Türk Yapısal Çelik Derneği (TUCSA) Yönetim Kurulu Başkanı H. Yener Gür’eş’in yaptığı açış konuşmasının ardından (Güreş’in konuşmasının detaylarına Ajandam başlıklı bölümden ulaşabilirsiniz) söz alan Dalbeler, şu noktaların üzerinde durdu:
“Birçok platformda dile getirdiğim gibi çelik sektörü sadece hammaddeyi ergiterek çelik üretenlerden oluşmuyor. Çelik sektöründe, hammaddeden nihai ürün oluşana kadar tüm girdileriyle üretim yapan herkesin bir bütün olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman belli platformlarda aynı sektörün farklı segmentleri maalesef görüş ayrılıklarından dolayı karşı karşıya geliyorlar. Bu da birçok alanda farklı algılar yaratıyor. Bizim bunu kırmamız lazım. Öncelikle iş birliği kültürü olarak sıkıntılarımız var. Bunu bir an önce başarıyor olmamız gerekiyor. Zira önümüzdeki zaman bu ihtiyacı daha da ortaya çıkartacak.
Bundan iki hafta öncesinde, ilk kez Şubat 2020’den bu yana deniz aşırı seyahat gerçekleştirip bir konferansa katıldım. Aslında bir taraftan da merak ediyordum, 12 saat maske ile yolculuk pek rahat değil. Diğer taraftan konferansa gittiğimde şunu gözlemledim: artık hepimiz o normal yaşama dönebilmek için can atıyoruz. Bunun için her türlü girişimi de yapmaya çalışıyoruz. Çelik sektörü ile ilgili olarak bir takım gelişmeler var son dönemde. Biz de bu gelişmeleri son 3-4 sene içerisinde hep tartışıyoruz. Aslında Türk çelik sektörü, malumunuz 2020 senesindeki süreci pandemi (kürsel salgın) ile birlikte Dünya’nın aksine olumlu bir şekilde yönetebildi. Birçok gelişmiş büyük çelik üreticileri, Japonya, Güney Kore, Hindistan, Almanya veya ABD gibi ülkeler %10-20 oranında küçülürken 2020 yılı sonunda Türkiye %6 büyümeyi başardı ve sıralamada Dünya genelinde 7. olarak yılı sonlandırabildi. Türkiye’deki yöneticilerin kriz yönetimi konusunda Dünya genelinde en tecrübeli yöneticiler olmalarının bu duruma yol açtığını düşünüyorum.
Türk çelik sektörünün pandemi ile birlikte yaşadığı sıkıntı sadece küresel anlamdaki bilinmezlik ile ilgili değildi. Biz zaten bu krize adım attığımızda elimizde farklı sıkıntılar da mevcuttu. Malumunuz 4-5 yıldır Dünya genelinde var olan ticari savaşlar sonucunda maalesef bunun en büyük mağduru da Türk çelik sektörü oldu. Önce ABD %25 oranında bir vergi koydu, kısa bir aradan sonra Türkiye daha büyük bir tehditmiş gibi bu oranı %50’ye çıkarttılar. Bakıyoruz kısa bir süre önce ABD ve Avrupa karşılıklı olarak yaptırımları kaldırma kararı aldılar ve uzlaşıya vardılar. Bununla birlikte artık Avrupa Birliği ülkelerinin ABD’ye yaptığı ihracat gümrükten muaf. ABD bu kararı ülkenin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğu gerekçesiyle almıştı. Fakat bakıldığında bugün itibariyle ABD’nin ithal etmiş olduğu toplam çelik miktarının %80’i vergiden muaf. Yani bu şu anlama geliyor: 70 yıllık bir NATO müttefiki olan Türkiye sanki ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit unsuruna dönüştü. Diğer yandan Avrupa Birliği de malumunuz ABD’nin hemen akabinde alınmış olunan karardan kaynaklı çelik ithalatının ABD’den Avrupa’ya yönelmesini bahane göstererek bir koruma önlemi aldı. Bu koruma önlemi herkese eşit uygulanır gibi görünürken sonrasında yapılan değişikliklerle Türkiye bir anda Avrupa’nın en büyük hedefi haline geldi. Hâlbuki 1997 yılından bu yana Avrupa Kömür Çelik Topluluğu Anlaşmasının bir üyesi olarak biz Avrupa’da bir ortak pazar içerisinde kendileriyle serbest ticaret yapan bir ticaret partneri olduğumuzu düşünüyorduk. İlk 20 yılında bu anlaşmanın ciddi anlamda faydasını gören Avrupa Topluluğu, Türkiye lehine gelişmeleri gördüğü anda Türkiye’yi bir hedef niteliğine büründürdü ve bütün önlemleri Türkiye’nin ihracatını engelleyecek şekilde almaya başladı.
Globalleşme Devri Kapandı
Bakıldığında günümüz dünyasında ne 70 yıllık bir NATO müttefiki olmanın ne de 25 yıllık bir ortak pazar ticaret partneri olmanın çok da bir anlamı yok. Zira bu zor zamanlarda herkes kendi çıkarını maksimum seviyede tutacak şekilde politikalar yürütüyor. Biz de Türkiye olarak bu zor süreci aslında rakiplerimize oranla daha başarılı yönetmişken önümüzdeki dönemde bunları göz önünde bulundurmak zorundayız. Bunu neden her konuşmamda yineliyorum? Aslına bakarsanız 2018’de bu kararlar alınmaya başladığından bu yana aynı şeyi tekrarlıyoruz. Zira bizim de mutlaka ve mutlaka bize karşı alınan bu hareketlere veya davranışlara karşı bir cevap vermemiz gerekiyor. Bundan sonra sadece çelik sektörünün değil, tüm imalat sektörünün geleceği açısından alınması gereken kararları bir an önce netleştirmemiz gerekiyor. Çünkü Dünya artık globalleşmekten uzaklaşmaya başladı. O devir kapandı. Artık daha da bölgesel hale geliyor ki aslında Türkiye’nin burada bir takım avantajları mevcut. Malumunuz pandemi ile birlikte Dünya bugüne kadar ucuz olarak biz her şeyi Çin’de üretelim politikasının sıkıntılarını keşfetti. Bunun üzerine alternatif bir takım üretim merkezleri de aramaya başladı. Türkiye bunların içerisinde öne çıkanlardan bir tanesi. Biz son 1,5 yıl içerisinde Türkiye’deki imalat sanayindeki gelişmeyi, büyümeyi ve talep artışını net bir şekilde görüyoruz. Aslında bizim geçen sene %6’lık büyümemizin gerekçelerinden bir tanesi içerideki talep ve artıştı. Bu seneye baktığımızda büyüme daha iyi seviyede. Üretimde %20 oranında bir büyüme görüyoruz. Tüketimde ise daha da ilerdeyiz. Bakıldığında hem üretimimizde hem de diğer taraftan ihtiyacı karşılayamadığı için ithalatta bir artış var. Bu da sonuç itibariyle imalat sanayinin çok canlı olduğunun en büyük göstergesi. Fakat biraz önce bahsettiğim tehlikeleri göz önüne bulundurursak önümüzdeki döneme dair ne yapmamız konusunda ciddi bir politika oluşturmamız gerekir. Mesele sadece işin ticari boyutuyla sınırlı değil. Geçen sene de bu konuda konuşmuş idik, önümüzdeki dönemde en büyük konumuz ise emisyon ve çevre.
Bir hafta önce ABD’de katıldığım konferansta konuşulan tek konu aslında karbon salımı idi. ABD’de de ve Avrupa’da birçok yeni yatırım öngörülüyor. Malumunuz emisyonu düşürmenin şu an için kısa vadede en geçerli yolu cevhere dayalı üretimden hurdaya dayalı üretime kaymak. Türkiye bu noktada ciddi bir avantaj sahibi. Dünya’daki çelik üretiminin yani 1,8 milyar tonluk büyüklüğün yaklaşık %25’i hurdaya dayalı. Türkiye’de ise bu tam tersi. Biz sadece 1/4'ü cevhere dayalı üretim yaparken 3/4 oranında hurdaya dayalı üretim yapıyoruz. Bu avantaj gibi görünse de burada iki tane sıkıntı var. Birincisi enerjinin ne kadar temiz olduğu. Diğeri de malum hammadde yeterliliği. Bakıldığında diğer alternatifler yani cevheri doğalgazla redüklemek, sünger demir elde etmek veya hidrojenle redüklemek, bunlar çok daha uzun vadede çözülecek sorunlar. Enerjinin yenilebilir hale getirilmesi de kısa vadede gerçekleştirilebilecek bir şey değil. Bu açıdan bakıldığında özellikle ABD ve Avrupa’daki yerleşik olan büyük üreticilerin ilk etapta aldıkları karar mevcut cevhere dayalı bir üretim kapasitesini hurdaya yönelik hale getirip yeni ark ocakları kurmak doğrultusunda. En büyük avantajları ise hammaddenin onların coğrafyasında yaratılması. Avrupa malumunuz geçen hafta itibariyle bir takım önlemler aldı. OECD dışında kalan ülkeler için yapılacak hurda vb. atık ihracatında ilave bir takım şartlar aramakta. Aslında Avrupa Çelik Üreticileri Konfederasyonu uzun süredir Brüksel üzerinde bir baskı yaratıyor. Özellikle hurdanın ihracatında belli kısıtlamalar getirilmesi gerektiğini dile getiriyorlar. Amaçları bu kurulacak olan yeni ark ocaklı, yani hurdaya dayalı üretim kapasitelerinde rekabeti en aza indirmek. Özellikle bu iki bölgede ileriye dönük ciddi gelişmeler bekliyorum. ABD’de sadece 2021 yılına bakın, satılan çelik Dünya ortalamasının iki misli. Geçmişte biz ne zaman ABD’ye gitsek, herhangi bir toplantıda veya bir toplulukta Avrupalılar da buna dâhil olmak üzere, ABD’liler ithalatı damping yapılmış çelik olarak değerlendiriyordu. Yani onlar için yurt dışından gelen her ton çelik damping yapılarak geliyor idi, böyle niteliyorlardı. Fakat şimdi özellikle bu sene Dünya ortalamasının en az iki misline satış gerçekleştiği için bu argümanın geçerliliği kalmadı. Yeni bir terminoloji geliştirdiler. Şimdi diyorlar ki “kirli çelik” yani yurt dışından gelen her çelik, kirli çelik. Algıyı bu yöne çevirmeye başladılar.
Malumunuz çelik sektörü bu sene en iyi dönemlerinden birini yaşadı. İki misli fiyatla satılan bir ortamda ABD çelik sektörü, bu sene Dünya ortalamasının yani kazanılan kârın üzerine 50 milyar dolar daha kâr ekledi. Çok ciddi bir kaynak oluşturdular. Bundan dolayı da halihazırda önümüzdeki seneden itibaren devreye girecek, açıklanmış 10-15 milyon ton civarında yeni bir yatırım mevcut. Keza aynı şekilde ArcelorMittal’in sürdürülebilirlik raporunu inceleyebilirseniz Avrupa’da da üç bölgede üç tane benzer tesis yapılacağı belirtiliyor. Sadece bununla da kalmıyor, diğer büyük üreticiler de şu an için bu kararları aldılar ve önümüzdeki dönem hurdaya bağlı üretim için yatırım düğmesine basacaklar. Bu durum tabii bizi nasıl etkileyecek? Türkiye üretimde kullanmış hammaddenin neredeyse %80’ini ithal ediyor. Bizde de bir takım yatırım faaliyetleri var. 40 milyon tona yılın sonu itibariyle ulaşacağız. Önümüzdeki süreçte belki bu rakam 45 milyon tona kadar çıkacak. Bu noktada %80’in de üzerine çıkacak bir hammadde ihtiyacı doğacaktır. Hammaddenin kaynaklarına Türkiye için baktığınızda üç büyük kaynak var. Bunlardan bir tanesi, Baltık bölgesi ağırlıklı olmak üzere Rusya, bir diğeri Avrupa Topluluğu, bir başkası da ABD. Rusya zaten yıllardır hurdasına ihracat vergisi uygulamakta. Bunu en son 100 avroya çıkarttılar. Avrupa Topluluğu, OECD dışı ülkeler için süreci başlattı. Bu süreç Türkiye için bir avantaj gibi gözükse de kısa ve uzun vadede yaşanacak gelişmeler bende endişe yaratmakta. Onlar yaklaşık 20-25 milyon ton civarında bir hurda ihraç ediyorlar. ABD’de de ise bu rakam 15 milyon ton civarında. Orada yapılacak yatırımlarla birlikte bunun miktarı azalacaktır. Zira ABD’de özellikle hurda toplayan büyük firmalar tamamen çelik üreticilerinin kontrolünde. Yanılmıyorsam 2008 yılında Nucor, The David J. Joseph Company adlı firmayı 1,6 milyar dolara satın alırken, bir başka çelik üreticisi Steel Dynamics ise Omni Resources isimli bir firmayı 1,2 milyar dolar ödeyerek satın aldı. Bunlar tamamen piyasayı ele geçiriyorlar. Türkiye’nin gene aynı koşullarda hammaddeye ulaşmasında ciddi sıkıntılar yaşanacaktır.
Tabii bu kadar karamsar olmaya da gerek yok. Malumunuz Dünya ölçeğine bakıldığında Türkiye’nin belli avantajları hâlâ var. ABD ve Avrupa, önümüzdeki dönemdeki çelik sektörü özelinde o zor günleri aşıp belki daha kuvvetli hale gelecektir. Ama bu yapıyı nasıl oluşturacağını birlikte göreceğiz. Şunu tekrar söylemekte yarar var. Eski düzen değişecek gibi görünüyor. Daha bölgesel, tedarik zincirinin daha kırılgan olduğu bir döneme giriyoruz. O yüzden de Türkiye, hem enerji kaynakları hem de hammadde açısından kendi kendine yeterlilik anlamında gereken tüm adımları atmak zorunda. Ben her halükarda çelik sektörünün bugüne kadar gösterdiği performansı, edinmiş olduğu tecrübeyi ileride de şartları kendi lehine değiştirmek üzere kullanabileceği kanısındayım. Umarım yaşadığımız sıkıntıları atlatır, güzel günlere ulaşabiliriz.