Moderatör Prof. Dr. Hasan şENER
“Tasarımcılarımızın çelik malzemeyi seçme nedenlerini, tasarıma katkısını, avantaj ve dezavantajları, sektörde yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri tartışmak istiyoruz.”
“Bizim bugünkü konumuz tasarımla ilgili. Tasarım süreci uzun ve yorucu bir süreç, bu süreçte birçok aktör var ve bu aktörlerin içinde mimarlar ağırlıklı rol alıyorlar ama yapısal tasarım, mekanik ve elektrik tasarımı gibi aslında başka disiplinler de bu süreçte görev alıyorlar. Fakat en önemli karar verici kesim mimarlar oluyor. İzin verirseniz bu aşamada Türk Yapısal Çelik Derneği Başkan Yardımcısı Yener Güreş’in göndermiş olduğu Fransa’da mimarlar arasına yapılmış bir ankete yer vermek istiyoruz. Soru şu: Neden çelik malzemeyi seçiyorsunuz binalarınızda? 407 mimar arasında yapılıyor bu anket ve birinci sırada % 55 oranında uygulamanın hızlılığı açısından tercih ettiğini belirtiyor mimarlar. İkinci sırada % 36 ile ekonomi kriteri belirtiliyor. Üçüncü sırada %22,4 ile uygulama kolaylığı geliyor. Dördüncü sırada % 20 ile büyük açıklık geçme var. Beşinci sıra %18 ile estetiklik. Sonrasında da az bakım istiyor diyenler % 4, hafiflik performansı yüksek diyenler %2, yönetmeliklere uyma konusunda bizlere kolaylıklar sağlıyor diyenler %1 gibi devam ediyor. Akustik performansı, yangına dayanım ve sürdürülebilirlik kriterlerini de saymışlar. Böyle 17 kriter sayılıyor. Biz de biraz buradan da hareketle önce panelistlerimizin çelik malzemeyi seçme nedenlerini, tasarıma katkısını, avantaj ve dezavantajlarını, sonrasından da sektörde yaşadıklarını sorunları ve çözüm önerilerini dile getirmelerini rica edelim. “
Prof. Dr. Harun BATURBAYGİL
“Son derece hızlı değişen dünyaya, son derece hızlı yanıt verebilen bir yapı türünü ortaya çıkarması açısından ben çeliği çok önemli görüyorum.”
“Fransa’da yapılan bu araştırmadan başlarsam, iki şeyin olmadığını görüyoruz diyebilirim. Bana kalırsa bizim ülkemiz açısından son derece önemli depremsellik var bir kere. Çeliğin böyle bir özelliği var, bu hafifliğinden de kaynaklanıyor. Hafiflik bize birçok şeyi de getiriyor. Bir mimar olarak, mimari tasarımcı olarak çeliğin yapının görselliğine çok büyük katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü Vitrivius’ün o üç kuralı biraz eskidi gibi görünüyor. Sağlıklılık, güzellik ve işlevsellik. şimdi Vitrivius’un yaşadığı dönem aşağı yukarı milattan belli bir dönem sonra. O dönemde binaların kalıcı olması, ağır hantal olması gibi bir çok şey söz konusu idi, kalıcılığını bunlar belirliyor idi. Günümüzde kalıcılık başka düşüncelere tabii. İşlevsel niteliklerini yitirdikleri zaman veyahut da başka türlü rant etkileri ortaya çıktığı için yıkılabiliyor binalar. Dolayısıyla esasında çeliğin böyle bir niteliği de var, geri dönüşümü çok kolay, sökmesi çok kolay, yani çok ilginç özellikleri olan bir yapı unsuru. Kullanmadığınızda götürürsünüz fırınlarda yeniden yapıp yeniden kullanırsınız. Bu sanıyorum içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl paradigması açısından en önemli unsurdur. Amerikan Yeşil Bina Konseyi’nin yayınladığı 680 sayfalık bir rehber var, o rehberde en büyük puanlar geri dönüştürülen malzemeler hatta tekrardan kullanılan malzemeler için verilir ve çelik esasında bu açıdan son derece önemli bir malzeme. Çelik söküldükten sonra yeniden kullanılabilir, başka şekillere sokularak yeniden değerlendirilebilir. Dolayısıyla bu son derece hızlı değişen dünyaya son derece hızlı yanıt verebilen bir yapı türünü ortaya çıkarması açısından ben çeliği çok önemli görüyorum. Betonarmede bunu bulamazsınız. Taşıyıcı sistem dediğiniz zaman biz neyi kullanıyoruz? Taşıyıcı sistem dediğimiz zaman çeliğin alternatifi nedir? Betonarme. Mevcut yapı yapma çerçevesini ele aldığımız zaman tabii ki yığma yapılar da yapıyoruz ama artık mega yapılar yaptığımız bu dönemde kullanabileceğimiz yöntemler olarak göremiyoruz bunu. Betonarmenin de tekniği gelişti. Aslında büyük açıklıklar geçme ya da ince kesitler elde etme konusunda son derece önemli gelişmeler var, süre konusu da betonarme ile rahatlıkla karşılayabileceğiniz duruma geldi. Ama en önemli faktör betonun geri dönüştürülemezliği. Bu konuda çok çalışmalar da yapıldığını biliyorum ama hali hazırda bu alanda herhangi bir sonuç yok. Bence ekonomik açıdan, sürdürülebilirlik açısından çeliğin özelliği hala çok yüksek bir yerde duruyor. Çelik üretilirken de çevreye daha az zarar veren bir teknoloji olduğunu biliyoruz, beton üretilirken böyle bir sonuç vermiyor.
Ancak sorun çok. Aktörlere baktığımızda bir piyasa aktörleri bir de uluslararası aktörler diye bakmak lazım. Çelik sektörünü geliştirmek için ülkenin potansiyellerinin topyekün biraraya gelmesi lazım. Bizim çelik fabrikalarımızda levha üretiyoruz, NP üretiyoruz veya boru üretiyoruz ama skalamızda yapısal çeliği destekleyecek şekilde yeterli bir üretim olmadığını düşünüyorum. Böyle olmayınca da ithal ürün tercih ediliyor. Tonlar mertebesinde bir ürünü Belçika’dan Türkiye’ye getirmek, burada işleyip montaj için dünyanın bir başka tarafına götürmek üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir şey. Bu elbette Türkiye’de bu alana yönelik üretimin yeterli seviyeye ulaşmış olmamasından kaynaklanıyor. İkinci önemli konu eğitim. Üniversitelerde ya da başka kurumlarda insanlar bu çelik düşünceye hazırlanmıyorlar. Oysa gençler bu konuda hevesliler. Diğer yandan hayat pratiğine geldiği zaman klasik bir ekonomi düşüncesi var. Esasında 21. yüzyılda para konusunu ele aldığımızda klasik ekonomi paradigmasını değiştirmemiz lazım. Malzemeyi yaşam döngüsüyle ele aldığınızda hiç tahmin etmediğiniz bir malzemeden daha ucuz olabilir. Ama ne yazık ki Yap-Sat yani yapıp satma düzeyinin egemen olduğu bir piyasada bu göz ardı edilir. Dolayısıyla böyle bir ortam sağlıklı bir yapı geliştiren bir ortam olmadığı sürece bu tür katkılardan yararlanmaya imkan yok. Uluslararası piyasada tasarımınızla fabrikatörünüzle, çelik imalatınızla var olabilmek için onun etrafında oluşturduğunuz bir kültürünüz olması lazım. Uluslararası piyasada egemen olabilmeniz için şartnameleriniz gelişmiş ve uluslararası piyasalarda kabul edilebilir olması gerekiyor. Türk Yapısal Çelik Derneği bu konuda son derece başarılı çalışmalar yapıyor ama bu konunun üstesinden tek başına gelmesi mümkün değil, bu konuda da bir elbirliği gerekiyor. Özetle söylersem Türkiye evet katılımcı bir faktör ama rejisör değil. Bu çok önemli. Bir şey olabilmesi için de potansiyellerin harekete geçirilmesi gerek, bu da kültürel anlamda olacak, AR-GE geliştirmelerle olacak, ülkenin bu alanda bir politikasının olmasıyla olacak, halkın anlaması açısından olacak. Bütün bunların bir ortam anlayışı olduğunu da kabul etmek lazım. Bunlar da hemen olabilecek bir şey değil.
Melkan GÜRSEL TABANLIOşLU
“Sonuçta şu an için bizlerin yaptığı binalarda en uygun sistem çelik-beton karma sistemler oluyor. “
Betonarme ve çelik uzun zamandan beri de bugün de çok tartışılan bir konu. Esasında her ikisinin de bir takım avantajları ve dezavantajları var. Bir mimar olarak elbette bir malzemenin geri dönüşümlü olması önemli. Bugün dünyanın karşı karşıya kaldığı en önemli problem bu. Bir şekilde sürdürülebilirlikten bahsediliyor ama bunun ne şekilde ele alındığı da çok tartışılması gereken bir konu. Çeliğin bir kere dünyaya ve çevreye katkıları açısından çok büyük faydaları olan bir malzeme olduğu, önemli bir yapı tekniği olduğu kesin. Ancak realiteye geldiğiniz zaman işler değişiyor. Biz birçok binada çelik öneriyoruz, bizim 1997’de yaptığımız bir bina Ankara’da baskı tesisi yapısı Avrupa Yapısal Çelik Birliği tarafından da ödül almıştı, fabrika gibi bir binaydı, çok kısa sürede yapılması gerekliydi, binanın karekteri olarak da çelik kullanılması bizim açımızdan da heyecan vericiydi ama birçok binamızda neresinde ne kullandık diye bakarsak projenin başında esasında bir takım analizler yapıyorsunuz, yatırımcı ile de bunları paylaşıyorsunuz, mukayese edildiği zaman betonarme ve çelik, evet çelik zaman açısından gerçekten hız kazandırıyor, hafif gibi bir çok pozitif verilerle donatmamıza rağmen bir maliyet olayı yaratıyor. Tabii ki daha maliyetli betonarme yapıya göre. Yangına dayanıklı hale getirmek istediğinizde bir takım özel koruyucu maddeler sürmeniz gerekiyor, onların da bir maliyeti var bunların hepsi üst üste geldiği zaman da şöyle bir netice ile karşı karşıya kalıyorsunuz; karma yapılar. Bizim son dönemde gerçekleştirdiğimiz hemen hemen tüm yapılarımızda biz karma sistemler kullanmak durumunda kalıyoruz. Bundan da memnuniyet duyuyoruz. Biraz önce bahsedildiği gibi esasında betonarme de çok gelişiyor. Fakat hala da kesitler çelikle alınabilen neticelere ulaşmış değil. Veya biz mimari olarak mümkün olabildiğince az taşıyıcı görmek istiyoruz, daha ferah mekanlar elde etmek istiyoruz ve bu mekanları elde etmek için de çelik elbette ciddi anlamda mimarların işini kolaylaştırıyor. Hal böyle olunca da ekonomi, estetik ve hız gibi bunların hepsini bir arada göz önünde bulunduğunuz bir karma sonuca gidiyorsunuz bir şekilde. Siz mimar olarak önce ikna oluyorsunuz harcatacağınız para açısından, arkasından da yatırımcıları bu konuda ikna ediyorsunuz ve bizim bu ana kadarki tecrübelerimizde ortaya çıkan şu: genelde betonarme yapılar ama çatılarını çelik sistemlerle geçmek. Çünkü bu çok daha büyük bir rahatlık veriyor. Hem geniş açıklık anlamında hem de ışığı içeriye daha kolay alma anlamında çelik çok daha esnek. Yapılarımızın bazıları burada imal ediliyor, Türkiye’den ihraç edilen bir yapı programı halinde olabiliyor. Böyle zamanlarda da çeliğin çok büyük bir faydası var. Yerinde imalatların yapılamadığı durumlar oluyor, bazen o ülkelerin ekonomileri bu inşaatlar açısından gelişmemiş oluyor ve burada imal edilip oraya nakledilerek montaj edilmesi gerekiyor. Yine böyle zamanlarda da çeliğin faydasını görüyoruz. Sonuçta şu an için bizlerin yaptığı binalarda en uygun sistem çelik-beton karma sistemler oluyor.
Mimar olarak bizim için sorun nerde başlıyor, hayal ettiğimiz binayı yapamadığınızda başlıyor. Artık çevreye değer vermeyen bir mimar düşünülemez elbette ama bizler, mimarlar bunları akılda tutarak da hayal ettiğimiz binaları yapmak isteriz. Elbette çevreci olan sistemlerin geliştirilmesini kullanımı son derece tetikleyen, arttıran unsurlardır. Bence burada bizlere de şöyle bir rol düşüyor; bir şekilde ikna etmek rolü düşüyor. Çünkü sonuçta yatırımcı ile mimar karsı karşıya kalıyor. Tasarladığınız hayali gerçekleştirmek için sadece yapmakla da akılcı olarak ikna etmekle de karşı karşıya kalıyorsunuz. Zaman hakikaten önemli, çeliğin en büyük özelliği zaman, yatırımcıların da en büyük problemlerinden biri para kaybı, bu iki dengeyi bir ayara koyarak ve hayallerinizden de ödün vermeden yatırımcıyı ikna etmek mimarlar olarak bizim üzerimize düşen en önemli görev. Bu ortamı yaratabilirsek hem dünya ekonomisine bir katkı hem de daha temiz bir çevreye imkan verecektir diye düşünüyorum.
Ahmet ALATAŞ
“Çeliği pragmatik düşünceler için kullanıyor olabilirsiniz ama bunun dışında çelikle diğer malzemelerle yapamayacağımız çok farklı binaları tasarlamamız mümkün. Bunları ürettiğimiz takdirde çelik zaten rakipsiz bir malzemeye dönüşüyor o zaman hem yatırımcıyı ikna etmek çok kolay oluyor hem de çeliği kullanmanızın bir mantığı oluyor.”
“Bizim ofisimizde önemli bir strüktür malzemesi olarak çelik epeyce kullanılıyor, dolayısıyla benim Türkiye’de çelik tasarımcıların karşılaştıkları zorluklarla ilgili bazı tespitlerim var ve zannediyorum ki bunlar da çeliğin Türkiye’de yeterince kullanılmamasının nedenlerinin önemli bir kısmını oluşturuyor. Öncelikle Türkiye’de yapılmış olan çelik yapılara baktığımda ben çok fazla çelik yapı göremiyorum. Rahatlıkla betonarme olarak da inşa edilebilecek olan çelik yapılar görüyorum. Dokularında çelik ruhu taşımadıklarını bir eleştiri olarak söylemek istiyorum. Kesitler ve kaplamalara baktığınızda birçoğunun betonarme olarak da inşa edilebilecek yapılar olduğunu görüyorum. Bu da yatırımcıların çoğu zaman iki sistem arasında seçim yaparken eğer pragmatik sebepleri yoksa süreklilik ve güvenlik olarak çeliğe çok da fazla güvenmiyorlarsa, ki bence de betonarme bir bina da güvenli tasarlanmışsa çelik kadar güvenli bir binadır, yani seçim sebebi olarak görmüyorum bunu, Türkiye’de eğer yapıda çok büyük açıklıklar geçilmiyorsa ya da çok hızlı inşa edilmesi gerekmiyorsa genelde binalar çelik olarak tercih edilmiyor. Çelik olarak inşa edilenlerde de gerek çeliğin estetik, zerafet olarak, gerek mimari avantajlarını öne çıkartan kesitleriyle göremiyoruz. Bunda hem biz mimarların hem de mühendislik bürolarının sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Aslında bunu çeliğin problemi olarak da görünmemeli, betonarme olarak da farklı binalara gitmek istediğinizde aynı problemlerle karşılaşıyorsunuz. Okullarımızda bu alanda yetişen öğrencilerin yetersiz olarak mezun olduklarını ve daha sonraki çalışma hayatında da gerekli çözümleri üretmekte zorlandıklarını söyleyebilirim. Türkiye’de piyasa şartlarını oluşturulduğu direkt noktaları var şu anda yapılan binaların çok büyük bir çoğunluğu satılmak için yapılıyor, satılmak için yapılan binaların tamamı bir fiyat hesaplamasıyla yapılıyor, böyle olunca da bir takım strüktürlerle çok hızlı inşa edilmiş fakat sonra üzerine bir takım gösterişli cepheler ve görsel malzemeler kaplanmış binalar ortaya çıkıyor. Aslında binaların benim fikrimde strüktürlerinden gelen bir estetiği ve bir mimari kaliteye sahip olmaları gerekirken bugün Türkiye’de yapılmış ve yapılmakta olan bir çok büyük projeye baktığımızda bunun olmadığını görüyoruz. Gerçekten basit betonarme kiriş kolon sistemiyle gerçekten kaplanmış, makyajlanmış binalar var çevremizde. Bunun dışına çıkmak mümkün mü? Bunun dışına çıkmak şu şekilde mümkün, bir kere kendi kendine yürüyen ve para kazanmak zorunda olmayan bir ofisinizin olması lazım, ikincisi şu anda Türkiye’de bir iş yoğunluğu var, bu kadar fazla işiniz olmaması lazım. Yılda iki üç tane işiniz olması lazım. Bunun dışında da gerçekten bu işi birlikte yapabileceğiniz anlayışta bir mühendislik firmasına ihtiyacınız var. Mühendislerimize kızmıyoruz, onların da bir takım sıkıntıları olduğunu görebiliyorum. Türkiye’nin genelinde mimarlardan ve yatırımcılardan gelen isteklere göre yani talebe göre oluşturulmuş bir durumları var statik ofislerinin de. İşler geliyor ve o işlerin bir şekilde yapılış metodu var, programları da bu ilklere göre seçilmiş, siz gelip de farklı bir şey yaptırmak istediğinizde statik ofisin alt yapısı buna yeterli olmayabiliyor. Oturup özel olarak çalışılması gereken çözümler gerekiyor, farklı proje dediğiniz zaman, gerçekten çok daha fazla zaman harcanması gerekiyor. Bu anlamda da yatırımcıyı bu projelere zaman harcatmaya ikna etmek de gerçekten çok zor. Biz şu an çalıştığımız bir çok projede basit mantıkçı çözümler için bile küçük bir kaç maliyete dahi ikna edemeyebiliyoruz. Kaldı ki bütün bunları yapabilecek nitelikte bir çok mimar ve mühendislik bürosu olmasına rağmen ben istek ve arzunun da az olduğunu biliyorum. Bu sadece bizim meslekte değil Türkiye’de sistem sadece para kazanmak üzerine oluşmuş. İnsanlar bir şekilde daha büyük, daha fazla, daha gösterişli istiyor ama daha zarif, daha doğru çok konuşulmuyor. Bir de Melkan Hanım’ın dediği gibi karma sitemler çok daha fazla kullanılıyor ama onu da mühendislik ofislerimiz çok fazla arzu etmiyorlar, bu malzemelerin birlikte uyumsuzluğunu belirtiyorlar. Halbuki betonarmenin kendisi çelik ve betonun birlikteliğinden olan bir malzeme yani bu da doğru olamaz.
Bence sorunları aşabilmek için tasarımcıların kendini çok iyi yetiştirmiş olması şart. Çeliği pragmatik düşünceler için kullanıyor olabilirsiniz ama bunun dışında çelikle diğer malzemelerle yapamayacağımız çok farklı binaları tasarlamamız mümkün. Bunları ürettiğimiz takdirde çelik zaten rakipsiz bir malzemeye dönüşüyor o zaman hem yatırımcıyı ikna etmek çok kolay oluyor hem de çeliği kullanmanızın bir mantığı oluyor. Ama Yap Satçı olunca problemlerle karşılaşıyoruz. Bence biraz zihinlerde değişmesi gereken bir şeyler var.
Selcuk İZ
“Çelik bazen ekonomik sonuçlar veremiyor ve işveren istemeyebiliyor. Bunları aşmak için çeliği ekonomik hale getirmek lazım. İşverenin kabul edebileceği hale getirmek lazım. Bunu da iyi tasarımla sağlarız. Mimarların iyi tasarlaması, zorlayıcı tasarlaması lazım.”
Bizler her türlü malzemeyi ayakta tutmak için çaba harcayan kişileriz. Betonarme olabilir, ahşap olabilir, çelik olabilir, kompozit olabilir ki kompozit de çok kullanıyoruz. Mimar arkadaşlarımız çeliği neden tercih etmiyorlar dendiğinde, nedeni açık, çünkü çeliği projelendirmek kolay değil. Çelik bazen ekonomik sonuçlar veremiyor ve işveren istemeyebiliyor. Bunları aşmak için çeliği ekonomik hale getirmek lazım. İşverenin kabul edebileceği hale getirmek lazım. Bunu da iyi tasarımla sağlarız. Mimarların iyi tasarlaması, zorlayıcı tasarlaması lazım. Zaten önemli olan yapılarda zaten çelikten başka bir şey kullanamıyorsunuz ama bunlarda da çeliği iyi kullanmak lazım. Çelik çok yoğun çaba istiyor, çelik milimetrik çalışma istiyor. Çok değerli proje firmaları var bu firmalar da yurtiçinden çok yurtdışında işler yapıyorlar. Türkiye’de yaptığımız işler az sayıda ama yurtdışında çalıştığımız işlerde çeşitli şartnamelerle çalışıyoruz. Fransa’da yaptığımız bir endüstri yapısında Fransız şartnamesi, Azerbaycan’da başka şartname, Katar’da başka şartname. Biz bunların içinde bunalıyoruz. Bizler kendi şartnamemizi unuttuk. Onun için de yerli şartnamemizi geliştiremiyoruz. Keşke kendi şartnamelerimizi geliştirsek ve bunları kullanabilsek. Bugün Türkiye’de bir köprü tasarlamaya kalksanız yabancı şartnameleri kullanıyorsunuz çünkü Türkiye’de köprü yapmak için yerli bir şartname yok. Bunun yanında yurtdışında bir Türkiye şartnamesi isteyeni, kullananı ben hiç görmedim. Diğer yandan yeni yazılımlar geliştirmemiz gerekiyor bir yandan da. Yabancı yazılımların içine yerli şartnameleri adapte etmemiz gerekiyor. Bir de işin ekonomikliğini çözebilirsek çeliğin önü açılır. Ekonomik yapı sunamıyorsanız tabii ki betonarmeye dönüyor projeler. Bu yapıları çelik olarak yapabilecek ekonomik teknolojileri geliştirmemiz lazım. Çelikteki prefabrikasyonu arttırmamız lazım. Bunları yapabilmenin yolu için de mimarlar tarafından desteklenmemiz lazım, bunun yanında imalatçılarımız var, çelik boru ve kutu profil üreticilerimiz var bunların da desteklerinin olması lazım. Bir kere malzeme yetersizliği de var. Bir projede kullanmayı düşündüğümüz malzemeyi Türkiye’de bulmak mümkün değil, dünyadaki bir kaç firma üretebiliyor onlara da özel olarak ürettirmeniz lazım ve 1 yılda gelebiliyor, oysa yapı 8 ay içinde açılacak, ozaman bizler de yerli kutu profile donduk ve içini kompozit hale getirdik, bu şekilde hızlı bir şekilde bitirebildik. şu anda dünya çapında malzeme üreticilerimiz var ve bu üreticilerin mimarlarımızın, mühendislerimizin elini yükselteceği ARGE’leri yapmaları bu konuda bizlere daha iyi malzeme için destek vermeleri lazım.
şunu da unutmamak gerekir ki, her şartname yaşar. Bizim şartnamemiz de bizim uyarılarımızla değişmeli, revize edilebilmeli. Ama biz şartnameye uyarı yapacağımızda ortada kimseleri bulamıyoruz. Dünyada da bu böyle, şartnamelere hemen hemen her 6 ayda bir ilaveler oluyor, ekler yayınlanıyor, bir şey kaldırılıyor veya tekrar düzenleniyor. Bizim şartnamelerimizde de böyle olmalı. Belki her sene teknolojiden ve sanayiden gelen verileri de koyarak güçlendirmek lazım.
Kerem PEKER
“Herkesin üzerine düştüğünü yaptığında ben çelik bir yapının işverenin önüne gittiğinde ekonomik de olabileceğini düşünüyorum.”
Yapısal tasarımcılar bu iş için gerekli olan programları kullanmaya başladılar ve malzemeleri daha iyi tanır hale geldiler. Nasıl betonarmede daha çok detay çözülebiliyorsa aynı şey çelik için de gündeme gelmeye başladı. Uygulamacılarımızın yurtdışında çok başarılı işler yaptıklarına şahit oluyoruz, demek ki işin uygulamacı kısmında fazla bir sıkıntımız yok. Ama işin tasarım kısmında eksiklikler çok. Gündelik hayatta mimarı çelik kullanmak için bir kez daha düşünmek zorunda bırakmayacak gelişmeler henüz yeterli değil. Yapısal tasarımı yapacak firmanın betonarme olduğunda daha mı kısa sürer yoksa çelik olarak daha mı yerindedir yani daha çok mu para kazanarak betonarme mi yapacak ya da daha uzun sürüp para mı kaybedeceği çeliğe mi yönelecek, bırakın rakamları tasarım sürecini eşitleyecek bir prosese doğru gitmemiz lazım. Bu konuda güncel pratiklerimizde eksikliklerimizi var. Uluslararası şartnamelerin Türkçe olarak, yabancı dilde değil, karar vericilerden geri dönmeyecek şekilde olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu pazarın bütün oyuncularının büyük bir çaba göstermesiyle olabilir. Herkesin üzerine düştüğünü yaptığında ben çelik bir yapının işverenin önüne gittiğinde ekonomik de olabileceğini düşünüyorum. Doğal olarak kimse aynı ürünü daha yüksek bir maliyetle elde etmek istemez. İşte buradaki kritik kelime aynı ürün. Yani teknik olarak gerçekten her türlü teknik çabanın sarf edilmiş olması lazım. Gerçekten rekabet için doğru malzemenin seçilmiş olması lazım. Doğru bir inşaat teknolojisinin önerilmiş olması ve bu surecin işverene doğru tarif edilmiş olması lazım. Süreden kazandığında para kazanacağını diğer tarafta zaman kaybederken para da kaybetmek anlamına geldiğinin ispatlanması lazım.
Aktörler konuşulduğu zaman zaten bunların birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen şey şartnamedir. Dolayısıyla işin buraya gelmesi çok normal. şartname derken birden çok şartnameyi kastediyoruz tabii. Sadece depremle ilgili şartnameler değil. Montajıyla ilgili şartnameler, kalite kontrolü ile ilgili şartnameler, toleranslarla ilgili olanlar, yangınla ilgili şartnameler gibi hepsi ayrı ayrı. Bu aktörlerin ilişkisini ifade ediyor. Bizde yapısal tasarımcılarımızı özgür bırakmayıp şu limitleri koyarsak güvenli tasarımı garanti etmiş oluruz yaklaşımı altında sabitlenmiş. Eski tip tasarım yönetmelikleriyle sınırlanmamızdan kaynaklanıyor. şimdi tasarım işi hem sanat hem bilimsel bir iş. İşin bilim kısmının kurallarla sınırlandırılmış olması açıkçası sevimsiz bir durum. Bu aynen diğer yerlere de yansıyor. Mimara aynen yansıyor hayalini uygulayamıyor, işveren istediği şeyi istediği maliyete elde edememiş oluyor. Bizlere yansıyor orijinal olmayan, belli koşullarla birbirine benzeyen yapılar elde etmiş oluyoruz. Bunların hepsi aslında şartnamelerin yönlendirmesinden kaynaklanıyor. Bu şartnameler birbirinden bağımsız değil. İmalatından denetimine yangınına kadar hepsisini bir araya alarak ve bunu bir kere değil sürekli olarak yenilemek lazım. Bilim dedik, sonuçta bilim süreklidir, sürekli değişen gelişen bir kavram, bu sürekliği haberdar ederek ve bunları kullanacaklara sürekli eğitim yapılması gerekiyor. Bu ilişkileri düzenleyen şartnameler düzelmediği sürece istediğimiz kadar bütün aktörleri bir araya getirelim sınırlarımızı yıkamıyoruz diye düşünüyorum.