TR|EN
Güncel
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 34 - Aralık 2012

Gündem


AKLIN YOLU BİR

Çağımızın Usta Düşünürü Dücane CÜNDİOĞLU’na göre Taş, ahşap “duygu işi” ama çelik “akıl işi” Taş, tuğla ve ahşap geçmiş. Cam ve çelikse şimdi…

“Geçmiş’le şimdi’nin, geleneksel ile çağdaş olanın göz kamaştırıcı birlikteliğini ne zaman görsel olarak örneklemek istesem hemen zihnime üç mekân gelir. Üç radikal teşebbüs. Üç muhteşem yapı. Hem de üç başşehirde.
Paris, Berlin, Viyana.






1. Paris..1989’da Louvre’un ana avlusuna (Champs-Élysées ekseninde) Çin asıllı mimar Ieoh Ming Pei tarafından yerleştirilen bir prizma, bir çelik-cam piramid.
Bu piramid Paris’in yeni sembolü. Eyfel çoktan geçmiş oldu. Paris’in şimdisi Louvre’un ana avlusunda yirmi yıldan beridir ziyaretçilerini hoşâmedi ediyor. Eyfel bir oldu-bitti idi, gözler ona zorla alıştı. Gözünüzü kaçıramazsınız, bir zorbadır Eyfel. Oysa piramid mütevazı bir davettir. Korkmazsınız, seversiniz.
Dünyanın en saygın müzesine mi girmek istiyorsunuz, çaresiz bir şimdi’nin içinden geçmek zorundasınız, bir başyapıtın içinden, bir prizmanın içinden.

2. Berlin..1894 tarihli ünlü Reichstags (Parlamento) binasının tepesinde şimdi bir çelik-cam kubbe yer alıyor. 1999’da bir İngiliz mimar, Sir Norman Foster tarafından tasarlandı. Bir başyapıttır. Her şeyiyle. şimdi ile geçmişi birbirini ezmeden biraraya getiren en esaslı girişimlerden biri. şeffaf bir kubbe. Panteon’da olduğu gibi onun da tepesi açık bırakılmış. Reichstags sadece Alman siyasî bilincinin tarihini özetlemekle kalmaz, kafasıyla gövdesini de bir araya getirir. Ne ki zorla. Yenilmiş bir ulusun mahcub edasıyla.


3. Viyana..Café Landtmann. Viyana’nın en gözde cafe-restaurant’larından biri. Zarif ve nazik. Bir tarafında Burgtheater, bir tarafında Rathaus, Viyana’nın gözbebeği. Romy Schneider’ın cafesi. Freud da çok severmiş.
Hawelka’nın tam karşıtı. Hawelka ne kadar salaş ve doğal ise, Café Landtmann o kadar asil ve seçkin görünür. Bu yüzden kahvehane değil, café.
Görmek gerek, birkaç yıldır önünde nefis bir kış bahçesi var. Yanısıra yazlığı da. Yapımı 2006’da başladı, 2007’de bitti. Mimarı Manfred Wehdorn.
Yine cam-çelik konstrüksiyon. Yazlık bahçede ahşap malzeme katkısıyla dengelenmiş.
* * *
Her üç yapıda da geçmiş ve şimdi birarada. Hem klasik, hem modern. Hem dün, hem bugün. Çelişkinin hası. Çelişkinin ve ahengin. Çünkü cam ve çelik. Nazarımda stilize edilmiş çağdaş rustika.
Taş, tuğla ve ahşap geçmiş. Cam ve çelikse şimdi….”

Ya bu sözlere ne dersiniz?
“Modern mimari camın kullanımını geliştirip büyük ölçeklere taşıdıkça artık duvarlara ihtiyaç duyulmaz oldu. Çünkü çelik kolonlar ve kirişler sayesinde yapının yükünü duvarlara aktarmanın anlamı kalmadı. Duvarın taşıyıcı fonksiyonu sona erdi. Beton kolların da…”

Ve bir başkası…
Camdan ve çelikten bir mescid düşlüyorum. İçi görünen. Pek tabii ki dışı da. şeffaf ve yalın. Küçük mütevazi bir mescid. İnsan ölçeğinde ince ve naif….”

Cam ve çeliği düşlendiğinden olsa gerek başka bir bölümde “Cumhuriyet dindarlığı da aynen Cumhuriyet Camii gibi, çağının kimi çirkinlik ve zaaflarını üstlendiği halde, çağının kimi zenginliklerinden mahrum. Öncelikle estetikten. Bir de bellekten. Geçmişten.
Bu yüzden hatırasız. Beton gibi. Sert.
Sağlam, kullanışlı ama çirkin…” diyebiliyor.

Ya bu fazlasıyla ağır cümle…
“Mimarlık gerçekte estetik olmaktan çok siyasi bir faaliyettir. Derinliği de ister istemez tabi olduğu siyasetin derinliği kadardır, en az Ankara kadar”

Daha da çarpıcı bir saptama..
“..Bizde yapılar mimarların bile elinde değildir. Yapıp eden alan satan müteahhitlerdir. Mimar müteahhitler. Mühendis-müteahhitler. Müteahhitler. Sağlamlık da umurlarında değil, kullanışlılık da, güzellik de. Varsa yoksa para. Bütün amaçları para. Maksat para olduktan sonra dindarla dinsiz arasında ne kadar fark var. Ah şu para tanrı kadar somut, tanrı kadar soyut!
Türkiye’yi bir bina çöplüğü, bir yapı mezbeleliği haline getirenler kimler? Sağlamlığın, faydanın ve güzelliğin umurlarında bile olmadığı bu paracı zümre kim?
İnşaat sektörünün faaliyetleri Türkiye’de hala iktisadi bir faaliyet olmaktan öteye geçememiştir….”

Bütün bu alıntılar Türkiye’nin ender yetiştirdiği düşünürlerimizden Dücane CÜNDİOĞLU’nun “Felsefe ve Mimarlık” kitabından…Muhtemel ki CÜNDİOĞLU alıntı yaptığımız bu satırları, Çelik Yapılar Dergisi gibi fazlasıyla teknik bir sektör yayınında yer bulacağına ihtimal bile vermeden yazdı. Kitabın bütününü değerlendirdiğinizde yazarın çelikten ziyade çok daha eski, duygusu olan yapı malzemelerine meyilli olduğunu da rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu kitap mimarlığı felsefi açıdan değerlendiren bir çalışma. Oldukça geniş bir dağarcığı olan, derin araştırmalarla beslenmiş, üzerinde yoğun düşünülmüş ve sonuçta da yazarın yorumlarıyla bezenmiş. Fakat yukarıdaki alıntılar, noktasına virgülüne dokunmadan kitaptan alındı. Yoksa bir bölümünde “çelik gibi sağlam köprüler kuralım” deniyor da biz de hemen “ Yazar çelik köprü sağlamdır” diyor gibi bir ortam yaratmaya çabalıyor değiliz.

Dücane CÜNDİOĞLU’nun “Felsefe ve Mimarlık” kitabında yolu bir şekilde çeliğe, çelik yapılara da geliyor. Tıpkı çelik üreticisi bir uzmanın ne kadar hünerli bir üretim yaptıklarını aktardığı toplantıya “Türklere Çeliğin Çocukları denir, destanımız vardır bu konuda” diye başlaması gibi.
Yapı stoğumuzda neden çelik yapılar gelişmiş ülkeler seviyesinde değildir tartışmalarında “Türkiye’de halk çelik yapıları görmez, bilmez, tanımaz. Fransa’da, İngiltere’de insanlar 1800’lü yıllardan beri çelik yapıların içinde yaşar, mimarının da mühendisinin de zihninde bir çelik yapı kültürü oluşmuştur, oysa Türkiye’de çelik yapı yaşamın içine girmemiştir, böylesi bir kültürü yoktur” merkezinde yapılan sosyolojik saptama gibi.. Çelik ucuz değil ekonomik bir çözümdür olgusunu yerleştirmeye çalıştığımızda ya da çelik yapı hızlı yapılır diye söze başladığımızda, Türkiye’deki yapı sektörünün içindeki çarpık müteahhitlik duvarıyla karşılaşmamız gibi.. Çelik Yapıların estetik değerini reklamcılarımızın keşfedip bu yapıları doğal plato olarak kullanmaları gibi..”Türkiye’de mimarlık demek betondan yapı yapmaktır” görüşü gibi…

Arkeolog da olsanız, yazar da, düşünür de, sosyolog ya da psikolog, doktor ya da pilot, sanatçı ya da herhangi bir alanda öğrenci de olsanız, bir yanıyla yolunuz çelik yapılara doğru ulaşır.

Söylenebilecek çok söz var elbet ama
biz yine başlığımızla bitirelim “Aklın Yolu Bir” işte… Yoksa yazarımızın “Bize Filozof Değil Demirci Lazım” başlığıyla bir başka yazısı da var ki bizimle gerçekten hiç alakası yok.. Hem de hiç...

Çelik Yapılar - Sayı: 34 - Aralık 2012



© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği