TR|EN
Güncel
Steelorbis
Depreme Dayanıklı Binalar
E-Bülten Aboneliği
Tevfik Seno Arda Lisesi
Yayınlar > Çelik Yapılar
Sayı: 35 - 2013/1

Söyleşi


Mimar Adnan AKSU: "Bu Hantal Çelik Yapılardan Kurtulmalıyız"

roblemi ben yapıda görsem bir sonraki projemde yapmam. Yoksa Mimar kendi basına kitaplar açıp kendini ne kadar yetiştirebilirse o kadar yetiştirebiliyor.

Biz sizi Fenerbahçe şükrü Saraçoğlu Stadyumu yapısı ile biliyoruz. Bu sizin ilk çelik yapınız mıdır, öncesinde çelik yapı projeleriniz oldu mu?
Adnan AKSU: Bizim ilk çelik işimiz İstanbul'daki Sinan Erdem Spor Salonu'dur. Burada önemli bir açıklık, 160 metreye yakın bir açıklığımız vardı. Başlangıçta sadece atletizm için öngörülmüştü, bu salonlar için epey bir açıklık gerekiyor, o anlamda Sinan Erdem ile başladık çelik binalar yapmaya, çok büyük bir proje idi, çok cesaret göstergesi de oldu bizim için, 1993'de başladık 1997'de bitti. Ne yazık ki çok uzun sürdü. Resmi projelerin böyle bir kaderi var, yönetimler değişiyor, yatırımı durduruyorlar, müteahhit bırakıyor başkası alıyor, resmi işler böyle, başlangıçta teknoloji farklı oluyor ve başlangıçtaki düşünceler ile bittiğindeki düşünceler bambaşka bir şey oluyor. Bazen bu durum olumlu sonuç da verebiliyor. Mesela biz Fenerbahçe Stadyumu'nda işin başındaki projeden bir takım değişiklikler yaptık. Konsolları falan daha önce makasken, tek bir konsol haline geldi. Çok hafifledi proje. Bu projede işin uzaması avantaj oldu, sonradan başka bir şey gündeme geldi. İşin başında asma germe sistem yoktu, sonra bu şekilde olursa daha hafifler gibi bir düşünce oluştu ve böylece hem estetik olarak, hem de çelik tonajı olarak daha hafif bir proje haline geldi. Daha teknolojik oldu. Tesadüf müdür bilemiyorum 1993'lerde havaalanları bile yoktu, biz 163 metrelik bir kiriş yaptık, o kadar dev bir açıklık geçtik. Sonra yine Fenerbahçe'de 126 metre, 150 metrelik ana kirişler var, 2 metre yüksekliğinde, 4,5 metre genişliğinde, bu 4 etap halinde yapıldı, ilk yapılan yerinde yapıldı, son yapılansa yer yoktu yerde kurulup vinçlerle kaldırılarak monte edildi. Televizyonlarda falan canlı yayında gösterdiler. Çelik sektörü açısından önemli bir proje idi o. Bizde maalesef mimarlık ortamı, medya, basın böyle şeylere Türkiye'de çok fazla önem vermiyor, oysa bugün dünyanın belgesel kanallarında bu tür yapıların yapım öykülerine yer veriyorlar. Bu tür projeler orada ilk gününden itibaren takip ediliyor. Bunun da iki türlü faydası var, birincisi tüm kamuoyunun duyarlılığı açısından bu çok önemli bir de bu tür binalarla tanışık hale getirmek çok önemli. Geri dönüşümler olmaya başlıyor böylece. Mesela ilk defa Türkiye'de rüzgar testi Fenerbahçe'de yapıldı, deprem sensörleri falan kullanıldı. Rüzgar ciddi anlamda burkulmaya neden olabiliyor onun için Fenerbahçe'de ortada bir ana kiriş var, yanlarda da konsollar var asma germe sistemlerin hepsi bu testlerin sonuçlarına göre yapıldı.
Çelik yapı alanında birçok yenilikçi tasarımlar gerçekleştirdik. Mesela Trabzon'da bir yüzme havuzu yaptık, çatısı açılıp kapanan bir yapı. Bu da Türkiye'de yeni bir şey. Biz Fenerbahçe'de de böyle bir tasarım yapmıştık ama gerek kalmadı düşüncesi ile yapılamadı. Oysa alt yapısı ona göre kurulmuştu. Belki de yeniden düşünülebilir çünkü açık alan sporları giderek kapalı alan sporları haline gelmeye başladı, belirli bir konfor düzeyi isteniyor, konfor koşulları çok arttı, kullanıcılar bunları talep ediyor, bundan dolayı da klimatize edilmek isteniyor, ısıtılmak isteniyor, ışıklandırmalar önem kazanıyor, televizyon yayınları çok arttı, Fenerbahçe'de de yeni bir irade gelir der ki kapatalım, yapılabilir çünkü alt yapısı hazır.

Çeliğin, yapının fonksiyon değişikliklerine nasıl uyum gösterdiğine de örnekler vermiş oldunuz böylece.. Siz nerdeyse stadyumlar konusunda uzmanlaşmış bir mimarımızsınız, kaç stad tasarladınız?
Adnan AKSU: Stadyum olarak 30 kadar tasarım yaptık, bunlardan 13 tanesi bitti ve kullanıma girdi. Spor Salonu olarak 50'den fazla tasarladık ve en azından 40 tanesi de yapılmıştır.

Bu kadar çok spor yapısı olan birini bulmuşken size soralım o zaman, Türkiye olimpiyatlara aday oluyor. Başbakanımız "konu olimpiyat tesisleri ise biz de yapabiliriz" diye söylemlerde bulunuyor, ne dersiniz böyle bir yapılaşmayı başarabilir miyiz?
Adnan AKSU: Olimpiyat başka bir şey aslında. "Neden spor tesisimiz yok"un ötesinde. Dünyada olimpiyat düzenleyen kentler oldu. Herkes stadyum, stadyum diyor ama stadyum dediğimiz şey iki tane stadyum var olimpiyatlarda, bir tanesi açılış-kapanış seramonilerinin olduğu stadyum, bunlar da sadece atletizm için var olan yerler, bunların kapasitesini olimpiyat komitesi genelde 80 Bin civarında olmasını istiyor, bu amaçlı stadyumumuz bizim yıllardır var, atıl bir şekilde duruyor, İstanbul'daki Atatürk Olimpiyat Stadyumu, rüzgar etkisi, çatı sorunlu, oldu-olmadı ve artık teknolojisi eskidi. Biz onu olimpiyatlara aday olurken programa aldık ve yaptırdık ve yıllardır da pek bir işe yaramadan duruyor. Yani tesis yapmak yetmiyor. Onun haricinde futbol için 2 -3 tane stadyumunuz olsa olimpiyatlarda yetiyor, çünkü olimpiyatlarda futbol çok geri planda kalıyor. Onun haricinde farklı tesisler gerekiyor, yüzme havuzu, spor salonu gerekiyor. Halen Türkiye'de Başkent Ankara'da dahil olmak üzere çocukların kurs için gidebileceği standartlara uygun yüzme havuzu yok. İstanbul'da da ya İTÜ'deki yüzme havuzunda yapılabiliyor ya da Ataköy'deki açık yüzme havuzu vardı orada yapılıyor. Yani böyle bakarsanız olimpiyat denilince herkes stadyuma odaklanmış durumda, şu an 16 tane stadyum yapıyoruz, o yüzden Avrupa şampiyonasına aday olduk, stadyum bu iş için en son başvurulması gereken şey. Olimpiyatları bize vermek istememelerinin nedeni tesis yokluğundan falan da değil, bu tesisler olimpiyatlarda konaklamadan tutun da yapılacak kongreler, sergiler, sempozyumlar, ki artık olimpiyatlarda bunlar da yapılıyor, sosyal yönü giderek ağır basıyor, özellikle Barselona olimpiyatlarından sonra çünkü Barselona bu işi çok iyi yaptı, tesisleri hep şehrin içinde yaptı, şehri kalkındırdı, olimpiyatlar sonrasında o tesisleri ciddi anlamda kullanma şansı buldu. Aynı şekilde bu yıl Londra çok güzel yaptı. 80 Bin kişilik stadyumu olimpiyatlar sonrasında seyirci kapasitesini 50 bin azaltarak 30 bine indirdi, çünkü sonrasında fazla kullanılamıyor, bu tip programlamalar yapmak lazım ama ne yazık ki Türkiye bunu yapmıyor. Varsa yoksa stadyum yapalım diyerek gidiyor. Türkiye'nin her yerinde 30- 40 Bin kişilik stadyumlar yapılıyor. Biz de 3 tane yapıyoruz son dönemde işte. Bursa, Sivas, Mersin, Eskişehir.. bayağı bir var sırada...

Siz hangilerini yapıyorsunuz?
Adnan AKSU: Malatya'yı yaptık, şimdi Antalya'ya başladık, Trabzon'u da Galatasaray Stadı'nı yapan Mete Arat ile birlikte tasarladık, onun da tasarımı bitti.

Bizdeki stadyum projelerine baktığımızda nerdeyse "Tip Proje" gibi diyebilir miyiz?
Adnan AKSU: şu anda yapılanlara baktığınızda öyle gibi görünüyor, hepsi birbirine benziyor. Devlet böyle yola çıkmıyor ama sonuçta aynı plan aşamasından geçmiş, değişik giydirilmiş kabuklar olarak ele alınıyor. Bundan kurtulmak lazım. Farklı stadyum arayışları yaratmak lazım. Böyle bir fırsat bir daha gelmez. şu anda dünyada bir ülkede 16 tane stadyum birden yapılacak, bununla ilgili herhangi bir araştırma merkezi kurulmayacak! Bu kadar para yatırılan bir alan ve aslında bu çok yanlış bir durum. Bir yıl boyunca TOKİ ve Gençlik Spor Müdürlüğü bir komisyon kurup da gerekli araştırmaları tam olarak yapsa, stadyumlar dünyada nasıl yapılıyor, nerelerde yapılıyor bunlarla ilgili çalışmalar yapması lazım. Ben mimarlık dergilerine stadyumların kentler için anlamı üzerine yazılar yayınladım, bu tür araştırmalar devlet nezdinde kale alınmıyor. Sadece yapılsın diye bakılıyor "onların 30 Bin kişilikmiş bizimki 33 Bin kişilik olsun" diye bakılıyor ne yazık ki. Mesela en temel şeylerden bir tanesi yer seçimi ama bizde nerede acaba boş arsa var diye yapılıyor.

Çelik sektörümüz sizleri destekleyen gelişmeler gösteryor mu sizce?
Adnan AKSU: Aslında son yıllarda ciddi anlamda gelişti çelik sektörü. Başlangıçtaki gibi ele almamak gerekir. Önceleri gerçekten çok kişisel çabalarla yürüyordu ama şimdi bir takım kurumsal çabalar var. Sizin Derneğinizin de çabalarını düşünürsek, bu katkılarla da gelişme gösteriyor. Ve ilk defa yeni yeni araştırmalar yapılmaya başlandı. Daha önceleri yurtdışında yapılan araştırma sonuçlarını, teknolojilerinin aynısını getirilip Türkiye'de kullanılıyordu. şimdi Türkiye'de yapılıyor. Bunda Türkiye'deki üniversitelerin teknokentlerinin de çok ciddi faydası var. Bazı kuruluşlar oralarda yer aldılar ve teknolojik araştırmalar yapıyorlar, bunu da biliyorum. Gerçekten çeliğin hem dayanımı konusunda hem mühendisliği konusunda bir takım çalışmalar yapıldığını biliyorum o anlamda ümit verici ama kendi mesleğim açısından baktığım zaman mimarlar ne kadar çeliği biliyorlar derseniz nerdeyse hiç bilmiyoruz diyebilirim, buna kendimi de katarak söylüyorum, bilmiyoruz diyebilirim.
Biz okuldayken perçin hesabı dersimiz vardı mesela, düşünün. Teknoloji o kadar gelişiyor ki her şey değişiyor. Okullar neyi nerden bulacağının öğrenildiği yer diye düşünüyorum ama mesela meslek içi eğitim veya sektör içersinde geri beslemeli bir bilgi akışı ne yazık ki yok. Eğer çelik yapı yapmak istiyorsanız şu anda mesela bununla ilgili teknolojik bilgiyi aktaracak herhangi bir müracaat edebileceğiniz yer yok. Ne yapacaksınız, projeyi alacaksınız, bir mühendis bulacaksınız, mühendisin ücretini ödeyeceksiniz, mühendis gelecek bunu size anlatacak. Onda da tesadüfen iyi bir mühendis bulduysanız doğruyu anlatacak, iyi değilse mühendisiniz sizi kandıracak. Diyecek ki çaprazları koymamız lazım, bu bu kadar olması lazım, bunu makasla geçebilirsin ancak gibi... Çünkü siz bilmiyorsunuz .. Bu diyalog nasıl kurulur bilmiyorum. Biz çelikle ilgili Çelik Yapılar dergisinden bilgi alıyoruz, onun haricinde bu bilgiyi verebilen yerli kaynak yok. Mesela membranla ilgili geçenlerde bize bir firma geldi, üretici bir firma, elinde bir kitapla geldi, bu kitap membran dediğimiz malzemenin tüm olanaklarını bize anlatacak bir kaynak. Detaylarından tutun da malzemenin spesifikasyonlarına kadar her şey var. Ben çok sevindim ama belki bir çok insan alınabilir de, önce kitabı koydu dedi ki siz önce bir bakın. Bu demektir ki siz buna bir çalışın, biz böylece ortak bir dil edinmiş oluruz ve sonrasında üzerinde birlikte çalışırız. Ki biz memran çatı kaplaması yaptık Türkmenistan'da, şimdi cephe de kaplıyoruz Irak'taki stadyum projemizde, Trabzon Spor Salonu'nun tamamı çatı ve cephesi membran kaplı, biz bu işi Türkiye'de en çok yapan bürolardan biriyiz ama buna rağmen bu konuda daha öğrenecek, işleceğimiz o kadar çok şey var ki onun için ben çok mutlu oluyorum böyle çalışmaları görünce. Ben burada imalatçı firmadan bilgi almaktan haz etmiyorum. Çünkü herkes kendi ürününe göre bir şeyler anlatıyor. Sizin dernek olarak da bizlerle roportaj yapmanın ötesinde bir şeyler yapmanız lazım.
İmalat gerçekten çok gelişti, bu işe çok yatırım yaptılar. Montaj çok hızlı olmaya başladı, 2 ayda bir stadyum çatısını kapatabiliyorlar gerçekten. Hakikaten her şey fabrikada, sahada kaynak bile yapılmıyor artık. İyi bir yere geldiler, dünyadaki rakipleriyle rekabet edebilecek durumdalar. Benim en önemli avantajım Atak ve Temsan gibi piyasayı çok iyi bilen firmalarla çalışmam. Çok çalıştık onlarla. Mühendislerimiz de bilmiyor, çoğunlukla çiziyor gönderiyor, imalatçı diyor, bu malzeme bulunmaz. Yani iş mühendise kalırsa bittik. Kaba saba bir şey çıkıyor ortaya. Özellikle küçük çaplı işlerde kimse emek vermek istemiyor. Oysa çeliğin gelişmesi, sektörün gelişmesi de o küçük işlerde. Burada deneyimleyebiliyorsunuz, test ediyorsunuz, kocaman bir işte test etmeyi göze alamıyorsunuz doğal olarak ama ne yazık ki ne mühendisler, ne üreticiler küçük işler için zaman ayırmak istemiyor.
Bir de mesela bizler her koşulda seramik üreticileri ile diyalog içindeyiz. Ya onlar geliyor ya bizi çağırıyorlar, her koşulda onlarla iletişimimiz var ama herhangi bir çelik üreticisinin ben kapımızı çaldığına ya da telefon açtığına şahit olmadım. Bu kadar çelik projemiz var, projenizde şu ürün de kullanılabilirdi diyen birisini hiç görmedik. Mimarların yüzde 90'ı hayatında CNC tezgahı görmemiştir. Çelik yapının parçaları imal edilirken nasıl kesilir, nasıl kaynak yapılır, neyle boyanır bilmez.
Trabzon'daki Spor Salonu'nda biz değişik bir şey yapmaya kalktık. Önce dediler ki yapılamaz, sonra yapıldı. Çatıdaki kirişler ortada birleşiyor, çapraz bir şekilde ortada asılı gibi. Çok basit bir sistem aslında, burgulu bir kiriş yapmak istedik, burkulduğunda yan yükleri de alsın istedik. Zorla yaptırdık. Ancak bir de şöyle bir durum var, devlet ihale ediyor işi, bu projede Gençlik ve Spor Müdürlüğü ihale etti, işin başında yüklenici bir şekilde sizi arıyor, destek alabilir miyiz diye, biz de elbette diyoruz, atıyorum, bir merdiven detayında siz granit demişsiniz diyelim, o taşa çevirmiş, siz olmaz öyle dediğiniz anda bir daha selam bile vermiyorlar, devlet kurumu da yanınızda olmuyor. "Mimar başımıza iş çıkartır, ona mı soracağız, biz de iyi biliyoruz" diyerek, sizin projenizi size danışmadan yapıyorlar. Trabzon'da üç tane projemiz yapıldı, ilk aylar aradılar, ikinci aydan sonra diyalog kesildi, nasıl yapıldı çelik işleri, kaplamalar nasıl gerçekleştirildi haberiniz olmuyor. Ben sonradan gidip baktım, bizim kullandığımız ne renk aynen uygulanmış, ne cephe detayları aynen kullanılmış. Daha da garibi aynı malzemeyi bir yerde doğru uygulamış ama bir başka yerde inanılmaz hatalar yapmış. Belki bir yeri yaptırdı, denedi olmadı, başkasına verdi oldu, bilemiyorsunuz. Biz işin içine girersek söktürmek zorundayız onun için bizi işin bu aşamasında istemiyorlar. Oysa yapılabiliyor bunlar. Daha önceki işimden kendi çektiğim videoları gönderdim, bakın böyle yapılabiliyor diye somut olarak göstermek istedim ama idareden yapamayız diye yanıt geliyor. Oysa yapılırken bizi çağırın destek verelim sizlere, bunlar yapılamayacak şeyler değil, daha önce yapıldı dedik ama olmadı işte. Çelik yapılarda bu durumlar had safhada başımıza geliyor ve çelik yapı teknolojisi böyle şeylere uyumlu değil. Bir bakıyorsunuz oraya bir tane payent atılmış, işte montajda bu daha kolay oluyor diyor. Peki neden bize sormadınız belki biz ona uygun bir çözüm geliştiririz. Bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü bu durum iki şeyi getiriyor, bir tanesi gerçekten kötü binalar çıkıyor ortaya, ikincisi de mimarın uygulama anından itibaren işin içinde olmamasından dolayı geri beslemesi olmuyor. Problemi ben yapıda görsem bir sonraki projemde yapmam. Yoksa Mimar kendi basına kitaplar açıp kendini ne kadar yetiştirebilirse o kadar yetiştirebiliyor.

Yurtdışında beğendiğiniz örnekler var mıdır?
Adnan AKSU: Çok var. Berlin'deki tren istasyonu mesela, inanılmaz ince detaylar var, bakıp, iki tane gergi ile bunu nasıl çözmüşler diye düşünüyor insan. Bu üç boyutlu çözümlerden dolayı gittikçe çelik çok hafifledi, bizde de az az geliyor bu teknoloji ama çok az gerçekten. Hala bizde mimari bürolarda üç boyutlu çizim çok tercih edilmiyor.

Sektörün geleceğinin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
Adnan AKSU: Depremle ilgili çelik olsun derken tünel kalıp çıktı ve çok kullanılıyor, çok kötü binalar çıkardı TOKI tünel kalıptan. TOKI tünel kalıptan vazgeçtiğinde çelik sektörü biraz daha gelişir diye düşünüyorum aslında. Diğer yandan çelikle betonarme bir arada, yeni teknolojiler görmeye başladık. Ayrıca Türkiye'de bu asma germe sistemler çok yaygın değil. Çünkü çeliğin hafifleme nedeni bu. Basıncı şu çubuk alıyor, çekmeyi bu çubuk alıyor dediğiniz zaman birden bire ortadaki asıl taşıyıcının üzerine binen yükten başka bir şey kalmıyor. Eskiden biliyorsunuz üç boyutlu kirişler falan yapıyorduk, bu üzerine gelen yükün 10 katını falan taşır ama niye bu kadar hantaldı çünkü bunun yanal yükü var, basması var, çekmesi var, burkulması falan var diyorduk, şimdi bunların hepsini asma germe sistemlerle alıyorsunuz, o zaman çelik çok hafifliyor. Ama ne yazık ki bununla ilgili Türkiye'de araştırmalar, uygulamalar çok yok. Biz bir çok salonlarda bunu yapmak istedik, makas yapacağımıza bir çok yükü germe sistemlerle alalım istedik. Onun aparatı özel, yurtdışından gelecek, vidasının özel üretilmesi gerekir, bunlar nerde yapılacak, maliyet artar dendi. Halbuki o alan gelişirse sektör çok gelişir. Bence çelik imalatçılarının bu konulara yönelmesinde yarar var diye düşünüyorum yoksa biz bu hantal çelik yapılardan kurtulamayız. Çünkü hantal olma nedeni bu, daha çok yük taşımak zorunda.

Çelik Yapılar - Sayı: 35 - 2013/1



© 2014 - Türk Yapısal Çelik Derneği