TR|EN
Güncel
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 52 - Ağustos 2017

Söyleşi


Mimar Emir DRAHŞAN: “Çelik malzemeyi bir heykel gibi çalışıp dans ettirebilirsiniz de…”

“Ya uzay gemisi kaptanı olacaktım ya da mimar” diyen bir mimarımız dergimizin bu sayısının konuğu.

 “Ya uzay gemisi kaptanı olacaktım ya da mimar” diyen bir mimarımız dergimizin bu sayısının konuğu. Annesi de iç mimar olan Emir Drahşan, neredeyse mimarlığın içine doğmuş.
Mimarlığa gidiş yolu da ilginç, lise yıllarında Türkiye’de Mahir Güven Atölyesi’nde, sonrasında da Paris Louvre Müzesi Plastik Sanatlar Atölyesi’nde sanat eğitimi alıyor. Plastik Sanatlar eğitimi, Fransa’nın önemli mimarlık okulu Ecole Spéciale d’Architecture’ın yetenek sınavlarına hazırlık için. Okul bitince 2005 yılında Alexandre Schrepfer ile birlikte LEAinvent Tasarım Ofisi’ni kuruyor Paris’te ve Dünya’nın farklı yerlerinde mimari tasarımlar gerçekleştiriyorlar.  2013 yılında deneyimlerini Türkiye’ye taşımaya karar veren Drahşan, buradaki mimari ofislerde çalışmalar yaparak ülkesiyle uzun bir aradan sonra yeniden buluşmasının ardından, kendi ofisi Emir Drahsan Mimarlık’ı kurup başına geçiyor. Burada gerçekleştirdiği tasarımlar dikkat çekiyor ve 2016 yılında Arkitera Genç Mimar Ödülü’ne sahip oluyor. Aynı zamanda da Bilgi Üniversitesi’nde derslere girmeye başlayan mimarımızı sayfalarımıza konuk etmemizin nedeni, hem bu başarılı mimarlık serüvenini konuşmak hem de son dönemde yoğunlaştığı ilginç çelik yapı tasarımlarının detaylarını öğrenmekti. Çok keyifli bir sohbet gerçekleşgerçekleştirdik Mimar Emir Drahşan ile sizler için. Çelik Yapılar adına yeni tasarım felsefeleri oluşturmaya kafa yoran mimarımız, Çelik Yapılar alanındaki tüm ilgililere önemli yerlerde, önemli vurgular yapıyor…
 
Mimarlık eğitiminizi Fransa’da aldığınızı biliyoruz. Sonrasında Fransız bir mimarla ortak tasarım ofisi açıyorsunuz ve ardından da Türkiye’ye geliyorsunuz, geliş o geliş mi?

Emir DRAHSAN: 
Fransa’da okudum, okul sonrası Paris’teki ofisi kurduk 10 yıl ortağımla beraber çalışmalarımı yürüttüm. Ortak çalışmalarımıza halen de devam ediyoruz, Fransa’ya sık sık gidip gelmekle birlikte, son iki yıldır Türkiye’ye yoğunlaştım.
 
Mimarlık eğitimi karşılaştırmak istersek Fransa ve Türkiye’de neler söylersiniz bize? Bilgi Üniversitesi’nde proje derslerine giriyorsunuz, kıyaslama yapmanızı istesek, nerelerde farklılıklar görüyorsunuz?
Mimarlarımızın eğitiminde çelik yapılarla ilgili nasıl bir durum çıkar ortaya?

Emir DRAHSAN:
 Sadece mimarlık eğitimi konuşmayalım, mühendislik ve sanat eğitimini de konuşalım çünkü aslında sıkıntı zaten özellikle mimarlık ve mühendislik öğrencilerinin bir arada olmamasında. Bütüncül yaklaşım tasarımın olmazsa olmazıdır 5 yıl kadar Paris ESA mimarlık okulunda atölye yürütücülüğü yaptım. Fransa’da bize verilen eğitimde en büyük şansım gerçekten çok iyi mühendislerin yapı derslerimize girmesi oldu. Restorasyon konusunda uzman mühendisten eski malzemeleri, eski ahşap ve taş yapıların nasıl yapıldığını öğrenirken aynı zamanda bunların nasıl modern yapı tekniği olarak  yeniden kullanılabileceğini gördük, ayrıca çok üst teknolojiler kullanan mühendislerden de bu konularda çok özel bir eğitim alma imkanım oldu. Mesela mühendis bir hocam bir derste kendi projesini (inşa edildi) anlattı; 35 metre konsolu olan Marsilya’da deprem bölgesinde, su üzerine yapılmış olan bir yapı. Şimdi sizin hocanız 35 metre çelik konsol tasarlayıp, bunu da suyun üzerine deprem bölgesine inşa ediyorsa ve bunun nasıl yapılabileceğini tasarım mantığı açısından, mimarla mühendisin nasıl çalışarak böyle bir şey ortaya çıkardığını anlatıyorsa, Türkiye’ye geldiğinizde size deniyorsa “1,5 -2 metreden fazla konsol yapamayız”, gerçekten hayal kırıklığına uğruyorsunuz…
Yine aynı şekilde çelik, betonarme, modern betonarme teknikler, ahşap yapılar vs üzerine iyi bir alt yapım var. Okulda ayrıca proje dersinde de mühendis hocalar mimarlık öğrencilerine kendi projelerinde teknik anlamda da yardımcı oluyordu. Bizde ise konu iki ayrı derste, mimari atölye ve yapı dersi olarak fazlasıyla kopuk şekillerde ele alınıyor, hâlbuki yapı dersi mimarlık atölye dersinin tamamlayıcısıdır, mimarlık öğrencisi hayal ettiği yapıyı mühendis hocalarıyla beraber nasıl gerçekleştirebileceğini konuşur. Ortak sunumlar yapılır, mesela ara jürilerde ya da final jürilerinde bir ya da iki mühendis hoca bulunur. Konunun strüktürel ayağı, tasarımla strüktür arasındaki o ayrılmaz bağ daha da derinlemesine irdelenir.
 
Dernek olarak tam da bizim üzerinde durduğumuz noktayı ifade ediyorsunuz. Biz de mimar ve mühendisin beraber katıldığı Çelik Yapı Tasarımı Öğrenci Yarışmaları düzenliyoruz 14 yıldır. Çelik yapıların Türkiye’de gelişmesi için mimar ve mühendisin ortak çalışmasının şart olduğunu vurguluyoruz.
 
Emir DRAHSAN: Kesinlikle! Bir de madalyonun diğer tarafı var. Örneğin Fransa’da mühendislik öğrencilerinin de derslerine mimar hocalar girip öğrencilere tasarımla ilgili çalışmalar yaptırıyorlar. Çözümlemesi için verilen konular, strüktür problemleri mühendislik anlamında da zorlayıcı şeyler. Ayrıca beklenen sadece hesap olarak konunun çözülmesi değil aynı zamanda projenin felsefi ve tasarımsal boyutunun da farkında olunması. Entelektüel olarak da mühendisler belli bir seviyede olmak zorundalar. Peter Rice, Cecil Balmond gibi önemli ve özellikle çelik
konusunda dünyanın en tanınmış mühendislerinin kitaplarını okuduk ve bu kitaplar öyle güzel yazılmış ki… Sadece mühendislik kitapları denemez, birer hikâye gibi diyebilirim. Yapıların hikâyesini, strüktürün
hikâyesini ve mimarlarla, tasarımcılarla nasıl çalıştıklarını anlatıyorlar.
İstanbul Belediyesi tarafından açılan bir üst geçit projesi yarışmasında Burçak Pekin ile birlikte birincilik kazandık. Bu projede Fransa, Almanya ve Türkiye’den mühendislerle birlikte çalıştık. Başarılı bir ortak çalışma oldu. Bazen böyle özel yapılarda uluslararası bir ekiple yola çıkmak gerçekten güzel sonuçlar elde etmenizde etkin rol oynuyor.

“Mimarlık bir malzemeden mekan yaratmaktır” demişsiniz bir söyleşinizde, oradan devam edelim ama çelik malzemeden mekan yaratmak sınırlarında kalalım mı?

Emir DRAHSAN:
 Çelik diğer malzemelere oranla her şeyden önce çok hafif ve esnek. Ayrıca çok farklı formları oluşturabildiğiniz bir malzeme. “Form” anlamında mimarı çok daha rahat davranmaya yönelten bir malzeme. Birçok şeyi fabrikada üretip yerinde çok hızlı şekilde montaj yapabiliyorsunuz. Bunun sonucunda da şantiye süresi kısalıyor, detay problemleri ve hata oranları azalıyor. Bunları betonarme ile kıyaslayarak söylüyorum, sonuçta bugün Türkiye’de ve Dünya’da kullanılan iki ana malzeme var: çelik ve betonarme. Tabii ahşap da var ama özellikle ülkemizde yeteri kadar kullanılmıyor maalesef. Yaptığımız bir kaç ahşap tasarımda yine çelik takviyeler kullandık, komple ahşap mümkün olamadı. Çelikle ahşabın davranış biçimi birbirine çok yakın, çelikle takviye edilmiş ahşap yapılar çok daha efektif sonuçlar verebiliyor. Malzeme konusuna dönersek, esasında konu nasıl bir mekân yaratmak istediğinizle alakalıdır. Hafif ve geniş hacimler istiyorsanız, ışığı daha fazla filtre eden, şeffaflık üzerine gitmek istediğiniz projelerde, çelik harika bir yol arkadaşı.

Burada çelik yapıların uzun ömürlü olmasını da katabilir miyiz? “Betonarme bir yapının ömrü 60 yıl oysa ben 300 yıllık yapılar yapmak istiyorum” demişsiniz. Bu düşüncenizde çelik öne çıkmalı herhalde?

Emir DRAHSAN: Sürdürülebilir bir malzeme o anlamda. Bugün yerinde dökerek kullandığımız betonarme zaten belli bir kapasitede; en fazla yerinde C35 kalitesinde dökebiliyorlar, çelikte ise böyle bir kısıtlamanız yok. Bu görüşümü paylaştığım o röportajda C60, C70 beton dökülebilen prefabrik betonarme yapı sistemleriyle, klasik dökme betonarme tekniği ile kıyaslamıştım. Fakat çeliğin daha ilginç bir özelliği var, defalarca söküp takarak, eriterek yeniden kullanabiliyorsunuz. Bu nedenlerle projelerimde mümkün olduğu kadar vida montajlı ya da blonlu sistem tercihler ediyorum. Betonarmede böyle bir şey bugünün teknolojisiyle mümkün değil, belki gelecekte mümkün olur.

Türkiye’de çelik yapıların yapı sektörü içinde aldığı payı biliyorsunuzdur sanıyorum %10’un altında. Bu oran sizin de eğitiminizi gördüğünüz Fransa’da %40’larda. Siz de az önce söylediniz çelik yapıların önemli özelliklerini, sizce neden Türkiye’deki yapı sektörü temsilcileri yine de uzak duruyor çelik yapılara?

Emir DRAHSAN: Tamamıyla ekonomik aslında bunun nedeni. Çünkü Türkiye çok uzun vadeli program yapabilen bir ülke değil. Zaten bunun doğal sonucu olarak özellikle Yap-Sat sektörü bugün çok büyük bir kısmını oluşturuyor yapı sanayinin. Halen büyük adalet sarayları, büyük hastaneler, okullar yapılıyor ama bu da aynı mantıkla. Müteahhit kontrolünde gelişen bir sektör oldu. Bunların politik güçleri de var. Bir şekilde bu ihalelerin nasıl yazılacağına kadar konuyu kontrol altına almış durumdalar. Bunun sonucunda da onların işine nasıl geliyorsa öyle yapmak istiyorlar.
 
Goldenkey Oteli projemizi yaparken çalıştığımız müteahhit ilk başta neden klasik bir betonarme ile çözmüyoruz diye sordu. Çünkü oradaki kar marjı ilk bakışta daha fazla. Alışkanlıklar da etkin rol oynuyor. Ancak prefabrik sistem ya da çeliği tercih ettiğizde her şey çok açık ve net oluyor. Ne malzeme ile oynayabiliyorsunuz, ne yapı ile oynayabiliyorsunuz. Hafif çözülmüş bir çelik yapı karşılarına geldiğinde, bir alt taşeron ile çalışılmak zorunda, ağırlık belli, sonuç olarak işin kaça mal edildiği ortada, betonarmeye göre çok şeffaf bir sistem çelik.
 
Konut sektörü ise tamamıyla Yap-Sat üzerine kurulu. Mesela Avrupa’da bir yapı yaptığınızda o binanın önümüzdeki 40 - 50 yıl nasıl yaşayacağı, ne kadar enerji harcayacağı, içinde yaşayacak insanlara ne kadar bir bakım maliyeti olacağı gibi hesaplamaları da yapmak zorundayız. Öyle bir noktaya gelindi ki, 50- 60 yıl sonra bu yapı ömrünü dolduruyor ve sökülmesi gerekiyorsa, ne yapılacağı sorusunu da insanlar bu günden sormaya başlıyor. Bu sürdürülebilirlik, ekoloji felsefesinin bir vazgeçilmezi. Çünkü böyle bir talep de var halktan. Bugün bir ev yaptırıyorum çocuklarıma da bırakabilmek istiyorum diyor orada insanlar. Bu anlayış, bilincin oluşması da 1960’larda 70’lerde toplu konut yapılarının, -bizim TOKİ’ye denk gelen yapılaşma- dinamitlerle yıkılmasından kaynaklanıyor. İnsanlar 40-50 sene oturdukları evlerin gözleri önünde yıkıldığını görüyorlar. Bu aslında ağır bir travma yaratıyor,o videolara bakarsanız insanlar derin üzüntü içinde ağlıyor evleri yıkılırken. Şu fark edildi; yapılan binalar, insanlara bu senin evin diyerek teslim ettikleri mekânlar, 50-60 sene sonra betonun doğası gereği yıkılmak zorunda. Avrupa’daki finansman da artık eskisi gibi işlemiyor. İnsanlar 20 sene borçlanıp bir ev alıyor, 50 sene sonra yıkılacaksa bir evi 20 sene borçlanarak satın almak çok mantıklıgelmiyor. Türkiye’de böyle bir durum yok, Türkiye’de müteahhit en ucuza yapıp, en pahalıya satıp ortadan kayboluyor. Artık satın alan başının çaresine bakmak zorunda. Bir de Türkiye’deki insanlar en fazla 5-10 sene plan yapabiliyorlar hayatları için, bir sene sonrasında ne olacağını bilmediğiniz bir ortamda, bu uzun vadeli plan oluyor üstelik.
 
Hatta binalarının yıkılmasından doğacak rantı düşünüyorlar. Bu gerekçelerle mi “Mimarlar finans sektörünün tetikçileri gibi” diyorsunuz?
 
Emir DRAHSAN: Böyle bir sistem içerisinde mimarlara çok fazla hareket edecek yer kalmıyor. Mimara çelik mi yapalım betonarme mi yapalım diye sormuyor bile kimse. Narköy Otel projemizde çelik sistem önerdiğimde de müteahhitlerin ilk tavrı, “Neden betonarme yapmıyoruz daha ucuza  mal olur?” du. Kısa vadeli plan yapmak artık bir refleks.
 
Siz nasıl değiştirdiniz bu müteahhitlerin görüşlerini de bahsettiğiniz projeler çelik oldu?
 
Emir DRAHSAN: Yüklenicinin görüşünü değiştirmek zordur, yatırımcıyı ikna etmeniz gerekiyor. Bizim şansımız Narköy projesinde  yatırımcının aynı zamanda işletmeci olmasında idi. Ayrıca aile şirketi olduğu için yapılan eseri ailenin gelecek kuşaklarını da düşünerek tasarlanması isteniyordu. Ayrıca betonarme daha ucuz dediklerinde aslında sadece karkası düşünüyorlar. Çelik yapı yaptığınızda ise daha bütüncül yaklaşıyorsunuz; taşıyıcının üzerine gelecek katmanlarla beraber düşünüyorsunuz ve hafif bir yapı olduğu, çok daha hızlı inşa edilebildiği için işin dip rakamına baktığınızda (tüm kalemleri toplayıp total rakamına baktığınızda) betonarme ile yakın maliyetler elde etmekle beraber, sonuçta daha sürdürülebilir bir yapı yapmış oluyorsunuz.
 
Oransal bir şey söyleyebilir misiniz?
 
Emir DRAHSAN: Narköy projesi için gerçekten böyle bir kıyaslama hesabı yapmıştık. Beton ve çelik olarak karşılaştırdığımızda betonarme karkas çelik karkasa göre neredeyse yarı fiyatına mal oluyor idi ama  ondan sonra üzerine gelecek bütün katmanları,iç-dış bitiş detaylarını kattığımızda aradaki fark %10’lara kadar düşüyor. Artısı eksisi ile baktığınızda çok ciddi bir avantaj elde ediyorsunuz çelik olunca. Mimarlar konuya bütüncül yaklaşmak zorunda ve bir binanın gerçek dip rakamı sadece binanın maliyeti değildir. Binanın maliyeti artı belki 10-15-20 sene boyunca size çıkartacağı masraflardır. Bunlara totalde bakmanız lazım.
 
Maliyet noktasında kalınıyor burada, Fransa’da da maliyetler önemseniyordur oysa, orada nasıl gelişebiliyor Çelik Yapılar sizce?
 
Emir DRAHSAN: Kültürel de bir şey bu.Eiffel Kulesi’ne de baktığınız zaman halen en ilginç örneklerden biridir. Nerdeyse 150 yıldır yapı orada ve çok da etkileyici. Turistik imajından da öte yapının gerçekten strüktür olarak bir başarısı var. Bir çok kişi kuleyi Eiffel’e atfeder, aslında Eiffel mühendistir ve aslında projenin müteahhitidir.Aslında projenin bir de mimarı vardır: Stephen Sauvestre, hatta bu mimar da benim mezun olduğum ESA’dan mezundur.Mimar mühendis birlikte çalışmıştır bu yapıda ve bu anlamda güzel bir ortak çalışma eseridir.
 
Sizin gördüğünüz ilk çelik yapı, dikkatinizi çeken hangisiydi oralarda?
 
Emir DRAHSAN: Fransa’da en etkilendiğim yapılardan en önemlisi Eiffel Kulesi. Her yapıyı inşa edildiği kendi dönemi şartlarında ele almalıyız. Mesela 1930’larda yapılmış Paris’te bir de halk evi yapısı var: Maison du Peuple. Bu da mühendis ve mimarların beraber tasarladığı enteresan bir yapıdır. Burada Jean Prouvé’den bahsetmeliyiz. Kendisi Nancy kentinin zanaatçı bir ailesinden geliyor. Çelik üzerine yaptığı çalışmalar takdire şayan. Prouvé daha 1930’lu yıllarda “Eğer biz bugün inşa ettiğimiz uçakları bina teknolojisi ile yapsaydık asla uçamazlardı” diyordu. Artık cisimleri uçuracak teknolojiye sahibiz ama bina teknolojisi yerinde sayıyor diye serzenişte bulunuyor. Uçak teknolojisinin hafifliğini, hızını, bağlantı detaylarını bina endüstrisine transfer etmek düşüncesi var. Bir diğer beni etkileyen çelik yapı ise Pompidou Sanat Merkezi. İlginç bir anekdot; bu yapı yarışmayla yapılıyor, yarışma jürisi başkanı da Jean Prouvé’dir. Yani eğer o jüride Prouvé gibi vizyonu geniş bir insan olmasaydı, böylesine iyi bir proje belki de seçilemeyecekti.

Türkiye’ye döndüğünüzde Kartalkaya’da bir otel tasarımı yapıyorsunuz Goldenkey.Oldukça ilginç bir yapı. Bu yapı Ala Sawa adı verilen prefabrik beton sisteminde gerçekleşiyor. Aslında çelik-beton kompozit bir sistem gibi denebilir mi?
 
Emir DRAHSAN: Çeliğin hafifliği ve esnekliği her zaman mühendislere bir ilham kaynağı olmuştur. Ala Sawa aslında çelik halat ile takviye edilmiş beton teknolojisidir.Betonarme kiriş ve kolonların içerisinden çelik halatlar geçirilerek ard germe sağlanıyor ve yapıya çelik hareketi yaptırılıyor. Bu tip hibrid teknolojilerin gelecekte artmasını umut ediyorum.
 
Bu sistemde kolonlar hacimsel olarak da küçülüyor mu?
 
Emir DRAHSAN: Evet çok küçülüyor. Ayrıca sistemin çelik ile müthiş bir uyumu söz konusu. Zaten ana karkası ala-sawa ile kurduktan sonra çatı, merdivenler, bloklar arası bağlantı köprülerini yapısal çelik ile çözdük. Çelik elemanları bloklardan birine ankre ettik, diğer taraf ise mafsallı çözüldü.
 
Otel yapılarından biz yatırımcılarımıza çeliğin yenilenme kolaylığı ve hızı konusunda çok önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bu otelde bu özellikler ortaya çıkıyor mu?
 
Emir DRAHSAN: O anlamda Goldenkey çok başarılı bir örnek. 12 metreye 12 metre açıklıklar var, 1,5 metre de konsol kullandık, binanın orta alanının hiç bir yerinde kolon yok. 20 sene sonra binanın içini komple yıkın, yeniden oda bölmelerini, sirkülasyonunu vs yeniden tasarlayabilirsiniz.
 
Çelik projelerinizde Türkiye’de uygulamada zorluklar yasıyor musunuz? Buradaki sektörün oyuncularıyla tanışıyor musunuz? Sizin isteklerinize destek verebiliyorlar mı?
 
Emir DRAHSAN: Zorlukları özellikle detaylarda yaşıyoruz. Mühendis arkadaşlarımızın hem alışkanlıkları hem de yönetmelikler ciddi anlamda bizi yoruyor bazen. Zamanla daha çok sektörden oyuncuyla tanışma fırsatım oldu. Gerçekten uluslararası anlamda da iş yapabilen çok iyi yapımcı firmalar mevcut.İsterim ki bu firmalar Ar-Ge’ye daha fazla ağırlık versin ve mühendislik hesapları konusunda da iddialı bir noktaya gelebilsinler.

Anneniz de iç mimar ve siz mimar olmadan önce annenizin ofisinde gördüklerinize yorumlar getirince size “Meydan okuma!” diye takılırlarmış. Ve yıllar sonra mimar olduğunuzda bu zaman gönderme yapıp “Meydan okumaya hala devam ediyorum” diyorsunuz. Mimarlık meydan okumak mıdır biraz da?
 
Emir DRAHSAN: Aslında her zaman için kendinizle çıktığınız bir yolculuk. Yani o meydan okuma dediğiniz şey, her şey, aslında kendinizle alakalı. Çünkü sınırları kendiniz koyup kendiniz yıkıyorsunuz. Birçok insan size şunu yapamazsın, buralarda olmaz, böyle yaparsan rahat edersin diye akıl veriyor. Eğer siz o söylenen şeyleri olduğu gibi alıp kendi kafanızda bunlarla ilgili bir sınır çizerseniz, o sınırlar içerisinde kalırsınız. Anlatılanları, yapılamayacakları birer tehlike, risk olarak algılayıp, tamam bunlar var ama ben bunlara karşı nasıl bir strateji geliştirebilirim, bu sıkıntıyı nasıl aşabilirim, bu riski nasıl risk olmaktan çıkartırım diye sorguladığınızda o sınırlar da dağılıyor. Ama bu sadece burada değil Dünya’nın her yerinde her zaman var. Bence Kristof Kolomb’a da demişlerdir aman ne yapıyorsun koca okyanusu geçmeye kalkıyorsun, bunun fırtınası var, dev dalgaları var, susuzluğu, açlığı, hastalığı var, yok olup gidersin, deli misin otur evinde eşinle güzel güzel yaşa. O da doğru haklısınız deyip yola çıkmasaydı, Amerika’yı kim ne zaman keşfederdi kim bilir.
 
Mimari öncesinde Fransa’da Plastik Sanatlar Atölyesi’ne gidiyorsunuz. Çelik yapının estetik değerini fark etmenizde bu eğitimin rolü olmuş mudur?

Emir DRAHSAN: Evet, mutlaka oldu. Çeliği bir heykel gibi çalışabilirsiniz. Plastik Sanatlar Atölyesi’nde iken Calder’in devasa çelik heykelleri ile tanıştım. Richard Serra da beni etkileyen heykeltıraşlardan biri; sadece çelik plakalar ile mekân yaratan müthiş biri. Frank Gehry, Massimiliano Fuksas, yine çelik konusunda çok özel projeler yapan mimarlar. Bernard Tschumi’nin Paris’te tasarladığı Villette Parkı vardır; heykelsi yapılar, köprüler, pergolalar, tamamıyla çelikle tasarlanmıştır. Üniversite birinci sınıfta bu çelik yapıların strüktürel analizlerini yaparak başlamıştık yapı dersine.
 
Mimarlıkta heyecan uyandıran insanlarla tanışmak çok önemlidir sözünüz geliyor akla tabii siz böyle anlatınca. Türkiye’de çelik yapı anlamında sizi heyecanlandıran mimar var mıdır mesela?

Emir DRAHSAN: Ahmet Alataş’ın projelerini beğeniyorum. Türkiye’de 1,5 yıl kadar Gökhan Avcıoğlu ile çalıştım ve çelik konusunda oldukça cesaretli bir duruşu var kendisinin.
 
Çeliği nasıl ve ne şekilde kullanmak sizi heyecanlandırıyor?

Emir DRAHSAN:Türkiye’de şöyle bir durum var; nerede en çok çeliği kullanıyorlar diye sordum; cevap kutu profil imalatlarında. Özellikle kaplama yapılacak yerlerde alt karkas olarak veya cephelerde sıklıkla kullanılıyor. Kutu profille neredeyse heykel yapacak ustalar var. Bu aralar projelerimde kutu profillerle farklı tasarımlar yapmak için uğraşıyorum. Örneğin projenin tüm strüktürel elemanları da; kirişi, kolonu, bağlantıları kutu profillerden oluşuyor. Kutu profil, plaka ve L profille bir yapı tasarlamaktayım. Aslında kutu profille neler yapılabileceği üzerine çeşitlemeler gibi düşünebilirsiniz. Farklı kalınlıklar, farklı ebatlar, doksan derece olmayan açılarla kullanıyorum. İmalatı kolay ve hızlı oluyor. Maliyet olarak da daha ucuza mal edebiliyoruz.
 
Kaç katlı yapılar bunlar?

Emir DRAHSAN: İki katlı ve tek katlı yapılar bunlar. Ayrıca iki buçuk metre konsollar mevcut.
 
Detay sorunu yaşadınız mı bu projenizde?

Emir DRAHSAN: Mühendis ekibimizle birlikte kendimize bir takım tip detaylar oluşturduk. Bu detayla kendi lügatımızı da oluşturuyoruz. Uygulama konusunda ise bunları test etmekteyiz. Yakında daha detaylı bir değerlendirme yapabileceğim.
 
Türkiye’de gerçekleştirilen çelik yapılar için düşünceniz nedir? Çelik malzemenin değerlerini ortaya çıkartan hafif, esnek,güvenli tasarımlar diyebilir miyiz?

Emir DRAHSAN: Şu anda gerçekten güzel çelik projeler yapılmaya başlandı Türkiye’de de. Sizin dergilerinizde de yayınlanan projelere bakıyorum, çok güzel işler var. Çelik doğası gereği esneyen ve titreyen bir malzeme, bir çelik binada yaşıyorsanız binanın esneyebileceğini, titreyebileceğini kabul etmeniz ve hatta bunun güvenli bir durum olduğunu bilmeniz, kabullenmeniz lazım. Esneyen bir bina esnemeyen bir binadan çok daha güvenli ve sağlıklıdır ve özellikle çelik yapıyorsanız binanın esnemesi de normaldir. Bu tamamıyla psikoloji ile alakalı. İnsanlar titreyen bir yapıda kendini güvende hissedemeyeceğini düşünür. Örneğin bir asma köprüde titreme önemlidir, titremelidir, titrediği zaman sağlıklı bir yapıdır.

Dünya’da ve Türkiye’de nereye doğru gelişir sizce çelik yapı alanı?

Emir DRAHSAN: Asıl eğlenceli kısmı da burası bence. Artık nano teknoloji ile malzemenin atom yapısına kadar müdahale edilebiliyor. Bir çelik profil hesaplanırken yükseklik, en boy, profil formu ve çeliğin yapısal kompozisyonu hesaba katılır. Kompozisyon derken malzemenin atom ölçeğindeki yapısından söz ediyorum. Bir çelik hiçbir zaman saf çelik değildir, farklı atomlardan oluşur. Nano teknolojiyle artık çeliğe atom ölçeğinde müdahale etmek mümkün. Bu da çok daha saf malzemeler göreceğimiz anlamına geliyor. Böylece aynı çelikle, mesela 30’luk bir IPN ile 8 metre değil belki 80 metre geçebileceksiniz. Çünkü çeliğin içindeki saf olmayan kısmından kurtuluyorsunuz.
Bir diğer konu ise kompozit malzemeler. Mesela yeni uçak alaşımları sayesinde uçaklar daha sağlam ve hafif oluyorlar, dolayısı  ile daha rahat uçuruyorsunuz, daha az yakıt harcıyorsunuz, daha çok yolcu taşıyan büyük uçaklar yapabiliyorsunuz, kapasite yükseliyor. 50 sene öncesinde kullanılan uçağın etrafındaki çelik alaşımı ile bugünkü arasında ciddi farklar var, keza otomotivde de öyle. Jean Prouvé’yi yeniden hatırlamalıyız. Yakın zamanda tamamıyla fiber çelik alaşımından veya bambaşka yeni malzemelerden binalar yapmaya başlayacağız. Bu çok daha hafif, çok fazla büyük açıklıkların geçildiği, çok daha güvenli yapılar yapacağımız anlamına geliyor. Bugün kullanılan betonarme ve çelik hesap programlarının hiçbir geçerliliği kalmayacak ve mimarlar da bu yeni malzemelerle yapılabilecek yeni formlara hazırlıklı olmalılar. Üç boyutlu yazıcı teknolojileri öyle bir noktaya geliyor ki, yakında yüksek yapıları bile yazdırarak inşa edeceğiz. Çok daha büyük, endüstriye yönelik yazıcılar olacak elimizin altında. Konuya kent ölçeğinden yaklaşırsak, şu an en büyük problemlerden bir tanesi binaları tekil olarak tasarlıyor olmamız. Kentsel bütünlük tamamıyla yok olmakta. Zemin üzerine inşa ediyorsunuz ve en değerli olan zemin ve toprak geri döndürülemeyecek şekilde zarar görüyor. Yaşadığımız sel felaketlerinin nedeni işte suyun emilebileceği doğal toprak zemin kalmaması şehirde. Yakında binaların tamamıyla zeminden koptuğu ve uçabileceği yapılar olacak. Şu an manyetik alan ile giden trenler ve yeni ulaşım araçları var. 50 sene sonra nano teknoloji ile bugün yaptığımızın 100 katı hafif bir binayı yapıp bunu da çok daha ilerlemiş bir manyetik teknoloji ile tamamıyla havada duran, depremden, zeminden hiçbir şekilde etkilenmeyen, rüzgâra göre kendini ayarlayabilen hale getirebiliriz. Evinizi alıp taşıyorsunuz mesela bir yerden başka bir yere…
 
Türkiye’de kısa vadeli olarak çelik yapıların yaygınlaşması için yapılması gereken ne olabilir?

Emir DRAHSAN: Acil olarak çelik yapının yaygınlaşması için yönetmelikleri değiştirmek gerek. Günümüz ihtiyaçlarından uzak, teknolojik gelişmeleri hesaba katmayan yönetmeliklerle uğraşıyoruz. Bu yönetmelikler dolayısıyla mühendisler de beklenenin aksine betonarme gibi çözülmüş ağır çelik yapılar tasarlıyorlar. Dolayısı ile maliyet artıyor. O zaman da yatırımcı bu tip çözümlerden uzak duruyor. Çeliğin gerçekten felsefesine uygun yönetmelikler olması gerekiyor. Bu yeni yönetmelikleri en hassas ve efektif şekilde uygulayacak, detaylar anlamında bilgili ve yaratıcı mimar ve mühendislerin yetişmesi lazım aynı anda. Bununla beraber yatırımcıların bilinçlenmesi ile çeliğin daha fazla kullanılmaya başlanacağına inanıyorum.Alışkanlıkların kırılması her zaman vakit alıyor. Ancak gerekli şartlar oluşursa örnekler çoğalacak ve bilinç düzeyi hızlı bir şekilde artacaktır.
Çelik Yapılar - Sayı: 52 - Ağustos 2017



© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği