Bu sayımızda Bakırküre Mimarlık ofisinin misafiri olduk ve Y. Mimar Gürhan Bakırküre ile çelik yapı alanının detaylarını konuştuk. Ağırlıklı olarak çalışma ve yaşam mekânları üzerinde uzmanlaşan Bakırküre Mimarlık, kentsel projelerden obje tasarımına kadar geniş bir alanda faaliyet gösteriyor. Kullandığı malzeme ve teknolojiler sayesinde, mevcut ya da oluşabilecek problemleri doğru çözümler ile aşmayı hedefliyor.
Ofisin kurucusu ve ismini veren Y. Mimar Gürhan Bakırküre Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun.
1990 yılında aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlıyor ve “Çağdaş Kültür ve Mimari Bağlamında Müze Mimarisi ve Müzecilik Kavramının İrdelenmesi” konulu tezi ile yüksek lisansını tamamlıyor.
1989 yılından beri mesleki hayatını sürdüren Bakırküre, ulusal projelerinin yanında Rusya, Yunanistan, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İtalya gibi ülkelerdeki uluslararası projeleri, çeşitli mimari proje yarışmalarından kazandığı ödüllerle tanınıyor. Bakırküre' nin son dönemde gerçekleştirmekte olduğu işler arasında BAT, Deloitte, ING Bank, Inteltek, Roche gibi küresel şirketlerin Türkiye ofisleri bulunmakta. Dolayısıyla Gürhan Bakırküre ile çelik yapılar adına konuşacak çok konu vardı biz de tek tek hepsinin üzerinde durduk, sohbet ettik.
Bakırküre Mimarlık ofisi 80’in üzerinde çalışanı ile oldukça kalabalık bir ofis. Bu sayısal üstünlüğün yanında asıl dikkat çeken ofisinizde mimarların yanı sıra mühendisler de var. Buradan başlarsak konuşmaya, farklı disiplinlerden bir ekip kurmak nasıldır, avantajları nedir mesela?
Gürhan BAKIRKÜRE: Azaldık biraz ama yeteri kadar azalmadık, halen de kalabalık bir ekibiz. Bizde hem inşaat, hem elektrik, hem mekanik mühendisi var. Dolayısıyla en azından belli konseptleri burada başlatıyoruz ama bütün uygulama projelerini biz ofisimizde yapmıyoruz elbette. Tabii ki bizdeki eleman sayısı yetmez buna ama burada proje ile ilgili bir takım öngörüler daha mimari ön tasarım aşamasında gerek statik, gerek elektrik, gerek mekanik olarak sistemlerin bir temel prensipleri burada kuruluyor. Hangi yola gideceğimiz, ilerleyeceğimiz burada bizim tarafımızdan belirleniyor. Ondan sonra bize iş yapan diğer disiplinlerle ilgili yine ona göre ilerleniyor. Onların yaptıkları iş de bizim tarafımızdan kontrol ediliyor, bizim mimari ekiple koordinasyonu sağlanıyor, aksayan yerlerin düzeltilmesi kolaylaşıyor. Dolayısıyla bizim ofisimizde diğer disiplinlerin dilini konuşan birilerinin olması bize çok avantaj sağlıyor.
O zaman birçok mimari ofiste duyduğumuz, biz çelik başlıyoruz tasarıma mühendis arkadaşlar değiştiriyor söyleminin sizde bir karşılığı yok diyebilir miyiz?
Gürhan BAKIRKÜRE: İlk tasarım aşamasında biz kendi doğrularımızı koymaya çalışıyoruz. Özellikle de proje çelik malzeme ile olunca. Şu anda mesela Marmaris’te çelik bir projemiz var, tamamen çelik, bize öyle yapalım, böyle yapalım diyerek değiştirme dayatmaları olsa da çok taviz vermek istemiyoruz. Çelik yapıysa çelik olarak devam ediyoruz, ısrarımızı gösteriyoruz. En başta burada kendi aramızda tartışıyoruz. Zaten o zaman birlikte çalışacağımız statik mühendisini de ona uygun arkadaşlar içinden seçmeye çalışıyoruz. Betonarme olunca çok var zaten ama çelik olunca da çelik yapı deneyimi olanı seçmeye çalışıyoruz. Fakat şu bir gerçek ki, maalesef Türkiye’de hakikaten çelik yapı üzerine uzmanlaşmış çok statik ofis yok. En büyük problem de şuradan çıkıyor, çelik statikçilerimiz kendilerini çok fazla güvenli tarafta tutup, çok kaba kesitlerle çözümlemeler yapıyorlar. Yurt dışına bakıyorsunuz çok zarif sistem çözümleri var. Tabii Türkiye deprem kuşağında o ayrı ama buna rağmen çok fazla güvenli tarafta tutuyorlar kendilerini ve çeliğin o narinliğine ve malzemenin doğasına aykırı kesitler önerebiliyorlar. İşte biz elimizden geldiğince bunları önlemeye ya da hafifletmeye çalışıyoruz. Biz de bilgimiz dahilinde ne kadar yapabilirsek. Bizdeki statikçilerin zaafı diyelim, hesap tasarımı tarafında maalesef zayıflar, yeni bir şey önermekte zayıflar, hep bildikleri şeyi yapmaya meyilliler, buralarda çok zorlanıyoruz. Daha çok ufuk açıcı, bizleri de geliştirici mühendislerle çalışmak istiyoruz. Keşke daha çok olsa diyoruz.
Herhalde sadece statik değil aslında tüm disiplinlerle çalışma koşullarını kastediyorsunuz galiba
Gürhan BAKIRKÜRE: Aynen. Statik derken mühendislikler hep hesap üzerine. Halbuki önemli olan sistem. Sistem önermeleri olması lazım, mekanikte de, elektrikte de aynı durum var.
Bunu biraz da şunun için soruyoruz, örneğin yangın dayanımı çelik yapılarda önemli. Daha ilk mimari tasarım aşamasında ekipte bir yangın mühendisi olsa sonradan ortaya çıkan ağır yangın önlemlerine belki gerek bile kalmadan akılcı bir yangın mühendisliği destekli tasarımla çözümler üretilebiliyor.
Gürhan BAKIRKÜRE: İşte daha ön tasarım aşamasında verilerin tümünü doğru ortaya koyarsanız, bu veriler ışığında doğru tasarıma gidersek, sonrasında revizyonu çok az olur ve doğru yolda ilerleriz.
Çelik yapının size göre tanımı nasıldır, bir taşıyıcı sistem midir, daha fazlası ve farklısı mıdır?
Gürhan BAKIRKÜRE: Bizim yaptığımız çelik işlere de bakarsanız mimaride biz taşıyıcı sistemi betonarme de olsa çelik de olsa estetik, bir mimariye katkı olarak düşünüyoruz. Hiç bir zaman sadece bir taşıyıcı sitem değildir. Onu kapatalım göstermeyelim diye düşünmeyiz. Çelik sistem yapının bir parçası, bir bütünü. Bunu doğru şekilde çözersek aslında o yapıya sırf statik açıdan değil aynı zamanda estetik açıdan da çok büyük katkıları olur. Dünyadaki en güzel örneği de en doğru, iyi örnekleri diyelim, Calatrava’ dır. Calatrava tamamen statik sistemle bir estetik yaratır çelikle. Orada sizin etkilendiğiniz şey aslında tamamen çok farklı şekilde yaratılmış statik düzendir. Mimari etkileyicilik budur. Dolayısıyla konsepte de böyle bakmak lazım.
Yani bazen kolon koyuyoruz gibi bakıyorlar ama hayır, siz binaya estetik bir katkı yapıyorsunuz aynı zamanda. Sistemi estetik hale getirebiliyorsan, binayla bütünleşik hale getiriyorsan, marifet orada zaten.
Çelik yapılarla ilk tanışıklıklarınız ne zaman oldu, üniversitede midir?
Gürhan BAKIRKÜRE: Fakültede hiç görmedik, çok az geçti. Yığma yapıdan betonarmeye kadar öğretilir de ondan sonrasını kimse bilmediği için, hele o zamanlarda, yapı dersinde çok kısıtlı geçiştirildi çelik dersleri. Sonrasında biz biraz da mimar olarak daha farklı ne yapabiliriz, nasıl bir farklılığımız olur diye kendi anlayışımızı geliştirirken, çelik bir şeyler çıkıyordu karşımıza.
Yurt dışında gördüğümüz örnekler de destek oluyordu elbette.
1991 ya da 92 gibiydi, Lloyd binasını gördüm Londra’da, sarsıcıydı. Üniversitedeydim, hemen akabinde de Pompidou Center Paris’ deki, çok etkileyici yapılardı. O açıklıkları nasıl geçmişler, neler yapmışlar, nasıl etmişler diye düşünmüştüm.
Tasarımlarınıza baktığımızda ağırlıkla ofis yapıları, ticari yapıları görüyoruz. Bu alanlar da çeliğin avantaj sağladığı yapı türü, arda arda ofis yapıları tasarımlarının içinde olmak nasıl oldu?
Gürhan BAKIRKÜRE: 2013’de kendi
ofisimi açarken arkamda diğer çalışmalar yaptığım ofislerimizden gelen ciddi bir ofis yapısı birikimim vardı ama bunu ben farklı bir yere, boyuta taşımak istedim. Ofis artık sadece çalıştığımız mekanlar değil. Çok uzun zaman hayatımızı geçirdiğimiz, evimizden daha fazla kaldığımız ortamlar. Kurumsal firmalara ne yapmak istediğimizi iyi anlattık, dünyada da bu trend vardı, onlardan da çok fazla fikir alışverişinde bulunduk, bunları anlatmaya çalıştık. Deloitte binası ile başladık ilk olarak, ondan sonra ING Bank geldi. Bunlar ön plana çıkınca birbiri ardına iş getirmeye başladı. Çünkü bu “Yeni ofis” kavramına cevap veren tasarımlar yaptık. Y Kuşağı buralarda çalışıyor, onun istekleri var, ofis yapılarında kurumlardaki rekabetçilik, verimliliğin yükseltilmesi, çalışanların aidiyeti gibi düşünceler var. Aslında ofis mimarisinin sadece bir tasarım işi olmadığını, aynı zamanda orada çalışanın mutluluğuna, verimliğine yönelik bir disiplinler bütünü olduğunu anlatmaya çalıştık. Tasarım işin bir parçası ama yetmiyor. Fonksiyonel olarak doğru çözmeniz lazım, ondan sonra psikolojik olarak, teknolojik olarak doğru çözmeniz lazım.
Bu yapılar yapılırken çelik yapı alanının kuruluşlarıyla tanışma şansınız oldu mu? Malzeme üreticilerinden, statik ofislere, atölyelerden, montajcıya, boya, cıvata gibi sektöre hizmet sunan kuruluşlara kadar tanır mısınız sektörü? Nasıl değerlendiriyorsunuz çelik yapı sektöründeki bu alanların gelişimini desek neler söylemek istersiniz?
Gürhan BAKIRKÜRE: Ne kadar doğru değerlendirebilirim, ne kadar tanıyorum pek bilmiyorum ama bir kere tamamen dışarıya bağlısınız malzeme konusunda en azından. Ama sadece çelik malzeme değil, inşaatlarda kullandığımız malzemelerin yüzde 70’i zaten ithal, halısından aydınlatmasına kadar. Yani çok büyük bir problem görmüyorum çelik yapıda da çelik malzemenin yurt dışından gelmesinde. Fakat benim için genel problem, işçilik. İşçiliğin niteliği. Ustalarımız, bu işi yapanlar biraz daha hassas olmalı. Çünkü biz çelik yapıyı görünür kullanmayı seviyoruz. Bizdeki işçilerin mantığı nasıl olsa üstü kapanacak bunun şeklinde. Biz betonarmeyi de görünür yapmayı seviyoruz mesela, aynı sorun orada da var. Brüt beton kullanmayı seviyoruz, görünsün istiyoruz, onun da bir estetiği var, çelikte de aynı şey, fakat işçiliklerde nasıl olsa üzeri kapanacak, kapanan malzemenin içinde kalacak mantığı olunca başarılı bir iş çıkmıyor ortaya. O çelik kolonu, kirişi, payandayı, gergiyi görelim istiyorum. Mimari tasarımımızın bir bütünü bu, böyle projelendirdik ama oradaki usta yerinde üretirken pek de bunun bilicinde olmuyor. İşçilik önemli ve bence bunun olgunlaşması lazım artık. Malzemeyi tanımaları önemli. Üç beş firmayı sözümün dışında tutuyorum, elbette iyi işçilikle üretim yapanlar var, yurt dışında da güzel işler yapanlar var ama yaygın değil.
Hepimiz biliyoruz ki ülkemizdeki yapı stoğu içinde çelik yapıların aldığı pay diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslanamayacak düzeyde düşük. Kiminle konuşursanız konuşun bu oranın düşüklüğünün nedeni farklı gerekçelere dayanıyor. Sizce nedir?
Gürhan BAKIRKÜRE: Ekonomisi gibi olabilir ama ben en çok kültür demek istiyorum. Bunu daha doğru bir yaklaşım olarak görüyorum. En birinci kültür ve alışkanlıklar. Yabancı bir malzeme, daha önceden kullanılmamış, çok fazla bilmiyor, yapmamış, çok da kulvar atlayamıyor durumu. Kolayına geliyor betonarme, herkes biliyor, herkes yapıyor. Ustası desen istemediğiniz kadar. Onun için çeliğin işi Türkiye’de gerçekten çok zor. Kaldı ki bir de şunu düşünmek gerek, hakikaten Türkiye’deki yapıların kaçta kaçı mimar tarafından yapılıyor. Mimarın yaptığı yapıların hakikaten ne kadarı iyi bir mimari örnek sunabiliyor. Bunların içinde ne kadarı çelik yapı olabilir diye baktığınız zaman, zaten yüzde üçlerde, beşlerde kalıyorsunuz çelikte.
Her ne kadar kıyaslamalarda istenen düzeylerde olmasa da son yıllarda epey de bir çelik yapı üretimi oldu Türkiye’de. Bu çelik yapılarımızı nasıl değerlendirirsiniz, beğendiğiniz örnekler, eleştirileriniz nelerdir?
Gürhan BAKIRKÜRE: Çok nitelikli çelik yapı yapan mimar arkadaşlarımız var. Çok da takdir ediyorum. Ahmet Alataş’ın çok iyi çelik yapıları var. Çelik konusunda iyidir, sever, çok güzel projeleri var. Çok iyi çelik yapılarımız da var. Tabii çelik yapı dediğiniz zaman genelde belli bir seviyenin üzerindeki arkadaşlar yapıyor ama umalım ki daha yaygınlaşsın, çoğalsın güzel örnekleri. Mimar deneyimledikçe öğreniyor, ne kadar çok çelik yapı deneyimi olursa, daha iyiye de gider diye düşünüyorum.
Mimarlarımız çeliğin detaylarının çok olmasından şikayetçi olurlar zaman zaman. Sizin için nedir durum, bu devirde çelik detayı sorun mudur hala Türkiye’de? Zaman sorun olur mesela ama detay sorun olabilir mi gerçekten?
Gürhan BAKIRKÜRE: Zaman problemi var, imkânsız zamanlarda imkânsız işler isteniyor maalesef. Bu gittikçe akıl almaz
bir şeye geliyor bazen. Maalesef herkes yurt dışında 5 katı sürede yapılan işi bizde 5’de bir zamanda istiyor. Halledilmeye çabalanıyor ama olacak iş değil tabii. Hani nasıl bir çocuğun sağlıklı doğması için 9 ay 10 gün beklemeniz lazım, 7 aylık olursa küvezde kalıyor, bu kadar basit aslında ama bunu yatırımcıya, müşteriye anlatmakta zorluk çekiyoruz. Zaman tamam ama detay problemi çok da doğru bir şey değil. Çelik yapı yapmak istedikten sonra bu sorun çözülebiliyor, bulunuyor çözümler. Fikir alınıyor, üreticilerle, statikçi arkadaşlarla işbirliği yaparsınız, dünyadan örneklere bakarsınız, çok kaynak var. Zamanımızda artık çok majör bir problemin olduğuna inanmıyorum. Ama tabii betonarmede bir detay olmadığı için, onunla kıyaslarsanız evet detay var çelik yapıda. O zaman detay problemi var, öbürü sıfır detay ama çelikte görünür elemanları tasarlamak işi var. Fakat çözümü de var.
Sizin tasarımını gerçekleştirdiğiniz çelik yapıları sıralamak istesek neler çıkar önümüze?
Gürhan BAKIRKÜRE: Koluman binası var. Yine bir çelik imalatçısı olan Tosyalı Holding’e yaptığımız tasarım var. Konsol çalışan bir çelik çatımız var orada, 26 metrelik. Altındaki iki blok betonarme ama bir blok tamamen çelik çözüldü. Arçelik Ar-Ge Merkezi ve El Cezire Türk’e yaptığımız çelik tasarımlarımız var ama uygulanmadı onlar. En son şu an gerçekleştirdiğimiz Marmaris’te bir çelik yapımız var, yapımı devam ediyor, çelik sistemi bitti. Biz çelik yapıyı seven ve tasarımlarımızda çeliğe yer veren bir ofisiz.
Son olarak çelik yapılar alanında ileriye yönelik nasıl beklentileriniz var bizlerle paylaşmanızı istesek. Türkiye’de ve Dünyada neler görürüz dersiniz çelik yapı adına?
Gürhan BAKIRKÜRE: Az önce de konuştuk, 20 yıldır aynı bir 20 yıl daha aynı kalır Türkiye’de. Hele bu ekonomik şartlar, inşaat sektörünün durumu falan, şu anda ilerleyeceğini düşünmek zor maalesef ki. Ne kadar böyle gider, onu da bilemiyoruz. Fakat bizim dışımızda, dünyaya bakarsak orada çok açık görünüyor ilerleme. Bir kere çok ciddi bir Ar-Ge var, inovasyonlar var. Bunlar yapılarda da var. Çelik üretim prefabrikasyona olanak veren bir üretim, dolayısıyla bir kere yapıların çok daha fazla yapılmasına olanak sağlıyor. Çok çabuk yükselebilir bina, gittikçe tabii dünyanın bugünkü dijital çağında bir sanayi üretimi haline geliyor bu. Bizim inşatlarımızın en büyük derdi bence burası zaten.
Şu ana kadar bütün sektörler arasında en geri sektör inşaat sektörüdür Türkiye’de, çünkü üretimi halen daha insanın becerisine dayalıdır. Orada tuğlayı örerken siz, oradaki insanın becerisi ile yapıyorsunuz. Yere şap dökerken, beton kalıbı insanın becerisi, etriye insan becerisi. Denetlenmesi zor yerinde üretimler. Dolayısıyla atölyede üretim, sanayileşme, teknoloji bu anlamıyla bizim inşaat sektörümüze neredeyse hiç girmemiş. Tuğla üzerine tuğla koyarsınız, kalıbı koyarsınız, demiri koyarsınız, tamamen insan gücü ve insan mahareti. Çeliğin en önemli özelliği bunu en aza indirmesidir. Profiliniz var, delikleri açarsınız, bağlantı noktalarında kesimleri yaparsınız, hazır lego parçası olarak gelir sahaya, fabrikada kontrolle imal edilir, şantiyede de minimum hata ile monte edilir.
Santralden beton çıkıp inşaat sahasına gelip dökülene kadar kalitesinden çok şey kaybediyor betonda. Beton değişebiliyor, onun için testler yapılıyor sonrasında, çünkü emin değilsiniz hiçbir şeyden. Kontrolünüz altında değil. Ama çelik öyle değil, riskler tamamen azalıyor. Bu artacak, gittikçe artacak, gittikçe teknoloji öne geçtiği için daha da teknolojik üretilmiş yapılar öne çıkacak.
Belki de fabrikada da montaj yerinde de robotlarla üretim gerçekleşecek, ki başladılar, yapılacak ve yaygınlaşacak. Betonarmede bunları yapamazsınız, çelikle yaparsınız, çok da kolay yaparsınız. Dolayısıyla önü açık, gelişmeye çok açıktır çelik yapı alanı ve daha da önemlisi yapım teknolojisiyle birlikte malzemesi de gelişecek. Muhakkak Ar- Ge’si yapılıyordur, daha dayanımlı çelikle artık çelik mi denir ona bilemeyiz, çok daha farklı ufak kesitlerle büyük açıklıklar geçilecektir.