TR|EN
Güncel
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 73 - Kasım / Aralık 2021

Yapısal Çelik Günü


YEŞİL ÇELİK

Ekinciler Holding İcra Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Soykan, 22. Yapısal Çelik Gününde katılımcılarla buluştu. Soykan, görsel öğelerle gerçekleştirdiği sunumunda emisyon verilerinden yola çıkarak çeliğin geleceğine dair önemli saptamalarda bulundu.

Ekinciler Holding İcra Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Soykan konuşmasında şu noktaların altını çizdi:
 
“Sunumumda kısaca çelik sektöründeki yeşil dönüşümü birkaç başlık içerisinde ifade etmek istiyorum. Konunun daha iyi anlaşılması için biraz geriden başlayacağım. İklim değişikliği dediğimizde özellikle atmosferde kızıl ötesi ışınları tutan, karbondioksit, metan, hidroflörür karbonlar gibi gazlar sera gazı olarak tanımlanıyor. Bunlar içerisinde şüphesiz en önemlisi karbondioksit. Bu noktadan geriye doğru gittiğimizde, 1992’de Birleşmiş Milletlerin Rio’da gerçekleştirdiği ilk çerçeve sözleşmesiyle aslında çalışmalar başlamış oldu. 2005 yılındaki Kyoto Protokolü ise ikinci adımdı. 2015 yılındaki Paris Anlaşması ise birtakım hedeflerin ortaya konulduğu bir anlaşma oldu. Konu tabiri caizse ete kemiğe bürünmeye başladı. Küresel ısınmayı azaltmaya yönelik politikaların esasını oluşturdu. 
 
Aslında Paris İklim Anlaşması bize dört başlıkta karbon azaltılmasının nasıl olmasını gerektiğini ifade ediyor. Ülkelere herhangi bir hedef vermekten ziyade, ülkelerin beyanlarını sera gazı azaltım taahhütlerini nasıl gerçekleştireceklerine dair bir yol haritası ortaya koyuyor. Bunlardan birincisi mutlak azaltım, ikincisi tavan emisyon yılı, üçüncüsü referans senaryolara göre azaltım, son olarak da emisyon yılı hedefi olmak üzere bu dört başlıkta küresel mücadeleye katkı vermesi bekleniyor ülkelerden. 
 
Emisyon rakamlarına karbondioksit noktasında baktığımızda, bu konudaki otorite kurum bildiğiniz gibi Uluslararası Enerji Ajansı. 1990 yılı başlangıç noktası kabul edildiğinden, bu yılda tüm Dünya’da 20,5 milyar ton civarında bir karbondioksit salımı söz konusu. Bu, kömür petrol ve doğalgaz kaynaklı bir emisyon. Söz konusu rakam 2018 yılında 33,5 milyar ton ve 2019-2020 yıllarında yaklaşık 35 milyar ton karbondioksit salımına ulaşmış durumda. Şüphesiz buradaki en büyük kirletici beklendiği gibi yaklaşık 10 milyar ton ile Çin, ikinci sırada da 4,7 milyar ton civarıyla ABD. Aslında bu iki ülke, dünyadaki karbondioksit emisyon salımının yaklaşık %40-45’ini oluşturuyor. 
 
Türkiye Ortalamanın Biraz Üzerinde
Bazı noktalarda “kişi başı” olarak ifade edilen parametreler var. Ülkeleri buna göre kategorize ediyorlar. 2020 yılında Dünya’da kişi başına düşen emisyon miktarı ortalama olarak 4,49 ton. Türkiye Dünya ortalamasının çok az bir rakamla üzerinde, 4,66 ton değerine sahip. Kişi başı olarak en yüksek değer ABD’ye ait. Ortalamanın yaklaşık 3 katından fazla, 14,3 ton. Yine en büyük kirletici olan Çin’de ise nüfusu fazla olduğundan ortalama biraz düşük gözüküyor, 7,61 ton oranı karşımıza çıkıyor.
 
Özellikle emisyonların kırılımını sanayiye doğru yaptığınızda çelik sektörü gezegenimizdeki tüm emisyonun %7,2’sini üretiyor. Dünya’daki emisyonun 15’te 1’ini içerisinde bulunduğumuz sektör meydana getiriyor. Ülkemizin bu perspektifteki durumuna baktığımızda ise biz 1992’deki Rio Sözleşmesine 2004 yılında taraf olduk. Burada herhangi bir emisyon taahhüdümüz söz konusu değildi. Ancak 2014 yılından beri de emisyonların düzenli izlenmesi ve raporlanması şeklinde bir mevzuata sahibiz. Malumunuz, ekim ayının başlarında ülkemiz Paris İklim Anlaşmasının onaylanmasını uygun buldu ve kanunu meclisten geçirerek Resmi Gazetede yayımlamış oldu. Artık ülkemiz bir taraf haline geldi. Böylece 2015 yılında Birleşmiş Milletler Sekreterliğine sunduğumuz emisyon azaltım taahhüdümüzü 2030 yılı içerisinde %21 noktasında düşürmek gibi bir zorunluluğun altına girmiş olduk. 
 
Dünya’da ve ülkemizde emisyonları nasıl azaltacağımızı değerlendirdiğimizde karşımıza 4 adet parametre çıkıyor. Bunlardan en önemlisi Emisyon Ticaret Sistemi. Karbon Vergisi, Emisyon Azaltım Kredileri ve Yenilenebilir Enerji Sertifikalarıyla da bu mücadele noktasında adımlar atılıyor.
 
Emisyon Ticaret Sistemi, Dünya’da 70’e yakın ülkede başlanmış olup Avrupa Birliği’nin 2005 yılında başladığı Emisyon Ticaret Sistemi yapının temelini oluşturuyor. 28 AB ülkesi ve İzlanda, Lihtenştayn ile Norveç’i kapsıyor. 11.000 ağır sanayi kuruluşu ve yüksek enerji üreten, tüketen, emisyon üreten şirketler bunun içerisine dâhil olmuş durumda. Bu sistemin çalışmasıyla beraber karbon vergileri de şirketlerin gündemine gelmiş olup, özellikle son 2 yılda yaşadığımız küresel salgınla beraber ciddi oranda bu vergilerde bir artış görülüyor. 
 
Bu yılın başında, yaklaşık 1 ton karbondioksit karşılığı karbon vergisi 30 avro civarındayken eylül ayı sonunda 60 avro ve 21 Kasım’da da 70 avro/ton kritik seviyesini geçmiş durumda. Yani 1 ton karbondioksit salımı için ödediğiniz karbon vergisi rakamı 70 avro gibi oldukça yüksek rakamlara çıktı. Bu rakamlara birkaç yıl sonra ulaşılması beklenirken çok hızlı bir şekilde karşımıza geldiği anlaşılıyor. Dünya, Çin’de 2019 sonunda başlayan küresel salgın ile karşılaşırken Avrupa Birliği tam da bu süreçte 11 Aralık 2019’da Yeşil Mutabakatı ilan etti. 2050 yılı içerisinde Avrupa’yı gezegenin ilk karbon nötr kıtası haline getirme vizyonunu ortaya koydu. Akabinde 2020 yılı içerisinde bu hedefe ulaşabilmek noktasında çok sayıda mevzuatta değişiklikler ve yenilikler meydana geldi. 
 
2021 yılında ise 9 Temmuz’da Avrupa Birliği ilk iklim kanununu çıkardı ve Resmi Gazetesinde yayınladı. Hemen akabinde ise 5 gün sonra “Fit for 55” denilen 2030 yılında emisyonu %55 düşürme hedefinden hareket ederek yapılması gereken yasal düzenlemeleri ortaya koydu ve bugünden sonra biz süreci biraz daha hızlı bir şekilde tartışmaya başladık. Çünkü Sınırda Karbon Düzenlemesi isimli bir mekanizma karşımıza geldi. 
 
Avrupa Birliği Bizim Açımızdan Önemli
Avrupa Birliği’nin bu sürecine ülkemizin dış ticareti açısından baktığımızda bizim için ne ifade ettiğini rakamlar ortaya koyuyor. 2020 yılı içerisinde biz Avrupa Birliği’ne yaklaşık 70 milyar dolar ihracat yapan bir ülkeyiz. Bu da bizim 180 milyar dolarlık ihracatımız içerisinde %40’ları geçmekte. Yeşil Mutabakat kapsamında öncelikli sektörler olarak emisyon noktasında gündeme gelen demir-çelik, tarım, çimento ve cam gibi sektörlere baktığımızda Avrupa’ya olan 70 milyar dolarlık ihracatımız içerisinde yaklaşık 27-28 milyar dolarını ise doğrudan etkilenen bu sektörler oluşturmakta. Yani bizim tüm dünyaya yaptığımız enerji yoğun ihracat yaklaşık 55 milyar dolar iken, onun yarısını biz Avrupa Birliği’ne ihraç ediyoruz. Nitekim bu yıl söz konusu rakamlar daha da yüksek hale gelecek. 
 
Çelik sektörü özelinde baktığımızda, Avrupa Birliği bizim ihracatımızdaki en yüksek pazar. Bu yılın ekim ayı dahil ilk 10 aylık kümülatif rakamlarına baktığımızda 6,2 milyon ton çelik ihraç ettiğimizi görüyoruz. Yani toplamda 20 milyon ton ihracatımızın %31’ini Avrupa Birliği oluşturuyor. Çelik sektörü için çok daha önemli rakamlardan bahsediyoruz. Sınırda Karbon Düzenlemesi ile ilgili olarak bir vergi ödenmesi sürecine baktığımızda her ne kadar 2026 yılında başlayacak olsa da 2023 ve 2026 yıllarında 3’er aylık raporlamalarla hazırlık dönemi ve 31 Mayıs 2026’dan itibaren artık yıllık raporlama ve beyanname süreçlerinin yasal olarak başlayacağı düzenlemelerden bahsediyoruz. Bu bizim ticaretimiz için bir oyun değiştirici parametre haline geliyor. Tam da bu noktada Dünya’da ve ülkemizde karbon emisyonlarını nasıl kontrol altına alabiliriz ve azaltabiliriz konularını sektör olarak düşündüğümüzde konu biraz daha farklı bir noktaya gidiyor. 
 
2020 yılında Dünya’da yaklaşık 1,9 milyar ton çelik üretildi. Bunun kabaca %72-73’ü demir cevheri ve kömür kullanılarak entegre tesislerde gerçekleştirildi. %28 civarında ise hurdayı yeniden ergiterek demir-çelik üretimi yapıldı. Ülkelerin rakamlarına baktığımızda ise en büyük çelik üreticisi Çin yaklaşık 1,9 milyar tonun 1 milyar tonunu üretiyor. Bu ülke %91 oranında cevher ve kömüre bağlı, yani yüksek emisyon salan bir üretim yapısına sahip. İkinci büyük üretici olan Hindistan’da bu oran %45’lere düşmekte, üçüncü büyük üretici Japonya’da ise %75 civarında. Ülkemiz için avantajlı bir durum söz konusu. Türkiye’de üretimin yaklaşık %31’i cevher ve kömürden %69’u ise daha az emisyon salımını gerçekleştiren hurdadan yapılmakta. 
 
Cevher ve kömürden 1 ton çelik üretmek için yaklaşık 2,2 tona kadar karbondioksit salımı yapıyorsunuz. Ama aynı miktarda çeliği hurdadan üretirseniz yaklaşık 350-400 kg üst sınırında karbondioksit salıyorsunuz. Dolayısıyla hurdadan üretim, cevherden üretime göre 1 ton için yaklaşık 5’te 1 civarında daha az emisyon üretimine neden oluyor. Bu rakamlar Türkiye’nin avantajını ortaya koyuyor. 2019 yılında 1,9 milyar ton civarında çelik üretirken atmosfere tüm Dünya’da 2,6 milyar ton karbondioksit salımı gerçekleşmiş oldu.
 
Özet olarak 1 ton çelik için Dünya ortalamasına baktığımızda yaklaşık 1,4 ton civarında emisyon salınımını görüyoruz. Hurdadan üretim arttıkça bu emisyonlar düşmekte, cevherden üretim arttıkça da bu rakamlar 2 tonun üzerine gitmekte. 

Çeliğe Olan Talep Artacak
Çelik olmadan sanayileşme olmaz. Çelik sanayinin temel girdisidir. Dolayısıyla çeliğe talebin gelecek yıllarda da artması bekleniyor. 2020-2021 yıllarında 1,9 milyar tonu konuşurken 2030 yılında 2 milyar tonu konuşacağız. 2050 yılında ise Dünya çelik talebinin 2,5 milyar tonu geçmesi bekleniyor. Bu nedenle karbondioksit noktasına baktığımızda yüksek emisyon salan cevher ve kömür ile üretimin artık mevcut seviyelerinin artmayacağı, artan çelik talebinin ise hurdadan üretimle karşılanacağını bekliyoruz. 2050 yılında yaklaşık olarak 2,5 milyar tonluk çelik üretiminin 1,5 milyar tonunun cevher ve kömürden, 1 milyar tonunun ise hurdadan üretimle karşılanması hedefleniyor.
 
Avrupa Birliği 2050 yılı için kıtanın karbon nötr olması hedefini koyarken, Dünya’nın en büyük kirleticisi olan Çin ise 2060 yılında karbon nötr bir ülke olmayı hedef olarak belirledi. Japonya da 2050 yılını hedef tarih olarak duyurdu. ABD hükümeti bildiğiniz gibi Trump ile Paris İklim Anlaşmasından çekilmişti. Ancak Biden gelince hemen döndüler anlaşmaya ve 2050 yılında karbon nötr bir ülke olmayı hedef olarak koydular. Dolayısıyla çelik sektörü olarak bu %7 olan payımızı nasıl azaltacağımız Dünya genelinde teknik anlamda tartışılıyor. Birincisi hurdadan üretimi artırmak ikincisi hiçbir şekilde üretimden vazgeçemeyeceğiniz için cevher ve kömürden üretimde yeni teknolojiler geliştirerek emisyonu azaltmak. Bu görüşlerin sonucunda 3 tane ana başlık karşımıza çıkıyor. İlki mevcut durumda karbondioksiti atmosfere salmamak, depolamak ve farklı sanayilerin girdileri haline getirmek. İkincisi çelik üretiminde kullanılan elektriği yeşil hale getirmek. Yani doğal kaynaklardan, rüzgârdan, güneşten elektriğin payını arttırmak. Üçüncüsü ise kömür yerine çelik üretiminde doğrudan hidrojeni kullanmak bunun teknolojisini geliştirmek. Peki, bu nasıl olacak? Bizim metalürjist olarak çok basit bir denklemimiz vardır. Demir cevherini biz kömürle (yandığı zaman karbonmonoksit oluşturur) fırınlarda reaksiyona soktuğumuzda sıvı demiri elde eder ve atmosfere karbondioksit salarız. 
 
Kömür yerine aynı işlemi hidrojenle de yapabiliriz. Bu sefer atmosfere karbondioksit değil su buharı çıkar, dolayısıyla emisyonu azaltmış oluruz. Ama bu kolay mı, değil. Bunun nedeni ise hidrojen sanayide üretiliyor ve kullanılıyor. Petrokimya sanayinden, doğalgazdan, petrolden ve atıklardan hidrojen üretiliyor, ancak çok pahalı. Yani şu anda referans fiyatı olsun diye söylüyorum, Almanya’da 1 kg hidrojenin fiyatı 4 avro. Dolayısıyla bu şekilde bir teknoloji olsa bile bu pahalılıkta hidrojen kullanarak çelik üretemezsiniz. Çeliğin bugün ortalaması 700 dolar/ton dersek, bu fiyatlarla kullandığınızda tonu birkaç bin dolara çelik üretirsiniz, buna da talep olmaz. Öncelikle amaç hidrojeni ucuzlatmak olmalı. Bunu nasıl yapacağız? İkincisi de hidrojen üretirken kullandığımız elektriği de yeşil hale getirmeliyiz. İşte bütün hedef, güneş ve rüzgârdan elektrik üretmek ve bu üretilen elektrikle suyu elektroliz ederek hidrojen elde etmek. Şu an tüm Dünya’daki ana senaryo bu. Yeşil olarak üretilecek ve ucuzlayacak hidrojen ile birlikte hidrojenin fiyatının 1,5 avro altına düşmesi bekleniyor. 
 
Bu rakamla çelik üretiminde hidrojen kullanımına geçilebilir. Bu noktada İsveç ve Finlandiya gibi İskandinav ülkeleri başta olmak üzere ciddi yatırımlar başlamış durumda. Laboratuvar çalışmaları tamamlandı, pilot ölçek çalışmaları devam ediyor. Bunun sonrasında endüstriyel ölçekli çelik üretiminin programları önümüzde. Avrupa’da sadece kuzey ülkelerinde değil, Almanya, Fransa ve Hollanda da bu üç alanda çok sayıda proje başlatılmış durumda. Bu projelerin finansmanı konusunda Avrupa Birliği karbon vergilerinden aldığı parayı bir finansman desteği olarak sunuyor. 
 
2020’den 2050’ye geçişteki bu süreç kolay olmayacak. Çünkü süreçte bugünden yarına değil, on yıllara yönelik teknik ve ticari engeller söz konusu. Çelik sektöründe üretim teknolojisi 100 yılda bir değişir. Bugün kullandığımız teknoloji 1880’lerde geliştirildi, iyileştirilerek kullanıldı. Ancak küresel ısınmanın hızlanması nedeniyle daha yoğunlaştırılmış olarak yaklaşık 30 yılda dönüşümün sağlanması bekleniyor.
 
Ezberler Çoktan Bozuldu
Sonuç olarak toparlamak istersek öncelikle Avrupa Birliği’nde ve Dünya’da olan iklim krizine yönelik çözümleri doğru anlamak zorundayız. Bu bir paradigma değişikliği, yani ezberler çoktan bozuldu. 
 
Öncelikle konuyu bir sınırda vergi ya da bizim ihracatımızın önündeki bir engel gibi düşünmek yerine küresel bir hareket olarak görmeliyiz. Bu işin olmazsa olmazı. İkinci olarak Ticaret Bakanlığımızın koordinasyonunda tüm bakanlıkların, sivil toplum örgütlerinin üniversitelerin ve sektörün katıldığı, çok kısa bir süre önce yayımlanan değerli bir belge var. 
 
Ülkemizin Yeşil Mutabakat Eylem Planı, kapsamlı bir belge, ancak yeterli değil. Mutlaka geliştirilmesi gerekiyor. Tüm aktörler tarafından hazırlanan eylem planını sadece kâğıt üzerinde bırakmamak, bunun gereklerinin hem kamu hem de özel sektör tarafından bir plan dâhilinde yapılmasında ciddi fayda var. Aksi halde iyi hazırlanıp sonunu getiremediğimiz başka bir eylem planı haline dönüşme riski olabilir. Üçüncüsü, özellikle Yeşil Mutabakat kapsamında altı sektör 2026 yılından itibaren sınırda karbon vergisi olarak ifade edebileceğimiz bir mali yükün altına girecek. Mutlaka bu sektörlerin iş birliği ve güç birliği yapmasında fayda görüyorum. Bir ortak platform oluşturmak zorundayız. 1996 yılında Avrupa Birliği ile yaptığımız Serbest Ticaret Anlaşması son 2 yılda tarafımızdan sürekli olarak revize edilmesi istenmesine rağmen bu istek gerçekleşmedi. Serbest Ticaret Anlaşması ülkemiz aleyhine çalışıyor. Onların lehine çalıştığı 25 yılda hiç gündeme gelmeyen bir takım ticari engeller, Serbest Ticaret Anlaşması olmasına rağmen çelik sektörümüzün ve diğer sektörlerin önüne ticari bir bariyer olarak gelmeye başladı. Tüm bunlara karşılık bir güç birliği platformu oluşturulmasında fayda var. 
 
İçerisinde bulunduğumuz çelik sektörünün ve firmalarımızın da kısa, orta ve uzun vadeli bir yol haritası belirlemesi gerekiyor. Emisyonları Kapsam 1 ve Kapsam 2 için akredite bir kurumla iş birliği yaparak düzenli olarak ölçtürmekle başlayabiliriz. 2022 bütçemiz için şirketler olarak bir Yeşil Mutabakat maddesi açmalıyız. En büyük kirletici sanayi sektörlerinden biri olan çelik sektöründe ciddi bir dönüşüm şart. Önümüzdeki 10 ve 30 yıllık zaman süreçleri bizim iş yapış şeklimizde daha önce görmediğimiz teknolojik ve ticari zorlukları getirirken bunlara hazırlıklı olmamız lazım. Ülkemizin de aynı şekilde sürecin dışarısında kalmadan, iyi bir planlamayla bu sürecin içine girmesi gerekiyor.”  
Çelik Yapılar - Sayı: 73 - Kasım / Aralık 2021

Kendimizi Sınayalım

Sayı 73 Soru



© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği