi çoğu zaman aslında inovatif bir iş değil bence. Çok nadirdir, bir mimar kendisi bir şey geliştirmez. Bütün mimarlık ürünleri de aslında varlar bir yerlerde, yeni bir şey yapmak eskiye nazaran çok çok daha zor bugün. Çünkü çok fazla üretim var. Mimarlık ve tasarım alanında, teknolojik bir sıçrama olursa, ki olasılığı çok yüksek, o zaman yenilikler beklenebilir.
Diğer bir cevap da şu, malzemeler aslında bütün olasılıklarıyla büyük oranda kullanıldılar. Bunlarla yapılabilecekler yeni bir şeylerse ilk türedikleri enerjiyle birlikte büyük oranda yapıldılar. Betonarme bir yapıdan artık hiç yapılmamış bir kompozisyon beklemek bence anlamlı değil. Taş yapıdan, kerpiçten de öyle… Bir malzeme olarak çelikte çok farklı şekillerde kullanıldı yeni bir kullanımı için, teknolojik bir sıçramayı bir birleşmeyi beklemek zorunda.
Ama şu olabilir; daha derinleşmiş, daha incelmiş, daha farklı ilişkileri olan, görmekten çok daha keyif alacağımız, içinde yaşamaktan haz alacağımız yapılar yapılabilir. Tasarımcılar bildikleri gibi tasarlamaya devam ettikleri sürece yeni bir şey çıkması mümkün değil.
Geri sarıp düşünecek, biraz daha zaman harcayacak, belki araştıracak, bir şey bulacak, disiplinin dışından birisi ile konuşacak, bunları kendi tasarımına adapte etmeye çalışacak. Yine de bunlar çok nadir olan şeyler bana göre ve bu tip hamleleri şu an itibariyle bu coğrafyadan beklemek haksızlık olur. Bizim inşaat dünyamıza bakarsak biz aslında bir yerlerden bir şeyler naklediyoruz buraya. Dolayısıyla bir yapı malzemesinden bir şey bekliyorsanız teknolojik bir desteğe ihtiyacınız var o teknolojinin Türkiye’de olup olmadığını konuşmak tartışmak lazım.