TR|EN
Güncel
Steelorbis
Depreme Dayanıklı Binalar
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 27 - Mart 2011

Söyleşi


“ÇELİĞİN VERMİŞ OLDUĞU KONFORU YAŞAMAK İSTİYORUM” - Durmuş DİLEKÇİ

Çelik Yapılar Dergimiz için mimarlarla söyleşiler yapmaya başladığımdan bu yana, yani 10 yıldır, mimarlarımızın tek bir malzeme üzerinden görüşlerini açıklamaktan pek hoşlanmadıklarını iyi biliyorum. Ama Çelik Yapı Sektörünün Türkiye’de gelişmesinin, olması gereken yerlere gelmesinin mimarlarımızın öncülüğüyle gerçekleşeceğine inandığımızdan, onların sektörümüz üzerine görüşlerini çok önemsiyoruz ve düşüncelerini bizlerle paylaşmaları için ısrar ediyoruz. Bu sayımızda da Mimarlık Dünyamızın önemli isimlerinden Durmuş Dilekçi ile söyleşi gerçekleştirdik.

Türkiye’deki çelik yapı sektörünün durumunu, biraz gördüğünüz eksiklikleri, belki uyarılarınızı, önerilerinizi ve ardından geleceği hakkındaki düşüncelerinizi, bizimle paylaşabilir misiniz?

Durmuş DİLEKÇİ: Mimari süreç, strüktürü ile malzemesi ile birbirinden ayrılamaz organik bir süreçtir. Mimariyi oluşturan tüm disiplinlere ilişkin fikriniz olması önemlidir. Onları bir adım ötesine götürmek için malzemenin niteliğini ve limitlerini tanımak çok önemli... 20.yy’a kadar mimari malzemenin doğası ile birlikte şekillendi.

Çelik mimarlar açısından niçin önemli olmalı? Kendi açımdan baktığım zaman bir defa limitleri çok esnek bir yapı malzemesi. Çelik nitelik ve nicelik olarak hafifliği çağrıştırır. Çünkü mimarlıktaki en önemli faktörlerden birisi hafifliktir. Bazı kavramlar vardır, bir mimar bakışıyla baktığınız zaman yapısal sistem ne kadar hafif olursa, yapı olduğundan daha hafif nasıl gösterilebilirse, bizim için o kadar değerlidir.

Üniversite eğitimlerinde özellikle malzeme konusu çok üzerinde durulmayan bir konudur. Özellikle çelik sistemler, başta mimarlık öğrencilerinin hükmedebileceklerini düşünmedikleri bir konudur. Malesef Türkiye’de malzeme ile ilgili bilgiler biraz tecrübe ile gelişiyor. Çelik, mimarlar açısından yaptıkça gördükleri bir malzeme. Açıkçası deprem zamanına kadar da, şimdi de hak ettiği yere gelememiş durumda. Önceleri sadece endüstri yapılarında çok kullanılıyordu, o da teknik olarak zorunluluk olduğundan dolayı, ama depremle beraber yapısal bir eleman olduğu farkına varıldı ve bu malzeme ile ilgili neler yapabiliriz denmeye başlandı.

Deprem sonrasında mı çelik önemsendi diyorsunuz, çeliğin deprem için önemi mi ortaya çıktı?

Durmuş DİLEKÇİ: Hayır, demek istediğim, depremden sonra “yapısal bir malzeme” olduğunun farkına varıldığı. Günümüzde kavramların içi boşaltıldığı için referenslarla ilişkilendirmek istemiyorum.Yoksa betonarme sistemler de depremde çok geçerli bir alternatiftir, yeter ki iyi projelendirilsin. Ben yapının ayakta durması gerekliliğini konuşmuyorum. Yapının zaten ayakta durması gerekiyor. Ben başka bir şeyden bahsediyorum. Ben daha çok bu malzemenin bende açmış olduğu kapılar üzerinden anlatmaya çalışıyorum. Strüktürel sistemlerde betonarme ve çeliğin ayrı ayrı veya birlikte kompozit ifadelerinin üzerinde duruyorum.

Çeliğin tanıtılması mimarların ve yatırımcıların bu malzeme ile buluşturulmasında yatıyor. Bunun olması için de bence strüktürel tasarımcılar ortaya çıkartılması gerekiyor meslekte. Bizim hâlâ mimar olarak kafamızda kurmuş, hayal etmiş olduğumuz projeleri hayata geçirebilmemiz için bir ayağımız eksik. Bu eksik olan ayağımız strüktürel tasarım. Bir tarafıyla inşaat mühendisliği formasyonuna sahip, bir tarafıyla da mimar gibi tasarım nosyona sahip olmak... Mimarların en çok zorlandığı konu bu... Betonarme için biraz daha şanslıyız çünkü betonarme biraz daha fazla kullanıldığı için eğer ki mimar daha sağlam duruyorsa, malzemenin limitlerini daha sağlam ortaya çıkartabiliyorsunuz. Mâlesef çelikte bu daha zor, daha başlangıç aşamasındayız. Dolayısıyla inşaat mühendisliği olarak bakıldığında bence sektörde strüktürel tasarım ile ilgili boşluk doldurulması gerekiyor üniversitelerde. Bu mimarlık eğitimi üzerine master programı olarak yapılabilir ya da bağımsız bir program olarak düşünülebilir. Meselâ uluslararası gruplarla da beraber bazı projelerde yer alıyoruz, bu projelerde mimar tasarıma başladığı andan itibaren bir strüktürel tasarımcı ile birlikte yol alıyor. Bir mimarın çizmiş olduğu her çizginin nasıl yapılabilirliği ile ilgili işin konsept aşamasında bu ikisi beraber çalışmak zorunda. Demek ki bir mimari projede, eskiden olduğu gibi mimar çizimini yapar, belli bir aşamaya getirir ondan sonra diğer disiplinlerle bir araya gelip projesini tamamlar gibi bir kurgu değildir artık bugünün mimarisi... Bugün mimari tüm alt disiplinlerle birlikte ve paralel olarak devam etmek durumunda. Uluslararası gruplarla yaptığımız projelerimizde bunu görüyoruz. Sunumlarımızda bizimle beraber, yanımızda inşaat mühendisi de tasarımını ortaya koyuyor. Bu sistemin nasıl ayakta durduğunu anlatan strüktür dizaynını bizimle beraber sunuyor. Artık infrastrüktürel sistemler dediğimiz, statik-elektro mekanik sistemler, günümüz yapılarında mimarinin başından itibaren harmanlanması gerekmekte. Mimaride yeni denemelerin, önünü açmak için, yapısal sistem, strüktür olarak da baktığınızda, onların da denenmemiş şeyleri yapmaya hazır olmaları gerekiyor.

Türkiye’de inşaat mühendisliği, kullandığı yazılım programlarının limitleri kadar hareket ediyor. İnsan faktörünü devre dışı bırakmamak gerekiyor. “Biz bunu sisteme yükledik baktık, analiz ettik, karşılamıyor”. şimdi zaten o programın kesinlikle analiz edemeyeceğini bildiğiniz, karmaşık bir sistem öneriyorsunuz. Mühendislik becerisi bence burada devereye giriyor. Diğeri program operatörlüğü.

Meslekte ayrışmalar var. Mimarlar, mühendisler, kentsel planlamacılar, peyzajcılar, mekanikçiler vs. bir çok disiplin var. Ben bunların hepsinin içinde mimarı bir orkestra şefi gibi görüyorum. Mimar bütün disiplinleri kendi filtresi ile bir şekilde harmanlar, kendi görüşüyle, bakışıyla, vizyonuyla bir şekilde yönlendirir ve diğer disiplinlere ışık tutar. Yani mimarın eğitici bir rolü vardır. Mimarın sorgulamaları olmazsa, diğer disiplinlerin limitlerini zorlaması çok mümkün olamıyor. İlk tetikleyen, ilk ateşleyen kişi her zaman mimardır. Öyle olunca zaten iyi projeler ortaya çıktı diye konuşabiliyoruz. Benim mimariye bakışımda şöyle bir açı vardır: 1900’lü yıllarda dünyada mimarlığın yapısal elemanlarla ayrıştırılabilir, fragmente bir kurgusu vardı…

Anlamadım…

Durmuş DİLEKÇİ: Demek istediğim yapı bilindiği üzere yapı elemanlarından oluşur ve bunlar ayrıştırılabilir. Yapının strüktür sistemi, yapının kabuğu, sirkülasyon elemanları ... Bir yapı kabuğundan bahsedilir, bir yapının strüktüründen bahsedilir. 20.yy başı modernizmi bunun üzerine geliştirilmiştir. 2000’li yıllara geldiğimizde yapının bir insan vücudu gibi, bir strüktür sistemiyle, diğer tüm intrastrüktürleriyle beraber, mimariyle tek vücut bulduğu sistemsel kavramları konuşuyoruz.. Dolayısıyla artık bir şey tasarlarken strüktürü kabuktan bağımsız bir elemanmış gibi değil, esasında o deriyi oluştururken, o strüktürün de o deri ile beraber şekillenmesi gerekiyor. Tasarımın kesintisiz, ayrıştırılmaz bir parçası haline gelmesi gerekiyor.

Hazırlıklı olmak çok önemli... Hem üreticiler, hem mühendisler, hem de projecilerin, bu anlamda kendilerini geliştirmeleri gerekiyor. Aksi takdirde biz hâlen daha mesnetlerdeki atalet momentlerinin bilmem ne hesaplarıyla uğraşmaya kalktığımız takdirde, o kolon-kiriş birleşimlerindeki guselerden kurtulamıyoruz. Ben 21. Yüzyıl’da hâlen daha 1900’lu yılların başında Amerika’daki çelik yapı tekniği ile yapı yapmaktan doğrusu rahatsızım. Türkiye’de en azından yapısal çelik malzeme olarak çok iyi bir yerde, peki neden biz bu iyi malzemeyi kullanamıyoruz? İşin bu kısmında çok büyük eksiğimiz var. Eksikler de mimarlardan gelmiyor, inşaat mühendislerinden geliyor. Bu bir senkronizasyon gerektiriyor. Mimar ve mühendis projenin ayrışmaz parçaları olmak durumunda. Böyle olursa ancak yeni mimari durumu yakalayabilme şansımız var.

Mimarinin genel ifadesi, bilgisayar teknolojileri ile yeniden şekillenirken başka disiplinlerce keşfedilmiş yeni mazlemeler bize yeni ufuklar açacak. Çelik alaşım sistemlerle daha da hafif ve esnek kabiliyetlere sahip olacak, karbon fiber malzemelerle yeni birliktelikleri ortaya çıkacak. Teknolojik gelişmeler malesef mimari dünyanın dışında daha hızlı ilerliyor. Ve bizler buluşları bilişim teknolojileri, uzay ve havacılık veya deniz araştırmaları üzerinden takip edip, yapısal sistemlere uyarlayabiliyoruz.

İlginç bir şey söylüyorsunuz… İnovasyondan da öte bir şey gibi…

Durmuş DİLEKÇİ: Evet bu bir bütün. Evrendeki her şey bir bütün. Implantasyonlarla doğal malzemeler üzerinde değişimler yapılıyor. Var olanın doğasına yeni müdahaleler yapılıyor... Yapısal anlamda da öyle...Malzemenin doğasındaki değerlerinin (Çeliğin çekmesi, basınç değeri vs.) belli bir limitleri var sonuçta. Başka malzemelerle elde edilecek mutasyon malzemeler yeni alanlar ortaya çıkartacak...İplik kalınlığındaki karbon fiber elyaf, şu anda bilgisayar teknolojisinde kullanılan malzeme, çeliğin 5 bin katı çekme mukavemetine sahip bir malzeme. Önümüzdeki dönem içinde çelikle beraber bir şekilde vücut bulacak.

Çelik malzeme teknolojisinin değişeceğini söylüyorsunuz, projecilerle ilgili sıkıntılardan bahsettiniz, imalatçıları nasıl buluyorsunuz? İsteklerinize yanıt verebilecek noktalarda mı? Bu grupların yaptıkları işleri takip edebiliyor musunuz?

Durmuş DİLEKCİ: Türkiye’de işin üretim kısmının iyi olduğunu düşünüyorum...Ancak mimarlarla üreticiler arasında geniş bir boşluk, kopukluk var.... Demir çelik fabrikaları kendini geliştirmek zorunda hissetmiyor. O zaman ya ithal profillerle ya da yapma profillerle projelerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Açıkçası otel projesinde çelik mazleme bir meydan okuma barındırıyor. Çelik yapı sektörüne yeni bir soluk kazandırmak, destek vermek, bunu bir şekilde bu ülkede anlatmak adına... Çok zor da olsa müşterimi ikna ettim.

Yüksek katlı yapıda az önce bahsetmiş olduğum narinlik, hafiflik önemli kriterlerimdi. O yapıyı betonarme yapmaya kalktığımızda yapısal sistemlerin getirmiş olduğu ağırlıktan kurtulmak için tamamıyla çelik yapma üzerine gittim. Çünkü ilk başta basit bir hesaplama yaptırmıştım, o yükseklikteki yapıda bize en hafif, en ince kesitleri verebilecek yapı malzemesi de çelikti aynı zamanda. Böyle bir yapıda betonarmenin kesitleri ile savaşmak istemedim açıkçası.

Bir de çelik malzemenin ekonomik değerlerini iyi anlatmak gerekiyor. Ben bunu her defasında yeniden yeniden anlatıyorum yatırımcılara. Pahalılık derken, Türkiye’de maalesef insanlar cebinden çıkan para ile yorumluyor pahalılığı, halbuki bu işin bir denklemi var. Maliyet-zaman.... Zamanın kendisinin de bir değeri olduğu hesaba katılmıyor. Bu açıdan baktığınız zaman diğer yapısal sistemlerle arasında fark olmadığını görürsünüz.

Ben fikrimin içine inovasyon getirecek her türlü malzemeyi kullanmaya açığım, keza betonda da kendi kendine akışkanlığı olan, yüksek performans betonlarını kullanmayı arzu ediyorum. Yarı geçirgen, yarı transparan betonları kullanmayı çok arzu ediyorum. Bunların içinde hep bir meydan okuma, bir inovasyon var. Benimki biraz yeniliğe bakışımla alâkalı bir şey. Ancak bu otel yapısında mühendislik anlamında biz yeni bir şey mâlesef yapamadık...

Bu ülkede mâlesef 100 metre yükseklikte çelik yapı projelendirme tecrübesine sahip proje ofisleri yok. Ben biraz da deşmek için söylüyorum bu söylediklerimi, bir çok kişinin hoşuna da gitmeyecektir ama bizim şu anda yapmakta olduğumuz teknik İkinci Dünya Savaşı’nda Rusların uçak yapma tekniği ile aynı. Yani kalın saclardan kalın kesitlerle uçak yapıp, sonra o uçağı havaya kaldırmak için de koca koca motorlar yapıp, işte o motorları da çalıştırmak için bilmem kaç ton benzin harcamaya benziyor. Biz biraz böyle deli bağlar gibi bağlıyoruz. Bana sorarsanız bunun içinde korku var, biraz da kendine güven eksikliği var. Los Angeles’a gittiğimiz zaman, benzer deprem kuşağında olan bir yerde çelik yapıların narinliğini gördüğünüzde, bizim burada savaşmak zorunda kaldığımız başka bir sistem olduğunu anlıyorsunuz. Burada statikçilerimiz karşımıza bir takım matematiksel hesaplar çıkartıyor, ama ben bunları bilmek istemiyorum. Bilmek istediğim şu, tasarladığım yapıya bir sistem öner. Her zaman bir alternatif daha vardır, ben böyle bakarım ve inanırım. Elindeki programın hesaplarıyla gelip çerçeve, kolonları konuşmak istemiyorum. Sadece sistem öner diyorum. Bunu da malzemenin limitlerini kullanarak yapmamız gerekiyor.

Bahsettiğiniz sorunların yanında çok sık olarak yangın dayanımı konusu da gündeme getirilir hep. Yangın dayanımı da işin içine eklendiğinde çelik projelerde maliyetlerinin çok yükseklere tırmandığı söylenir. Ne dersiniz?

Durmuş DİLEKÇİ: Anlatmaya çalıştığım şeylerin içinde para lafı yok ama paraya denk gelen kavramlar var. Diyorum ki 110 metrelik bir yapı yaparken 40’a 40 bir çelik profil ile boşaltmış bir alan var, alternatif olarak betonarme yapmaya kalktığınızda 90’a 90’lık bir kesit çıkıyor karşınıza. Burada optik olarak baktığınızda bir alan görüyorsunuz. Çeliğin üzerindeki koruma boyasını konuşana kadar bence bunlara bakmak lazım. Elbette ki çeliğin üzerinde koruması olacak, bu da ona dairdir. şuna benziyor bu, brüt betonu korumasız yapmak gibi bir şey bu. Brüt betonun içine katkı maddesi koyacaksınız zaten. Neden bunu maliyetlerde ayrıştırmıyorsunuz da çeliğin yangın dayanımını ayrı bir yere koyuyorsunuz. Bu bir bütündür, tek parça olarak anlamak gerekiyor bunu. Elbette ki daha pahalı olabilir ama bunun sebeplerini iyi bilmek gerekiyor. İlk başta para olarak fazla veriyor olabilirsin ama sana ne getirdiğine bak. Ben bu otel yapısında müşterime “Siz bu yapıyı bitirdiğiniz zaman nasıl bir yapıya sahip olduğunuzu anlayacaksınız” dedim. şimdi elindeki binanın bir mücevher olduğunun farkında.

Siz üniversitede ders de veriyorsunuz, öğrencilerinizle paylaşıyor musunuz bu görüşlerinizi?

Durmuş DİLEKÇİ: Ben iş yoğunluğum sebebiyle bir süredir sadece diploma jürilerine giriyorum. Mâlesef mimarlık eğitiminin Türkiye’de çok büyük problemleri var. Geniş ve uzun bir konu. Ancak roportajınızla bağlantılı olarak söylemek gerekirse; Mimarlık vizyonlarını ve bilgilerini malesef, işe girdikleri yerlerdeki aldıkları bilgiler oluşturuyor çoğunlukla.

Dünyada F2F( file to Factory) sistemi üzerine yazılımlar geliştiriliyor. Amaç proje-üretim süreci içinde kesintisiz mükemmmeliyet yakalamak. Türkiye’de bilgisayar teknolojileri sadece görsel modelleme olarak kullanılmakta.... Üretim teknolojileri ile uyum konusu bulanık...

Dolayısıyla üniversite eğitiminde laboratuvar eğitimi çok önem kazanıyor. Bunu önemsiyorum...,Burada orjinaline öykünen “-miş” gibi malzemeleri kastetmiyorum...Hani ahşap mış gibi görünen de ahşap olmayan, bakırmış gibi görünüp de esasında arkasında başka bir şey olan… Öğrenmemiz gereken malzemeyi gerçek doğasıyla kullanabilmeyi bilmektir. Ayrıca öğrenciler laboratuvarlarda da malzemeyi incelemeli. Üniversitenin imkanı varsa orada ya da kendi ortamlarında araştırmanın yolları aranmalı. Mimar ve inşaat mühendisliği öğrencilerini bir yerde kesiştirmek, buluşturmak gerekiyor.

Bir de üniversiteler konusunda bir şey daha söylemek istiyorum, üniversiteler güvenilen bir merci. Bir proje üniversiteye gittiği zaman, belki pozisyonları itibariyle çok esnek olmayan, muhafazakar bir kurum buluyoruz. Üniversite aksine bizlerin hayalini hayata geçirebileceğimiz alternatif kanallar önerebilecek bir pozisyona sahip olması lazım. Elbette “ideal”den bahsediyorum. şu anki üniversitelerin şartları içinde bunun ne kadarını yapma şansları var bilemiyorum.

Çok fazla sorun konuştuk, buradan son dönemlerde Türkiye’de siz de yapıyorsunuz, bir çok güzel çelik projeler yapıldı/yapılıyor, buralara doğru gidersek, Türkiye’de ve Dünya’da beğendiğiniz çelik yapılardan söz etsek, neler geliyor aklınıza?

Durmuş DİLEKÇİ: Kendisini görmediğim yapılar hakkında sadece fotoğraflarına bakarak yorumda bulunmayı pek doğru bulmuyorum. Ancak bir örnek vermek gerekirse Türkiye içi Tuncer Çakmaklı’nın yaptığı Hal binası iyi bir örnek.... Dünya’da ise Coop Himmelblau’nun yaptığı Münih’teki BMW Welt müze binası inanılmaz bir yapı... Pekin’deki Herzog an de Meuron’un Olimpiyat Stadı projesi meselâ, mimari ile çeliğin harmanlandığı, bütünleştirildiği ve kavramsal altyapı olarak kültürle de kaynaşmış bir yapı...

Nereye doğru gidecek desek?

Durmuş DİLEKÇİ: Türkiye’de sektör; boş bulduğumuz her yere konut yapmaktan vazgeçtiğimiz zaman bir yerlere doğru gider, gelişir...

Yine anlamadım... Açar mısınız?

Durmuş DİLEKÇİ: Biz yatırım yapmayı, modernleşmeyi, gelişmeyi konut yapmakla özdeşleştirdiğimiz için, kentlerin canına okuyan, katleden, söylemi olmayan, mimari dili olmayan, nasıl bir model olduğu bilinmeyen ama adına model denilen apartmanları müteahhitler dayatmaya devam ettiği sürece, sektörün kendini geliştirmek gibi bir ihtiyacı da olmayacağını düşünmüyorum. En basit ihityaçlarımız olan, karnını doyurmayı, barınmayı düşünen bir toplumun barınma ihtiyacı dışındaki ihtiyaçları ancak lüks olmakta... Konut sektöründen de sadece yapan kişi ve devlet nemalanmakta. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul’da çok az kalmış arsalar istihdam yaratmayan, para üretmeyen yapılara terk ediliyor. Sadece birileri para kazansın diye... Konutlar yapılıyor, AVM’ler yapılıyor, oteller yapılıyor... Hepsi yatırım furyası içinde tüketiliyor...Yapılar, söyledikleriyle, duruşuyla, üzerine inşa edildiği topraklar doğru ilişkiler kurmalı... Siz her yere aynı apartmandan yaparsanız artık kimliksiz bir kentsel çevreden bahsediyorsunuzdur. Kat karşılığı iş yapma sisteminde kurtulduğumuz zaman gelişebiliriz...

Bir toplumun kollektif belleğini kentler ve mimari yapılar oluşturur. İnsanlar kültürlerini bu kentleri üzerine inşa ederler... Bu bilgiler, doğrudan insan belleğine kazınan pasif okumalardır...

Mimariyi, sanatı önemsemeliyiz, önemsediğimiz zaman gelişiriz. Bize yapıların söylediği hâlâ bir şeyler var, olmalı da…

Çelik Yapılar - Sayı: 27 - Mart 2011

Editör

10. Yıl…



© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği