“Şüphesiz ki mimarlık ve mimarlık ürünleri insanların karakterini ve davranışlarını etkiler. Biz binalarımızı biçimlendiririz. Sonrasında binalar bizi şekillendirir. Binalar bizim hayatımızın seyrini düzenler.”
Churchill - 1924
Mimarlık, işlevsellik, estetik, konfor, sağlık, güvenlik gibi yaşamı idame ettirmeye dair performans beklentilerini karşılamak odaklı, zamanının teknik ve teknolojilerini kullanarak yaşanabilir mekânlar tasarlayan ve inşa eden bir disiplin olarak bilinir. İnsanoğlu, var olduğundan bugüne kadar yaşamının tamamını yapılı çevrelerde, mimarlık ve mimarlık ürünleri ile iç içe sürdürmektedir. İhtiyaçlar çerçevesinde mevcut içerisinde değiştirilen, dönüştürülen ya da yeniden tasarlanarak inşa edilen mekânlar, yapılar ve yapılı çevreler yapım teknolojileri, malzemeleri, boyutları, geometrileri renkleri ile kullanıcısı olduğu bireylerin ve toplumların kültürel ekonomik, psikolojik sosyolojik, teknolojik durumlarını belirlemekte ve tanımlamaktadır. Bu yanıyla “Mimarlık” Avrupa Birliği tarafından “Hukuk” ve “Tıp” ile birlikte insana yönelik üç ana meslekten biri olarak kabul edilmektedir.
Giddens’e göre mekânlar toplumları, toplumlar da mekânları şekillendirmektedir[1]. Bir başka deyişle yaşam biçimlerini ve niteliklerini yansıtmanın ötesinde, korkuları ve hisleri yöneten hayalleri ve umutları besleyen ya da körelten mimarlık, hizmet verdiği toplumun davranışlarını etkilemekte, tetiklemekte ve yönlendirmektedir. Böylece yaşamların niteliğini ve dinamiğini belirgin olarak değiştirmektedir.
Öte yandan mimarlık ürünlerinin zamana ve olayların niteliğine bağlı olarak yaşamın her anına tanıklık etmesi ve yaşanan anların sebep olduğu dinamik etkiler nedeniyle mimari mekânda katmanlaşarak oluşan değişimlerin okunabilme potansiyeli, her mekânın kendi içinde sürdürülen yaşam anlarını yeniden ifade edebilen bir kaynağa dönüştürülebilmesini mümkün kılmaktadır. Bu potansiyel kapsamında çevresel etkiler, toplumsal kaygılar, kimlik, yapı fiziği, güvenlik gibi özel uzmanlık bilgisi ve deneyimi gerektiren pek çok alanı bünyesinde barındıran bugünün mimarlığı yaşamın tamamına sahne olan ve tüm yaşanmışlıklara tanıklık eden yanıyla da yeniden tanımlanabilmektedir.
Yapılı çevrelerin suç eylemlerine uygun ortam hazırlayan fiziksel özelliklerinin yarattığı tehditkâr koşulları sağlamasıyla ya da suça tanıklık ederken içerisinde oluşan kanıtları barındırmasıyla adli olayların içerisinde fazlasıyla yer bulması mimari süreçlerin, sistemlerin, ürünlerin sorgulanmasını mekânsal maddeleştirme yoluyla kanıtların üretilmesini, sunulmasını ifade eden bir araştırma pratiği olarak “Adli Mimarlık” uzmanlık alanını ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda tanığı ya da nedeni olduğu olaylar hakkında bilgi kaynağı olma potansiyeli ile mimarlık ürünlerinin bilimsel altyapıya sahip yöntemler kullanılarak adli olayların çözümüne hizmet vermesi (maddi tanık olma) veya yaşanmasının önüne geçmesi (suçla mücadele) özellikle son yıllarda dikkatleri üzerinde toplayan bir araştırma alanı olmaya başlamıştır.
ADLİ BİR DİSİPLİN OLARAK ADLİ MİMARLIK
Olayı bireyin mekânı sorgulayarak yeniden anlamlandırmasını sağlayan bir keşif olarak tanımlayan Derida’nın düşüncelerinden etkilenmiş olan Bernard Tschumi, mimarlığı olay, zaman ve mekân kavramları çerçevesinde tanımlamış ve olay kavramını çevresel koşullarla ilişkilendirmiştir[2]. Tschumi’ye göre “mimarlığı tanımlayan, duvarlarıyla çevreledikleri kadar tanıklık ettiği eylemlerdir de”[3]. Bu bakış açısıyla harekete izin vererek olayı başlatmanın ve gerçekleşen olaya yer sağlamanın yanı sıra, olay kapsamındaki hareketlerin etkilerine maruz kalarak tanıklık yapan mekân kavramının ortaya çıkmasına da öncü olmuştur.
İnsanın doğasında var olan toplum halinde yaşama isteği aynı zamanda beraberinde rekabet, mücadele ve benzeri sosyal olguların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Toplumsal yaşam her zaman denge halinde olamayacağından, bu mücadele ve rekabet sürecinde ister istemez toplumsal düzene aykırı ya da normlardan sapan davranışlar da ortaya çıkmıştır. Bu norm dışı davranışların bir kısmı ise farklı toplum ve zaman dilimlerinde “suç” kavramıyla ifade edilmiştir[4]. Hukuki bağlamda ise, toplumsal düzeni ihlal eden, yaşam haklarına dokunulmazlıklara veya mal varlıklarına tehdit oluşturan ve/veya zarar veren eylemler “suç” olarak tanımlanmaktadır. Suç olgusu, suçluların karakter özelliklerini belirleyen psikolojik etkenler, toplumların sosyolojik, demografik, ekonomik ve kültürel özelliklerini ortaya koyan sosyal çevre etkileri, ortamın/yerin kalabalıklık/tenhalık, aydınlık/karanlık, erişilebilirlik/erişilmezlik, güvenli olma/tehlikeli olma gibi fiziksel çevre etkileri ve huzursuzluk, şüphe, korku gibi duyguları tetikleyen mekânsal özellikler ile yakından ilişkilidir[5, 6, 7].
Uzun yıllardır insan odaklı olarak psikolojik, sosyolojik ekonomik, kültürel ve mekânsal alanların çalışma konularında yer bulan suç olgusunun mimarlık disiplini ile kesişim noktaları 21. yüzyılın başından itibaren Eyal Weizman öncülüğünde yürütülen çalışmalar neticesinde “Adli Mimarlık” disiplininin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Hukuki süreçler ile mimarlık disiplininin kesişim noktaları açısından “Adli Mimarlık” genel olarak beş ana başlıkta ele alınabilmektedir:
- Yapıları hedef alan suçlar.
- Zamansal ve mekânsal hukuki tanıklık rolü.
- Suç mekânı olarak mimarlık.
- Mimarlık ve mimarlık ürünlerinin insan hayatına (yaşanabilirliğe) karşı işlediği suçlar.
- Diğer Durumlar.
Yapıları Hedef Alan Suçlar Bağlamında Adli Mimarlık
Yıllar boyunca meydana gelen savaşlar ve diğer çatışmalar ne yazık ki tarihi ve kültürel miras olarak kabul edilen yerleşim birimlerini, binaları ya da simge yapıları da hedef almış verdiği zarar ya da tamamen yok edilmesi yoluyla ortak tarihi belleğin kaybolmasına da neden olmuştur. İnsanlık tarihi ve sürdürülebilirlik kapsamında önemli bir suç olarak kabul edilen bu eylemlere karşı koruma amaçlı söylemler, Orta Çağ’a kadar tapınaklar başta olmak üzere dini yapılar ve eserler gibi kutsal değere sahip olduğu düşünülen her türlü kültürel miras eserinin intikam duygularıyla tahrip edilmemesi gereği üzerinden devam etmiştir. 16. yüzyıl itibariyle ise insan elinden çıkmış her türlü sanat eserinin değerli bulunduğu bir anlayışla uluslararası hukuk yazarlarının konusu olmaya başlamıştır.
Tarihi ve kültürel mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılabilmesi bağlamında ortaya çıkan kaygılar, ulusal ve uluslararası düzenlemelere olan ihtiyacı gündeme getirmiştir. Uluslararası işbirlikleri çerçevesinde dünya barışı, güvenliği ve dayanışmayı sağlamak amacıyla 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü (BM), kültürel mirasın korunmasına yönelik sorunların çözümüne katkı koymak amacıyla aynı yıl BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünü (UNESCO) oluşturmuştur. Başlayan kurumsallaşma süreci, 1951 yılında kurulan Avrupa Birliği (AB) ve UNESCO’nun birlikte yürüttüğü çalışmalar öncülüğünde yasal mevzuatların hazırlanmasına yönelik olarak devam etmiştir[8]. Bu kapsamda hazırlanan ve uluslararası kabul edilen ilk sözleşme 1954 yılında imzalanan ve 1956’da yürürlüğe giren “Silahlı Çatışmalarda Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi”dir. Kısaca “Lahey Sözleşmesi” olarak bilinen bu ilk protokol, özellikle tarih, inanç ve manevi değerlere yönelen saldırılar ile bir toplumun bütün manevi değerleriyle birlikte kimliğini ifade eden yapılarının yok edildiği Bosna-Hersek Savaşı (1992-1995) ve yoğun tahrip ve yağma olaylarının yaşandığı Körfez Savaşları sonrasında UNESCO tarafından yeniden değerlendirilmiştir. Değerlendirmeler çerçevesinde 1999 yılında devletlerin kültürel miraslara yönelik sorumluluklarının vurgulandığı Lahey Sözleşmesi’nin İkinci Protokol’ü hazırlanmıştır. 2004’te yürürlüğe giren İkinci Protokol getirdiği Gelişmiş Koruma Sistemi ile taraf devletlerin başka taraf devletlerdeki kültürel malların korunmasını teklif edebilmelerini ve sözleşme ile İkinci Protokol hükümlerine aykırı hareket eden kişilerin yargılanarak cezalandırılmalarını ön görmüş, suçluların iadesi hususlarında taraf devletlerin gerekli ulusal yasal düzenlemeleri yapma zorunluluklarını ortaya koymuştur. Ancak askeri gereklilik muafiyetinin halen devam ediyor olması ve yaptırım mekanizmalarının eksikliği işleyişte aksaklıkların devam etmesine yol açmıştır[9, 10, 11].
Tarihi ve kültürel miraslara karşı işlenen suçların yargılanabilmesi süreci ise 1998 yılında kabul edilen ve 2002 yılında yürürlüğe giren Roma Statüsü ile gündeme gelmiştir[12]. Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) kuruluş belgesi niteliğinde olan Roma Statüsünü tamamlayıcı metinlerden olan suç unsurlarında yer alan tanımlamalar çerçevesinde aşağıda belirtilen fiiller “savaş suçları” olarak tariflenmiştir[13]:
- 1949 Cenevre Sözleşmesi’nin ihlali olan ve kapsamında yağmayı da bulunduran fiiller.
- Askeri gereklilik olmadan yasadışı ve keyfi olarak mülkiyetin yaygın yok edilmesi veya sahiplenilmesi.
- Din, eğitim, sanat, bilim veya yardım amaçlarıyla kullanılan binalara, tarihi eserlere, hastanelere kasten saldırı düzenlenmesi, zarar verilmesi fiilleri.
Bosna Savaşı sonrasında Lahey’de kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesinin doğrudan mimarlığı hedef alan bir suçu yargıya taşıması, mimarlığın adli bir disiplin olarak görülebileceği fikrine dair en somut gelişmelerden biri olmuştur. Osmanlı Devleti’nin 1566’da Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin’e yaptırdığı, Boşnak ve Hırvat toplumlar arasındaki birliği simgeleyen Mostar Köprüsü’nün 9 Kasım 1993 günü topçu ateşiyle yıkılması emrini veren Hırvat komutan Slobodan Praljak bu eylemi nedeniyle Lahey’de hüküm giymiştir[14]. Mahkeme, Bosna Savaşı sırasında gerçekleşen ve bir halkın kültürel mimari mirasını hedef alan bu ve benzeri birçok eylemi “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kapsamında değerlendirmiştir. Söz konusu suçun tarifi yapılırken, yapıların herhangi bir lojistik amaç doğrultusunda ya da barındırdıkları insanlar hedef alındığı için değil, çoğu zaman olduğu gibi sadece sembolik “miras” değerleri nedeniyle de yıkıma uğratılmış olmasını “mimari suç” olarak tanımlanmıştır. Böylece “kentkırım” (urbicide) olarak adlandırılan hukuki bir kavram ortaya çıkmıştır[7].
Kültürel mirasa kasıtlı olarak zarar verilmesinin ciddi bir suç olarak görüldüğü ve cezasız bırakılmaması gerektiği yönündeki değerlendirmesiyle UCM’nin verdiği Timbuktu kararı da ilgili kapsamda önemli bir örnek dava niteliğinde kabul edilmiştir. 2012 yılında Timbuktu’da Mali kültürüne ait koruma altındaki 10 türbenin yok edilmesi emrini veren Ahmad al-Faqi Al Mahdi, kasıtlı olarak dini ve kültürel mirasa saldırarak savaş suçu işlediği gerekçesi ile 2017 yılında UCM tarafından 9 yıl hapse mahkûm edilmiş ve toplamda 2,7 milyon avroluk zarardan sorumlu tutulmuştur[15].
Öte yandan tarihi binaların rant uğruna sabote edildiği eylemler de adli olaylar olarak sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Birtakım çıkarlar uğruna kasıtlı bir şekilde gerçekleştirilen kundaklama olayları, yerine konulması mümkün olmayan mimari mirasın kaybına neden olması ile sadece tarihi yapılar için değil, aynı zamanda can ve mal kayıplarına neden olması ile de bütün yapılara karşı işlenmiş ağır bir suç mahiyetindedir. Yangın çıkararak kişilerin hayatlarını, sağlıklarını veya mal varlıklarını kasten tehlikeye sokan eylemler ile genel güvenliği taksirle tehlikeye sokarak panik, korku, kaygı yaratan eylemlere Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında yaptırım uygulanmaktadır[16]. Kundaklama olayları dışında yaşam haklarını veya mal varlıklarını hedef alan ve yapılı çevreler içerisinde gerçekleştirilen her eylem (binalara ve yakın çevresine karşı düzenlenen terörist saldırılar, iç çatışmalar ya da kişisel husumetler etkisinde yaşanan diğer eylemler) suç olarak kabul edilmekte ve ilgili mevzuatlar gereğince adli soruşturmalara tabi tutularak değerlendirilmektedir.
Mimarlık disiplini ile adli bilimleri kesiştiren alanlardan biri olarak yapıları hedef alan suçlar bağlamında “Adli Mimarlık” iki önemli görev üstlenmektedir:
Eylem sonrası olaylaşan mekânların incelenmesi ve değerlendirilmesi:
- En kısa sürede olay yerine ulaşarak inceleme yapılması.
- Elde edilen bulguların maddi kanıta dönüştürülmesi.
- Gerektiği koşullarda maddi tanıklığına başvurulması.
Suçla Mücadele:
- Yapıları hedef alan suçlar bağlamında herhangi bir suç eylemi için hedef olarak belirlenebilecek kentsel alanların ya da binaların korunmasına ve güçlendirilmesine dair mevzuatların geliştirilmesi.
Zamansal ve Mekânsal Hukuki Tanıklık Rolü Bağlamında Adli Mimarlık
Hukuki süreçler ile mimarlığın kesiştiği bir diğer alan, olayların gerçekleştiği mekânların olayların yaşandığı mekânlara dönüşmesi sürecidir. Lefebvre’in mekân üretimi sürecini tanımladığı üçlü diyalektik içerisinde yer alan yaşanan mekân kavramı[17], mekânı içerisinde sabit duran nesneleri barındıran fiziksel elemanlarla çevrili durağan bir boşluk/hacim olmanın ötesine taşımaktadır. Bu bakış açısıyla mekân, zaman içerisinde yaşanan olaylara yer/ortam oluşturması sebebiyle olaylardan etkilenen ve yaşadığı dönüşümün gözlemlenebildiği fiziksel bir alan olarak değerlendirilebilmektedir. Bu durum, etrafındaki her şeyle birlikte etkileşimde olan ve olayları şekillendiren mekânların strüktürleri, yapı elemanları, altyapı servisleri, donatıları ve yakın çevre tasarımları ile olayların kaydedildiği olay yerlerinin mimarinin bilgi alanı içerisinde değerlendirilme potansiyelini ortaya çıkarmaktadır. “Birey-olay-mekân-zaman” bileşenlerinin değişken ilişkileri çerçevesinde gerçekleşen ve sosyo-mekânsal bir eylem olan suç olaylarının aydınlatılmasında mekânın belleği aracılığı ile mimarinin tanıklığından faydalanma ve olay yerinin yeniden canlandırılması yolu ile temsili mekân oluşturma yöntemleri kullanılmaktadır.
Adli soruşturmaların başlangıç noktası olan olay yerinin sistematik ve doğru bir şekilde incelenmesi, adli olayların çözümlenmesinde doğru sonuca ulaşmanın en önemli adımıdır. Dinamik bir alanı ifade eden olay yerine dönüşen mekân, suç işleyen bireyin olay ile ilişki derecelerinin, izlerinin ve delillerinin bulunduğu yerdir.
Locard’ın değişim prensibine göre her temas iz bırakır[18]. Bir başka deyişle bir mekânı kullanarak ayrılan bireyin orada bulunduğuna dair iz bırakmaması ya da üstünde ortama ait bir iz bulunmaması imkânsızdır.
Bu prensip bağlamında delillerin kaybolmaması değişmemesi, değiştirilmemesi, başka etkilere maruz kalarak bozulmaya uğramaması amacıyla olay yerleri en kısa sürede ulaşılan ve bariyer bantlarıyla çevrilerek korumaya alınan mekânlardır. Gerçekleşen olayın niteliğine bağlı olarak disiplinler arası kolektif çalışma süreçlerini kapsayan olay yerinin incelenmesinde adli mimarlık disiplini mimariyi bir bilgi alanı ve yorumlama biçimi olarak kullanır. Yalnızca binaların değil, insanlar ve nesneler arasındaki birden çok ölçekte var olan mekânların ve yapıların aracılık ettiği, sürekli değişen bir dizi ilişkileri sistematik olarak değerlendirmeyi gerçekleştirir.
Tasarlanmış mekânın olağan hayat izleri etkisiyle zamana bağlı olarak değişimi de söz konusudur. Suç eyleminin niteliği bağlamında oluşan izlerin olağan yaşam izlerinden ayırt edilebilmesinde analiz edilmesi beklenen mimari hususlar; mimari bilgi alanları kapsamında yapı elemanlarında, yüzey kaplamalarında, yakın çevre tasarımında, iç mekân örgütleme elemanlarında, teknik servis elemanlarında ve/veya mekân konfor koşulları ile termofiziksel özelliklerinde oluşan etkileşim izlerinin konum, boyut, yön, mesafe, derinlik, etki alanı, etki biçimi, etki/tahribat düzeyi, olası gerekçeleri çerçevesinde sorgulanması olarak özetlenebilir.
Olay yeri olan mekânın bütüncül bir şekilde analiz edilme süreci elde edilen maddi bulguların teknik incelemelerinin yapılarak maddi kanıtlara dönüştürülmesi, tümden gelimle akıl yürütme yoluyla karşılıklı ilişkilerinin kurulması ve olayın tüm parçalarının bir araya getirilerek mekânın varlık gösterdiği suç sürecine dair bir teori geliştirilmesi alt süreçlerini içermektedir.
Maddi tanıkların belirlenmesinde ve geliştirilen teorinin/teorilerin sınanmasında, mevcut teknolojinin imkânlarından ve mimarlık disiplininin bilgi alanları ile mesleki deneyim ve yetilerinden yararlanılarak suç mahalli olan mekânın dolayısıyla da suç eylem sürecinin yeniden canlandırılması mekânsal hukuki tanıklık bağlamında kullanılan önemli yöntemlerdendir. Olası senaryolara ulaşabilmek amacıyla mekânın okunabilirliğini sağlamak ve olay anını yeniden canlandırmak esasına dayanan mekânsal yaklaşımlar kullanılmaktadır. Bu yaklaşımlar mekân elemanları, mekânda bulunan kanıt niteliği taşıyabilecek nesneler, video kayıtları fotoğraflar, kriminal raporlar gibi bulguların toplanması ve “olay öncesi - olay anı - olay sonrası” zinciri içerisinde “birey - mekân - olay – zaman” etkileşimini sorgulayarak anlara ait eylemin/eylemlerin ortaya konması aşamalarını kapsamaktadır.
Çözümleme aşamalarında mimarlık disiplininin yürütülme süreçlerinde kullandığı mekânsal akış diyagramları, planlar, kesitler, perspektifler gibi mimari teknik çizim yöntemleri ile fotoğraflar, kamera kayıtları, maketler, üç boyutlu dijital modeller gibi görsel sunum teknikleri kullanılabilmektedir. Kullanılan yöntemler suçun niteliğine bağlı olarak değişmektedir. Gerçeğe ulaşmak amacıyla belirlenen senaryoların analizi objektif bir şekilde ve nesnel olasılık çerçevesinde değerlendirmeye alınmakta ve olası sonuçlara ulaşılmaktadır. Kanıtların üretiminde, yöntem stratejilerinin belirlenmesinde, yöntem kapsamındaki tekniklerin kullanım ve uygulama süreçlerinde, üretilen verilerin okunmasında ve çözümlenmesinde mimarlık disiplininin kendine özgü bilgi deneyim ve uzmanlık yetileri ön plana çıkmaktadır. Bunlardan bazıları mekân üretmeye, işlevsel akışı kurgulamaya, yaşam senaryoları tasarlamaya ve analiz etmeye odaklı mesleki bilgi birikimi, üç boyutlu görebilme yetisi, ölçü - oran - dengeyi gözeterek anlamlandırabilme eğilimi, insan odaklı bir disiplin olarak olaylara ya da durumlara psikolojik ve sosyolojik yaklaşım gösterebilme becerisi olarak sıralanabilir.
Suça Mekân Oluşturma (Suç Mekânı Yaratma) Bağlamında Adli Mimarlık
Oscar Newman tarafından 1972 yılında yayımlanan “Savunulabilir Alan: Kentsel Tasarım Yoluyla Suç Önleme” kitabı ile mimari tasarımın suç oranıyla ilişkilendirilmesi hususu gündeme gelmiş, yanlış tasarımla gelen veya tasarım dışı gelişmiş kent alanları ile binalardaki kamusal alanların pek çoğunun suça karşı savunmasız alanlar olduğuna dikkat çekilmiştir[5]. Kontrolsüz insan hareketlerine bağlı olarak artan nüfus yoğunluklarının etkisiyle hızlı büyüyen kentlerde ortaya çıkan plansız yerleşim alanlarının varlığı sosyal kontrolün azalmasına, dolayısıyla da güvenliğe dayalı tehditlerin ve suça maruz kalma korkusunun artmasına neden olmuştur. Yapılı çevrelerde suç olgusunun dikkatle ele alınması ve kent ölçeğinden bina ölçeğine kadar her mekânda güvenli yaşam alanlarının tasarlanması ihtiyaçtan çok hukuki bir zorunluluktur. Çünkü insan haklarının en temel olanı yaşam hakkı olarak tariflenmiş ve bireylerin tüm haklarını ve özgürlüklerini kullanabilmesi için yaşam hakları ilgili mevzuatlar çerçevesinde güvence altına alınmıştır.
Brantingham (2005) “suç örüntüleri teorisi” ile zaman ve mekâna bağlı olarak suç yoğunlukları fazla olan kentsel mekânları suç üreten alanlar, suça teşvik eden alanlar ve suçu kolaylaştıran alanlar olarak sınıflandırmıştır[19]. Kent içerisinde sosyal, ekonomik ve mekânsal olarak ayrışan kentsel çöküntü alanları, kent çeperlerinde gelişen ya da süreç içerisinde kent merkezinde kalmış olan gecekondu mahalleleri ile plansız kaçak yerleşim bölgeleri karmaşık kullanıcı profili ve fiziksel çevre koşulları ile suç üreten alanlara örnek teşkil eden kentsel mekânlardır. Sosyal yapı ve bireysel karakter özellikleri bağlamında değişik kalabalıklara ev sahipliği yapan kent merkezleri, etkinlik alanları ve işlevsel düğüm noktaları, suça niyetli kişilerle kalabalık ortamları aynı anda barındırma potansiyeli ile suça teşvik eden mekânlar niteliğindedir.
Hedeflenen suç eyleminin gerçekleştirilmesi için uygun fiziksel koşulları sağlayan metro istasyonları, otobüs durakları, alt ve üst geçitler, köprü altları, az kullanılan tenha sokaklar, gece aydınlatma sistemlerinin yetersiz ya da eksik kaldığı karanlık alanlar ise kuytu, tenha, ücra, metruk olma nitelikleri ile suçu kolaylaştıran alanlar olarak tariflenebilirler.
Her geçen gün maruz kaldığı farklı etkiler ve dinamikler nedeniyle plansız ve niteliksiz olarak gelişen yapılaşma süreçleri, yapılı çevreler içerisinde en çok yer kaplayan ve en uzun ömürlüsü olan binaların suç mekânı oluşturma potansiyelini de artırmıştır. Komşuluk ilişkilerine izin vermeyerek doğal gözetimden yoksun bir şekilde düzensiz planlanmış çok katlı toplu konut binaları başta olmak üzere doğru tasarlanmayan pek çok binada az kullanılan ve yetersiz aydınlatılan bodrum, çatı ve tesisat katları, sonu görülmeyen uzun ve çok yönlü koridorlar, görülebilir bir şekilde konumlanmayan merdiven kovaları, karanlık ve tenha konumlarda yer alan holler, geçitler, bina ve daire girişleri suça niyetlenen bireyler için fırsat mekânlarıdır. Benzer şekilde terk edilmiş, atıl kalmış, eskiyerek tahrip olmuş metruk binalar da suç eylemlerinin gerçekleşebilmesine uygun alanları oluşturmaktadır.
Suça eğilimli ya da niyetli bireylerin suç eylemlerini gerçekleştirebilmeleri için çevresel etkenlerin yaratacağı engelleri aşmaları gerekmektedir. Yaşam alanları içerisinde gerçekleşen suç eylemlerinin mekânsal yaklaşımlar dâhilinde çözümlenebilmesi ya da gerçekleşme olasılıklarının azaltılabilmesi hususlarında suç yoğunluklarının artmasına izin veren fiziksel çevre koşullarının okunması değerlendirilmesi, yorumlanması ve mekânsal tasarım stratejilerinin geliştirilmesi mimarlık disiplinin bilgi alanları ile örtüşmektedir. Bu bağlamda adli bilimlerin çalışma alanlarına dâhil olan adli mimarlık, sosyolojik, ekonomik ve tasarımsal yaklaşımlarla kentsel veya binaya özgü mekân okumaları yaparak adli vakaya dönüşen olaylara dair senaryoların oluşturulmasında, değerlendirilmesinde ve çözümlenmesinde aktif rol alabilmektedir.
Hedef kitlelerine ve işlevlerine bağlı olarak mekânsal tasarımdan gelen veriler ile kullanımından ve çevre tasarımından gelen verilerin mimarlık disiplinin öznel bilgi, yetki ve yetenekleri ile başka bir boyutta analiz edilerek değerlendirilebilmesi mümkündür.
Mimarlık ve Mimarlık Ürünlerinin İnsan Hayatına (Yaşanabilirliğe) Karşı İşlediği Suçlar Bağlamında Adli Mimarlık
Sınırsız seçenekler ve seçme olasılıkları içerisinde pek çok beklentiye ve kaygıya çözüm üreterek nitelikli yaşamların vaat edildiği yapılı çevreler, önceden düşünülerek uygun stratejilerin geliştirilemediği riskler nedeniyle kullanıcılarının can ve mal güvenliği hususlarında zayıf kalabilmektedir. Özellikle değişken profillere sahip çok sayıda insana farklı işlevlerle hizmet veren büyük, yüksek, karmaşık ve kalabalık binaların her geçen gün arttığı bugünün yapılı çevrelerinde temel insan gereksinimlerinden olan can güvenliğine ve hemen ardından mal güvenliğine tehdit oluşturan riskler önemli boyutta kayıpların yaşanmasına sebebiyet verebilmektedir.
Doğal ya da insan kaynaklı tehditlerin bertaraf edilmesi ya da sınırlandırılarak risk yönetimi yaklaşımlarıyla tasarım aşamasından itibaren dikkate alınması amacıyla geliştirilen mevzuatlar çerçevesinde mimarlık disiplini ve ürünleri ile yasal süreçler yoğun etkileşim içindedir. Mevzuatlardan gelen yasal yükümlülüklerin tasarım ve yapım süreçlerinde gereğinin düşünülmesi, ilgili kapsamlarda olası tehditlerin ön görülmesi ve risk analizleri yapılarak önlem stratejilerinin geliştirilmesi yasal bir zorunluluktur. İnsan sağlığını, can ve mal güvenliğini esas alan yaşam haklarının teminine dair kararları, gereklilikleri, sınır değerleri, uygulama yöntemlerini denetleme mekanizmalarını kapsayan yönetmelikler tebliğler, standartlar vb. yapılı çevrelerin tasarım süreçlerinde bölgesel ölçekten bina ölçeğine, hatta tek bir mekâna kadar görev alan tüm disiplinlere sorumluluklar yüklemektedir. Yapılı çevre tasarım ve yapımının baş aktörü olan mimarlık disiplini de süreçlere etki eden her kararı ile ilgili hususlarda büyük sorumluluklara sahiptir.
Doğal ya da insan kaynaklı afetlerin neden olduğu can ve mal kayıpları yaşanan olayları adli vakaya dönüştürmektedir. Mimarlık disiplini kendi bilgi alanı ve uzmanlaşan deneyimleri çerçevesinde adli vakaya dönüşen olayların sistematik bir şekilde incelenerek analiz edilmesinde ve sebep sonuç ilişkilerini değerlendirerek bulguların maddi kanıta ve olay mahallinin tüm içerikleriyle birlikte maddi tanığa dönüştürülmesinde adli süreçlere dâhil olmaktadır.
Yapılı çevreler içerisindeki yanlış verilen tasarım kararlarının uygulama biçimlerinin ve detaylarının kazalara sebebiyet vererek can güvenliğini tehdit eden durumlar da söz konusudur. Tasarım yerinin özelliklerinden gelen bağlamların ya da kullanıcı profilinin, işlevin, uygulanabilirliğin, konfor koşullarının vb. gerektirdiği güvenlik önlemlerinin dikkate alınmadığı tasarım yaklaşımlarından kaynaklanan pek çok kaza olayı adli vakaya dönüşebilmektedir. Bu kapsamda olması gereken ile olan arasındaki farklılıkların, eksikliklerin yanlışlıkların tespit edilmesi ve bulguların tasnif edilerek değerlendirilmesi hususları da adli mimarlığın kapsamı içerisinde yer almaktadır.
Diğer Durumlar
Adli süreçlerde mimarlık disiplinin bilgi alanına ve uzman görüşlerine ihtiyaç duyulan farklı durumlar da söz konusudur. Özellikle binaların yapım süreçleri içerisinde yer alan uygulamalarda gerçekleşen malzemelerde, sistemlerde, uygulama detaylarında, uygulama biçimlerinde maliyette vaat edilenden farklılaşan hususlar ya da kullanım süreçlerinde sistemlerden, mekânlardan, işleyiş süreçlerinden, dayanım süresinden, bakım-onarım maliyetlerinden beklenen performansın karşılanamadığı durumlar söz konusu olduğunda tasarımcı, müteahhit işveren, kullanıcı arasında bir takım anlaşmazlıklar doğabilmektedir. Tarafların birbirlerinden hak talep ettiği ya da tarafına yapılan haksızlığın giderilmesini beklediği koşulların hukuki süreçlere taşındığı olaylar adli mimarlık kapsamında ele alınabilmektedir. Bu gibi durumlarda mimarlık disiplini yapıya ve yapılı çevreye ait tasarım yapım, resmi prosedürlerin gerçekleştirilmesi, kullanım ve zaman zaman da yıkım süreçlerinin içerisinde yaşanan anlaşmazlıkların mimarlık bilgi alanları kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği hukuki süreçlerin bilirkişisi olarak görev yapmaktadır.
SONUÇLAR
İnsanlık tarihi kadar eski ve insan odaklı bir disiplin olarak mimarlığın adli bilimlerle olan yakın ilişkisinin profesyonel farkındalığı 21. yüzyılın başlarına denk düşmektedir. Suç olaylarının birçoğu yaşamın sürdürüldüğü yapılı çevrelerde yer alan farklı ölçeklerdeki mekânlarda gerçekleşmektedir.
Kendisini sınırlayan üç boyutlu fiziksel elemanların ötesinde mekân, yaşam anlarına ortam oluşturması, kullanılarak ve yararlanılarak anlam kazanması, kullanım sürecinde yaşananlar ve yaşayanlar ile etkileşim halinde olması vesilesiyle varoluşun simgesi olarak nitelendirilebilir.
Yaşanmışlıkların etkisiyle çok katmanlı süreçler içerisinde var olan ve yere dönüşen mekân, yaşam anlarına dair hareketleri, ilişkileri ve izleri bünyesinde barındırır. Walter Benjamin’in dediği gibi “Yaşamak ardında iz bırakmaktır.” Bu kapsamda suç olgusu ile mekân arasında var olduğu kabul gören karmaşık ilişki, adli vakaya dönüşen olayların çözümlenmesi, azaltılması ya da engellenmesi bağlamında mimarlık disiplininin uzman bilgisine ihtiyaç duyulan alanları ortaya çıkarmaktadır. Adli mimarlığın görev tanımlarını içeren bu alanlar aşağıdaki gibidir:
- İçinde barındırdıklarıyla birlikte tarihi ve kültürel miras değeri olan yapıları hedef alarak tahrip ya da yok eden eylemlerin türü, gerçekleşme biçimi ve sonuçları bağlamında incelenmesi ve sorgulanması.
- Olay yerine (suç mekânına) dönüşme süreçlerine dayalı olarak bünyesinde barındırdığı izler bağlamında mekânların okunması, maddi kanıtların toplanması ve maddi tanığa dönüştürülmesi.
- Tasarım hatalarının, yanlış kullanım biçimlerinin olumsuz fiziksel koşulların, farklılaşan yaşam dinamikleri ve dengelerinin oluşturduğu suç eylemlerine fırsat veren mekânların analizi, tespiti ve tahlil edilmesi.
- Yaşanabilir yapılı çevrelerin tasarım, inşa ve sürdürülebilirlik süreçlerini düzenlemek amacıyla geliştirilen mevzuatlar dışı hatalı uygulamaların sebebiyet verdiği ihmallerin, hasarların, zararların ve kayıpların değerlendirilmesi.
- Yapılı çevreler dâhilinde söz konusu olan taraflar arası anlaşmazlıkların incelenmesi.
Suç eylemleri gerçekleştikten sonra adli olayların çözüm süreçleri içerisinde verebileceği katkıların yanı sıra, suç eylemleri ile mücadele hususları da adli mimarlığın araştırma alanlarındandır. Bu alanlardan bazıları ise aşağıdaki gibidir:
- Yapılı çevreler içerisinde yaşam haklarına yönelik olası engellere, tehditlere, saldırılara karşı zayıf kalan mevcut risk bölgelerinin, risk konularının ve kırılma noktalarının tespiti.
- Risk analizleri yapılarak çok bileşenli, karmaşık katmanlaşan ve kesişimlerin şekillendirdiği bütüncül bir araştırma yaklaşımı ile iyileştirme ve koruma stratejilerinin geliştirilmesi.
- Yapılı çevreleri düzenleyen mevzuatların iyileştirilmesi.
KAYNAKÇA
- Giddens, Anthony. Sosyoloji - Kısa Fakat Eleştirel Bir Giriş. Ankara: Siyasal Kitabevi, (2011).
- Tschumi, B., Olaylaşan mekânlar, https://www.mimarlarneder.com/single-post/2018/07/05/bernard-tschumi - (Erişim Tarihi: 16.04.2021)
- http://www.tschumi.com/projects/19/ (Erişim Tarihi: 16.04.2021)
- Bozdoğan, Y. B. ve Avcı, M., Mükerrer Suçluluk, Davranım Bozukluğu ve Antisosyal Kişilik Bozukluğunun Ortak Değişkenleri, OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, Cilt:15, Sayı: 24, E-ISSN: 2528-9535, (2020).
- Newman O., Defensible Space: Crime Prevention Through Urban Design. New York: Macmillan, 17-186, (1972).
- Murray, T. A., McGuffog, I., Western, S. J. ve Mullins, P., Exploratory spatial data analysis techniques for examining urban crime. British Journal of Criminology, 41, 309- 329, (2001).
- Beyhan, F., Adli mimarlık, Divriği Adli Bilimler Günleri, Sözlü Sunum, Sivas, (2016).
- Ahunbay, Z., Dünya Kültür Mirası Ölçütleri Açısından Kurtarma Olasılıkları, Mimarlık Dergisi, Sayı: 294, Sayfa: 45 (2000).
- Çakırca, D., Savaşın Savunmasız Düşmanı-Kültürel Miras, Munzur Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (MÜSBİD), Cilt:4, Sayı: 6, Sayfa: 16-35 (2015).
- Ercümen, A. M., Suriye İç Savaşı’nda Yok Olan Kültürel Miras ve Uluslararası Hukuk, (2016). https://insamer.com/tr/suriye-ic-savasinda-yok-olan-kulturel-miras-ve-uluslararasi-hukuk_376.html (erişim tarihi 17.04.2021)
- Çokişler, E., Silahı Çatışmalar Sırasında Kültürel Malların Korunması Rejimi: Tarihsel Gelişimin Analizi, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt: 16, Sayı:61, Sayfa: 55-74, ISSN: 2304-7320 (2019).
- Tombul, D., Roma Statüsü’nün 20. Yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi, Suç ve Ceza Dergisi, Sayı 4, Sayfalar: 135-173, (2018).
- Ulusoy, O., Uluslararası Ceza Mahkemesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Birinci Baskı: İzmir, , ISBN: 978-9944-127-90-15, (2008).
- Weizman, E., Tavares, P., Schuppli, S. and Situ Studio, Forensic architecture. Architectural Design 80 (5), Page: 58-63, (2010).
- ICC, Al Mahdi case: ICC Trial Chamber VIII issues reparations order, Case No. ICC-01/12-01/15, 2017 https://www.icc- cpi.int/Pages/item.aspx?name=pr1329, (Erişim Tarihi 21 Nisan 2021).
- Türk Ceza Kanunu. (2004). Resmî Gazete (Sayı: 25611). https://www.mevzuat.gov.tr/ MevzuatMetin/1.5.5237.pdf (Erişim Tarihi: 16.04.2021).
- Lefebvre, H., The Production of Space, İng. çev. D. Nicholson- Smith, Blackwell, Oxford, 1991 (1974).
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Edmond_Locard (Erişim Tarihi: 16.04.2021)
- Shariati, A. and Guerette, R. T., Situational Crime Prevention, eBook: Preventing Crime and Violence, Editors: Brent Teasdale and Mindy Bradely, Chapter 22, Page: 261-268, Springer Published, ISBN: 978-3-319-44124-5, 2017.