2012’nin son günlerinde “Hangisi Daha Gerçek” adını verdiği ikinci sergisini açan Ressam Gökhan DENİZ, örneği dünyada bile pek görülmemiş bir şekilde, tuval olarak paslanmaz çelik malzeme ile resimlerini oluşturdu. Çelik malzemeyi tuvale germek için atölyesinin sanayinin bir parçası gibi olduğunu açıklayan Gökhan DENİZ, paslanmaz çeliğin doğasından gelen yansıma özelliğinin ürettiği resimlerdeki konuların izleyiciler tarafından algılanmasını güçlendirdiğini düşünüyor...
Yazan: Gökhan DENİZ
Daha önceki resimlerimde ana konu olarak düşündüğüm ve figüre bu konular etrafında hareket kazandırmaya çalıştığım kimlik ve iktidar kavramları değişmeden varlıklarını sürdürüyorlar. Fakat değişen biçimlendirme şeklim oldu. Bu yeni çalışmalarımda paslanmaz çelik malzemeyi kullanarak, resmin geleneksel değerlerine yenilikçi bir yaklaşım sunma peşine de düşmüş oldum sanırım. Bu seriyle birlikte kimlik ve iktidar kavramlarının düşündürdüğü soruların bana en yakın cevaplarını bulma olanağım oldu. İşleri oluştururken malzeme beni farklı yerlere yönlendirdi. Resimlerin üretim aşamasında malzeme üzerinde kendi yansımanızla sürekli yüzleşmeniz, figürlerin bedenine dahil olmanızı kolaylaştırıyor. Sonuçta paslanmaz çelik malzeme ayna etkisiyle beraber; mesafe, bakış açısı ve izleyenin konumunun değişkenliği ile birlikte gerçekle yüzleşmeyi daha fazla hızlandırıyor. Ya da hangisinin gerçek olduğunu düşünmemizi istiyor. Paslanmaz çelik malzeme resim düzlemi için pek kullanılan bir malzeme değil. Alıştığımız bez tuval hali hazırda yaşadıklarımızı, paslanmaz çelik ise gerçekte olan yansımalı ve çelişkili hali izleyene daha hızlı bir biçimde hissettiriyor. Bunun samimi olduğunu düşünmemin nedeni; resmi oluşturma sürecimde sürekli kendime bakmam ve kendimi görmem. Benim bu karşılaşma halini sürekli yaşıyor olmam gibi bakmayı tercih eden izleyici de görmeye başlayacak. Bu kendine tanık olma hali kişinin kendisiyle de yüzleşmesini sağlayacak.
Paslanmaz çelik malzemeyi kullanma nedenim pek ressamlıkla ilgili değil. Bence ressamlık, işin kavramsal tarafını oluştururken öne çıkıyor. Diğer taraftan işçiliği, işin mutfağında olan biri gibi değerlendirmek önemli. Bunu başardığınızda malzemeyi kullanma beceriniz de güçleniyor. Yani usta adam; ‘elindeki malzemeyi doğru kullanan adamdır’ ya. İşte böyle bir şey. Bu tip malzemeleri tanıma geçmişim eski. Babam tornacı, yakın dostlarım sanayi malzemelerini kullanan atölyelerde işlerine devam ediyorlar. Çevremdeki sanatla ilişkili arkadaşlarım da genelde işin mutfağını iyi bilmek isteyen insanlar. Bunun için çaba sarf etmek, el becerisinde ve malzemede yetkinleşmek önemli. Paslanmaz çelik malzemeyi tuvale germek için atölyenizin bir süre sanayinin bir parçası da olması gerekiyor. Bu deneyimden sonra atölyemi sanayiye taşımayı da düşünmedim değil.
Paslanmaz çelik tuvallerde uygulamaya çalıştığım teknik, izleyicinin resimlerle kurduğu iletişime de alternatif bir bakış açısı getirdi. Bakanın-izleyicinin kendi bedenini paslanmaz çelik tuvalin yansıyan yüzeyinde ‘bir anlık’ yakalaması yani kendi siluetinin yansımasıyla yüzleşmesi resim okuma sürecinde etkili oldu. Paslanmaz çelik tuvalleri düzlem olarak kullanmam, var olanı yansıtma şeklimi çoklu bir alana taşıdı, malzeme kullanımımdaki değişim izleyeni daha fazla işin içine katma ve resmi hızlandırma isteğimi karşıladı.
Paslanmaz çelik malzeme, resmi daha hızlı bir biçimde hareketlendirebilmem için aklıma ilk gelen malzemelerdendi. Sonrasında çokça karşılaştığım, aşina olduğum, değdiğim malzemelerle doku ve boyamaya geçtim. Renklerin kullanımı, doku yoğunluğu ve yansımanın güçlü etkisi paslanmaz çelik malzemeyle birleştiğinde algıyı derinleştiriyor. Yansıma karşılaşmayı hızlandırırken paslanmaz çelik tuvallerdeki yoğun dokular izleyiciyi hareketlendirerek oyuna dahil ediyor.
Malzeme üzerinde kullanılan boya ve dokuların bütünü resmin bütünüyle kurulan ilişkiyi güçlendiriyor. Sadece figüre odaklanmıyorsunuz. Resimde sadece figürün hareketi üzerine kurulu bir denge pek sağlam sayılmaz. Figürün duygusunu anlayabilmemiz için boşluğa figürü çevreleyen o büyük boşluğa ihtiyacımız var. Düzlem içindeki her renge, lekeye, çizgi, nokta ve dokulara ihtiyacımız var. Bu boşluk figürün adalesini oluşturacaktır. Düş kurmaya yardımcı olan bu boşluk figürü hareketlendirir.Figür hareketi ve duygusuyla ‘mutlaka bir şey olmuştur’ hali ile izleyene yaklaşır yada izleyenden uzaklaşır.Boşluk ve bu uzak yakın ilişkisiyle beraber resimde görülen o ‘AN’ın dışında o ‘AN’ ın öncesini ve sonrasını da düşleyebilmemizi kolaylaştırır.
Sonuçta figürler insanın kendi hikayesinden farklı bir şey anlatmıyor. İnsanın insana yaptıklarına işaret etmeye çalışıyor. Bu hikayeler; hesaplaşma, yüzleşme, tanıklık ya da hakikat arayışı gibi algılanabilir.Ve tüm bunlarla beraber insanın her zamanki ‘yolunu şaşırmış’ halinden ibaret. Her şeye rağmen ‘işimize gücümüze bakalım’ durumunu da akla getiriyor.
Bu işlerin hissettirdiği ruh hallerinden bahsetmek gerekirse eğer; resimlerdeki figürler sadece insan olduğumuzu bizlere hatırlatsın yeterli. Bu durum insanın yaşantı ve deneyimlerinden bizleri haberdar etsin. Etten kemikten günahlarıyla yaşayan ve vicdan sahibi insandan bizlere bahsetsin. Açıkçası figür, duygusunu bizlere belli etsin yeterli.
Tıpkı benim ve izleyenin kurduğu ilişki gibi figürler de yaşamla ilişkilerine devam eder. Ancak figürün düzlem üzerindeki durumunun yaşanan gerçeklikle birebir örtüşmesini beklemek aldatıcı olur. Resimdeki yaşam alanı dışarıdan çoğu zaman çok farklıdır; zaman algısı hızlanır ve aniden donuklaşır. Uzak yakın hissi normal olandan farklıdır. Figürün duygusu gündelik yaşamdaki insan duygusundan çok daha samimidir, beden dili çok daha anlaşılır ve belirgindir. Bu sırada sesini de duyurursa fazlasıyla inandırıcı olur. Resimlerdeki figürler sadece beni ya da izleyeni temsil etmiyor, bireylerle beraber, durumları, olayları ve kurumları da temsil ediyor. Tüm bu bileşenler arasındaki ilişkiyi ve ortaya çıkan insan hallerini de anlatmaya çalışıyorum. Yani figürler çoklu bir otoportre olarak adlandırılabilir.
Bu resimlerin bana ya da izleyiciye sorduğu sorular güncele yani bugüne ait değil sadece. Geçmişe ve geleceğe dairde sorular bunlar. Sonuçta resim günceli takip etmek zorunda değil. Güncel konuların kişi maneviyatı üzerinde bıraktığı etkileri anlatma gayreti daha ağır basıyor bende. İzleyicinin estetik beğenisi bu gibi durumlarda tamamen önemini yitirir. Resim daha çok izleyeni duygu olarak kendine çeker. Sadece duygusundan konuştuğumuz işlerin ne kadar kuvvetli olduğunu unutmamamız gerekiyor sanırım. Bahsi geçen estetik değerler ve bu aşamada yapılan tüm tanımlamalar bir uzlaşı sonucunda netleşmiş şeyler. Oysa oluşum süreci uzlaşı üzerine kurulamaz. Bu durum hata yapma olasılığını ve cesareti yok edebilir.
Benim bu figürlerle anlatmaya çalıştığım korku, endişe duygusu ama daha çok üzerine düşündüğüm suçluluk.